Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607178
 Sitede Aktif: 6
 Ip: 172.71.1.177
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2011

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
26
MEVLİD PENCERESİ
MIZRAP 2011

Yorumlar(0)

MEVLİD PENCERESİ

Mevlid Kandili, bütün yurtta ve tüm İslâm Âlemi’nde coşkuyla değerlendirilmeye çalışıldı. Basın-yayın, tüm iletişim vâsıtaları yoğun bir tebrik ve tes’id trafiği yaşadı. Câmiler doldu taştı. Evler kandil simitleri, pastalar, börekler, çeşitli ikramlarla şenlendi. Toplumda, peygâmber sevgisi ekseninde sevgi çiçekleri açtı. İnsanların yüzleri güldü, gülümsedi. Ufuklarda biraz olsun mânevî bahar ufukları belirdi. Komşular soruldu, akrabâlar arandı, büyükler ziyâret edildi, sohbetlere gidildi. Velhâsıl, Efendimizin (SAV) ümmeti olma adına, daha bir gayretlere gelindi diye açıklayabiliriz tüm bu olan-bitenleri.,.

Ancak, mesele burada bitmedi tabî ki! Hep birlikte yaşayıp paylaştığımız bu zâhir plânındaki görsel şehrâyinden sonra, asıl değerlendirmeler, çokları için bitti sayılan noktada, rahmetin bir sağanakçasına bol yağdığı saatlerde, gecelerde, seherlerde oldu mutlakâ. Bunları kimsenin bilmesine, duymasına gerek yoktu. Ama, kimsenin haberi olmasa da, bu özel sevgi yolu herkesin izlemesi gereken bir yoldu. Çünkü, bu rahmetin yoluydu. İnsanlığın yoluydu.

Çünkü insan, yer yüzünde Allâh’ın halîfesiydi. O’nun adına dünyâda bulunuyordu. O’nun adına yaşayacak, elçisiyle gönderdiği mesajı taşıyacak, hem dünyâda, hem ahirette sonsuz mutluluklara ulaşacaktı. Böyle bir yolun yolcusuna yakışan Allâh ve elçisiyle irtibatını hep sürdürmekti. Kâlbiyle, kalıbıyla tevhid çizgisinin gereklerini yerine getirmekti.

Zîrâ, Erhamür’Râhimîn olan Rabbimiz, Âlemlere rahmet olarak Efendimiz’i (SAV) gönderdi. Ki, kendisini isteyen, sonsuz mutluluklara erişmek arzusunda olanlar ona uysunlar da emellerine kavuşsunlar. Nitekim Mehmet Âkif Ersoy Üstâdımız, Peygâmberimiz (SAV) in insanlık ve kâinât için ifâde ettiği anlamı, mevlid olayı çerçevesinde, nazım diliyle ne güzel anlatıyor:

Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne hüsrandı ki; hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!
Neden görecekler, göremezlerdi tabii;
Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerede, mamure-i dünya, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zeminin.

Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma'sum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi;

Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi; geberdi!
Alemlere rahmetti evet şer’i mübini,
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sahipse, O'nun vergisidir hep;
Medyun ona cemiyyet-i, medyun O'na ferdi.
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

            Millî şâirimiz, bu şiiri sanki bugün yazmış gibi. Bugünleri anlatıyor âdetâ. Bu günün dünyâsı için de aynı şeyler söz konusu değil mi? Şiirde resm’edilen tüm olumsuzluklar çok daha fazlasıyla şu anda  yok mu? Hem de, çağdaşlık adına, hümanizm adına ya da benzer bir çok mâsum zırha büründürülmüş kavramlar adına. Sizce nice mâsumlarınan kanına, canına, dinine, îmânına girilmiyor mu göz göre göre?

            Örnek veriniz denilirse, hangi birini verirsiniz ki?! Ya da, örneğe gerek yok! Nereye baksanız örnek! Öyle değil mi? Allâh adına, Peygâmber adına, din adına; tutulacak hangi hareket ve tavırlar var çevremizde yaygın olarak Allâh aşkına?

Deyin ki, Peygâmber gelse şu hoşuna gider. Gelir gelmez şurada misâfir ederiz. Hele hele şuraları özellikle görmesini isteriz. “Ben evimde konuk etmek isterim!” diyecek derecede evine-barkına, dizaynına, tefrîşine, sâdeliğine güvenen çıkabilir mi acabâ aramızdan?

Neredeee?! Bu anlamda, biraz dînine-diyânetine titiz, en azından sakal farkıyla önde olduğunu düşündüğümüz insanları bile misâfir etmeğe çekindiğimiz dünyâda, Peygâmber Efendimiz’e (SAV) ne derece ümmetlik hassâsiyeti içerisinde bulunduğumuzu iyi düşünmekte fayda olduğunu söylemek gerek. Bu hepimiz için âcil tefekkür isteyen bir husus.

Sizce, Peygâmberlik gelmeden önceki Câhiliyye dediğimiz çağla bugünkü toplum arasında bir karşılaştırma yaptığımızda, şiirde de vurgulanmağa çalışılan kötülüklerden hangisi yok ki?! Hem de daha teknik ve âdîce olarak!

Burada, kendimizi ve çevremizi de iyi gözlemleyelim. Nerede olduğumuzun testi hassâsiyeti içerisinde olup, izi iyi tâkibe çalışalım. Kendi kendimizi kandırma konumunda olmamak için ilim ve sohbet yolunu aslâ terk etmeyelim.

Rahmete ulaşmak istiyorsak, Âlemlere Rahmet Efendimizi tüm hayâtımız boyunca gece-gündüz tâkip etmek en akıllıca yol. Necip Fâzıl Üstâd’ın dediği gibi;
         “İŞTE İZ; GELİNİZ: TOPRAK POST, ALLÂH DOST!” ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

14.02.2011


Mar`12
26
KANDİLİN IŞIĞI
MIZRAP 2011

Yorumlar(0)

KANDİLİN IŞIĞI

Bu akşam Mevlid Kandili. Hepimiz için mübârek olsun. Ancak, söz konusu olan Efendimiz(SAV) olunca şöyle bir oturup derin derin düşünmemiz gerekli. Çünkü bu hiçbir şahıs ve kimlikle eşit ve aynı katagoride değerlendirilebilecek sıradan bir durum değil.

Daha doğrusu, Efendimiz(SAV) deyince akan suların durması gerekli. İçimizde bir şeylerin kıpırdaması, gönlümüzde fırtınaların kopması gerekli. Burada elbetteki bu akşam yapılacak törenlere vurgu yapmak niyetinde değilim. Okunacak mevlitlere, yapılacak sohbetlere atıf da değil niyetim.

Çünkü, Efendimiz (SAV) bunların çok ötesinde bir kişilik. Kişiliğin ötesinde, peygâmber. Yüce Yaratıcı tarafından âlemlere rahmet olarak gönderilmiş. Dolayısıyle o hayâtın her safhasında ve her cüzünde. Öyle yılda bir, ayda bir, hattâ haftada, günde bir değil, her an hatırda tutulması, anılması, yaşanması gereken bir kişilik.

Nitekim, günlük okuduğumuz ve zikr olarak tekrarlamamız istenen, her duâda yer alan Kelime-i Şehâdet ve Kelime-i Tevhid cümlelerinde Allâh ile berâber Sevgili Peygâmberimizin de adını zikredegeliriz. Kaldı ki, bu cümleler sâdece okunmakla kalmamalı, izdüşüm olarak hayâta yansımalıdır.

Bu mânâda, Mevlit Kandili genel anlamda bir tâzelenme vesîlesi olmakla berâber, aslâ orayla sınırlı kalmaması gereken bir etkinliği ifâde eder. Daha doğrusu, sıradan bir insan gibi anılıp, bir yıl sonrası beklenmemei. Bir mevlid dinlemekle, o akşam câmiye gitmiş olmakla görev bitmiş sayılmamalı. Aslâ, böyle bir yanılgıya düşülmemeli. Çünkü O, belirli ayların, yılların, günlerin değil, bütün çağ ve zamanların örneği.

Kandiller şüphesiz, kendimizi kontrol etmemiz, gidişâtımızı gözden geçirmemiz için bir kilometre taşı olarak değerlendirilmeli. Tekdüzelikten kurtarıp, silkelenmeye vesîle olabilmeli. Ama, sonuçta, Efendimizi, hayâtımızın tüm katmanlarında yaşayabilmenin yollarını aramamıza vesîle teşkil edebilmeli. Sâdece orada olduğuyla kalmamalı.

Şimdi burada, belki îtiraz eden olacaktır. “O nasıl söz? Biz Efendimizi sevmiyor muyuz, anmıyor muyuz? Efendimiz için can fedâ!” Şeklinde sesler yükselebilecektir. Elbetteki doğru. Bunun aksini iddiâ eden yok. Ama, bizim için Efendimiz yegâne hayat örneğidir. Bu örnekliği tüm hayâtımıza yaygınlaştırmanın cehd ve gayretinde olmalıyız.

Ve bu gayretin, hayâtımızın en önemli vechesi olduğunu, yaşamanın ancak bu şekilde anlam kazanacağının şuurunda olarak hareket etmeliyiz. Aksi takdirde, onsuz hayât anlamsız ve hesâbı zor bir boşluktan, hattâ karanlıktan ibâret kalacaktır, Allâh korusun!

Şunu söylemek isteriz ki, Yüce Allâh, en güzel yaşama modeli misyonuyla âlemlere rahmet olarak gönderdiği rasûlünün örnek alınmadığı bir hayâtı, kazanılmış bir imtihan süreci olarak değerlendirmeyecektir.

Daha doğrusu, bir imtihan tablosuyla karşıkarşıyayız. Hayat sahnesini oynarken Efendimizi örnek almak başarının olmazsa olmaz şartıdır. Bu açıdan bakınca Efendimiz hayâtımızın neresinde? Ya da, biz hakîâten hayâtı bir imtihan olarak görüyor muyuz? Görüyorsak, bu imtihana bizi kim çalıştıracak?

Şöyle, bir günümüzü gözden geçirelim. Sabah namazıyla başlasın gün. Başlıyor mu? Sonra çocuklarla berâber mi yapıyoruz bunu? Her şeyden önce evimizde Kitap-Sünnet üzre bir hayat kaygısı var mı? Yemelerimiz, içmelerimiz, oturmalarımız, kalkmalarımız, sohbetlerimiz. Allâh ve Rasûlünün gösterdiği kriterlere uydurulmağa çalışılıyor mu?

Evde-barkta, her yerde ekranlar, televizyonlar, bilgisayarlar. Oralarda nelere bakıyoruz, neleri izliyoruz? Hangi programların, hangi programcıların yolunu gözlüyoruz? Bunlar, zamanı değerlendirdiğiniz programlar mı, yoksa zaman öldürdüğünüz, zaman geçirdiğiniz, zaman gibi en önemli bir imkânı kaçırdığınız programlar mı? Allâh aşkına, bir düşünün.

Efendimiz, bizim böyle boş işlerle oyalanmamızdan hoşlanır mı sizce? O hâlde, neden onu memnun edecek işler peşine düşmüyoruz ki? Onu sevmek, onun sevdiği şeyler peşinde koşmakla olur. Yoksa öyle kuru anmalarla, anlık yanmalarla olacak şey değil. Süreklilik ister. Gerçek sevenler, her hâlükârda sevgisinin gereğini yapanlardır.

İş yerlerimizde, çalışma ortamlarımızda Efendimiz var mı? Daha doğrusu, hayâtın safhalarını, Efendimiz (SAV) ansızın çıkagelse, ondan yüzümüzün kızarmayacağı bir özellikte yaşama diye bir hassâsiyetimiz var mı?

Ticâretimiz, siyâsetimiz, sohbet ve muhabbetimiz; her şey. Bunlarda bir hassâsiyet yoksa, hayâtı paşa gönlümüze göre yaşıyor da Mevlit Kandili kutlamak, Mevlit okumak ya da okutmakla Efendimiz’e karşı sevgi ve bağlılık görevimizi yaptığımızı düşünüyorsak bu yanılgılarn en büyüğü olacaktır.

Mevlid Kandilimiz mübârek olsun. Gönüllerimiz, en güzel örneğimiz,

Âlemlere rahmet Efendimizin (SAV) doyumsuz muhabbeti,

Âilevî, meslekî, toplumsal tüm hayâtımız da bölüm bölüm, safha safha

O’nun, nûru sonsuz kandillerinin ışığıyla dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

13.02.2011


Mar`12
26
ORDU, BÜYÜK ŞEHİR
MIZRAP 2011

Yorumlar(0)

ORDU, BÜYÜK ŞEHİR!

Dünkü yazımız, Saraycık ve Yokuşdibi beldeleri ekseninde kaleme alınmıştı hatırlayacaksınız. Saraycık’ta epey dolaşma ve beldeyi daha yakından gözlemleyip tanıma imkânımız olduğunu belirtmiştim.

Kitaplarla dolu bir odayla karşılaştım ve şaşırdım. Kapısında OKUMA SALONU ve SINIF gibi bir şey yazıyordu. Doğrusu, bir belde için güzel bir imkândı. Keşke ilgilenenler, okuyanlar olsa… Düşünüp gerçekleştirenlerden Allâh (CC) râzı olsun.

Her neyse; şöyle genel hatlarıyla kitapları bir karıştırdım. Birçoğu gazete, dergi, belediye yayını ve hediyesi olan kitaplar. İçlerinde, hepimizin okuması gereken çok güzel dînî, millî, kültürel mâhiyette temel eserler mevcuttu. Okunmuş, yıpranmış, hattâ altı çizilmiş kitaplar en güzelleriydi. Çünkü okundukları, incelendikleri belli oluyordu.

Kitaplıktaki yayınlardan, özellikle bir tânesi, daha önce de görmemiş olduğumdan olsa gerek çok ilgimi çekti. Cenâze Namazının ardından ayrılırken Ali KIRCA Hocamız’a emâneten alıp alamayacağımızı sordum ve o da sağ olsun memnûniyetle kabul etti

Bu, kitap formatında, ancak bir konferans metniydi. ULUSLAR ARASI İSLAM DÜŞÜNCESİ KONFERANSI 2 (25-27 Nisan 1997) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları

Sunuş yazısı tabiatıyle İstanbul Büyükehir Belediye Başkanına âit. O da kim? Elbette ki Recep Tayyip ERDOĞAN! Hey gidi günler dedim. Hey gidi İstanbul dedim. Hey gidi Tayyip dedim. Nereden nereye? Oradan doğru Ordu geldi aklıma.

Hey gidi Ordu AkParti dedim. Hey vekillik, hey başkanlık, hey gidi belediye dedim. Tayyip İstanbul’dan Ankara’ya geldi. Oradan tüm Türkiye’ye, hattâ tüm dünyâya yayıldı. Her tarafta değişim heyecanları.

Gel gör ki şu Ordu, hep Ordu. Ordu’nun sivil gibi görüneni de Ordu. Burada değişen bir şey yok. Tayyip orada, gölgesi nerede? Ama, burası Ordu. Her şey derede! Ama, dereler de ters akıyor, nitekim! Burdada vardır Hakk’ın bir hikmeti. Görelim Mevlâm neyler, neylerse güzel eyler!

Evet, o zamanki Tayyip Başkan’ın ve bugünkü Başbakan’ın uğraştığı küresel ciddî meselelere bak, buralarda onun adına ve onun gölgesi kullanılarak sergilenen, o misyonla alâkalı olmak gibi bir kaygı taşımayan uygulamalara bak.

Demek istiyoruz ki, hani konferans, hani ilim, hani kitap, hani defter? Belediye yapmıyorsa, parti yapamaz mı? Bu tür çabaları olanları yüreklendirici tavırlarla bir şekilde yardımcı olma çabası gösteremez mi?

Şunu söylemek istiyorum ki, şu hâliyle, bu zihniyetle AkParti Ordu’da belediye kazansa bile bu, mevcut uygulamaların belediye izdüşümü olmanın ötesine geçemeyecektir. Çünkü, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.

Tayyip Başkan’ın o sunuş yazısında şöyle bir yer var ki, biz de öyle düşünüyor ve bu anlamda kültür de kültür diyoruz, ve de yerel târih diyoruz:

“Tabiî ki, târihe takılmak veyâ yerel olanı mutlaklaştırmak doğru değildir. Esasında böyle bir yaklaşım savunulamaz da. Ama, geleneksel zenginliklerin ve tecrübelerin ihmâl edilmesi veya tümden görmezlikten gelinmesi de büyük sakıncalara yol açmaktadır. Şu anda ihtiyacımız olan şey tarihin zenginliklerinden beslenen, geleneği kritik ederek devam ettiren ve evrensel olana  katılmaya ve ona yeni unsur ve boyutlar katmaya hazır temel bir yaklaşımdır.”

Söz konusu konferansın organizatörleri arasında bulunan hemşehrimiz İdris Naim ŞAHİN de orada bir selâmlama konuşması yapmıştır. Ve kendisi şu an Ak Parti Genel sekreteridir. Ve böyle bir partinin Ordu ayağının durumuna bir bakınız. Kültürün neresinde, konferansın neresinde, sanatın, edebiyatın, târihin neresinde?

“Siz merak etmeyin, herkes yerini biliyor, yurdunu da. Tasalanmaya gerek yok!” diyorsanız bana, ben de size hak veriyorum. Herkes görevini yapıyor. Eller eyliyor, biz de duygu ve düşüncelerimizle, arasına serpiştirmeye çalıştığımız meram kırıntılarını dilimiz döndüğünce söylemekle yetiniyoruz.

Biz de bu müstesnâ memleketin ve de bu aziz milletin evlâdıyız sonuçta!

Hiç olmazsa bu kadarını dillendirmek olsun bizlere çok görülmeye, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

11.02.2011


Mar`12
26
SARAYCIKTAN YOKUŞDİBİNE..
MIZRAP 2011

Yorumlar(0)

 

SARAYCIK’TAN YOKUŞDİBİ’NE…

Geçen haftasonu’nu, beldelerimizde geçirdik. Cumartesi gün, bir cenâze dolayısıyla Saraycık’taydık. Meğer, Saraycık diye bildiğimiz merkezin asıl adı Değirmenyanı. Böyle denmesi de çok doğal. Şu an 3 tane değirmen var. İçerisinden gürül gürül akan bir derenin hemen alt tarafında Turnasuyu ırmağı mevcut.

Sizin anlayacağınız, Saraycık, o hep biline gelen imajının ötesinde târihî de bir yer aynı zamanda. En az deresi kadar içki yönüyle de meşhur olduğu, birahâneler ve kenarda-köşede, derede-bahçede görülen boş şişelerden anlaşılıyor.

İÇKİ HASTALIĞI HER YERDE!

Ama, bu durum aalesef, artık bütün beldelerimiz ve köylerimiz için aynı. Allâh nîmet verdikçe, insanlar daha da âsîleşiyor sanki! Fındık bahçelerinde alantı yerler, âlem meclisleri olarak değerlendiriliyor çoğu yerde. Hutbelerde ne okunursa okunsun. Vatandaş bildiğini okuyor sonuçta!

Neylersiniz? Her neyse. İnşâllâh, tıpkı sigara gibi içki illeti için de alkolsüz hava sahaları ve kampanyaları oluşur da, örnek âileler, örnek beldeler ortaya çıkar. İnsanlar, hem dünyâyı, hem de ahretini, âileleri, huzûru mahveden bu ileten kurtulurlar.

Evet, o gün havalar da çok müsâitti. Cenâze de ikindiden sonra olduğu için biraz gezip dolaşma imkânımız oldu. Alt taraftan şırıl şırıl sular akan kahvehanelerin ağaçlar altındaki oturaklarında çay içtik. Biraz öte yanınız değirmen. İki tâne de alt tarafta var.

Hattâ, çok daha târihî bir yermiş burası. Okul yapılırken çok mezarlar, sanat hârikası taşlar yok edilmiş. Anlatanlar, mezarların durumunu ortaya koyarken iç geçiriyor gibiydiler. Sanki bu uygulamadan memnun değil gibiydiler. Büyük bir saygısızlık edilmiş psikolojisini yansıtıyor, bunun toplum adına iyi bir şey olmayacağını, bereket getirmeyeceğini söylemeye çalışıyorlardı.

 Geçen yıllarda gittiğimizde bir taş câmi vardı. Belki çok târihî değildi ama, bir dönemi yansıtan yerel taşlar örülerek pey usûlüyle yapılmıştı. Değirmenlerle berâber otantik bir manzara oluşturulabilirdi. Yine de geç kalınmış değil. Bence, hiç olmazsa değirmenler canlandırılarak, okulların öğrencilerini getirip gezmesi falan sağlanabilir meselâ.

Zîrâ, artık o eski su değirmenleri târihin ötesine geçti. Yeniler belki daha teknik ve de pratik ama, bence arada biyonik insanla gerçek insan arasındaki kadar fark var. O suların çevirdiği, ahşap gövdeli, taş ağırlıklı değirmendeki anlam ve mazmun yoğunluğunu bir başkasında bulmak mümkün değil.

DÜNYÂ HANI; DEĞİRMEN YANI!

Değirmen yanı tâbiri çok önemli. Eskiden, köylerin en canlı yerleri değirmen yanlarıydı. Zahralar sırtta ya da atla, eşekle getirilir. Sıralara girilir. Sıra gelene kadar bir sürü zaman geçer. Acele işi olup ta dönülmezse, zahra öğütülene kadar muhabbetler kurulurdu. İnsanlar daha nerde görüşebileceklerdi ki? Fırsat bu fırsat, değerlendirmeye çalışırlardı.

Oralarda dükkânlar bulunurdu. At semercileri, nalcılar vs. olurdu. Oralar köylerin çarşılarıydı. En şenlikli yerleriydi. Her değirmenin yanında gölgelenecek ulu ağaçlar olurdu. Gelenlerin döküp yemesi için, dalları da oldukça geniş bir sahaya yayılan dutlar tercih edilirdi. Hayvanların bağlanması, gölgelik olması için söğütler, kavaklar vs.

Her neyse. Saraycık için elbette turizm düşünülüyordur. Bence başta değirmen turizmi gelebilir. Merkeze, artık örneği kalmayan bu değirmenler alınabilir. Kent ormanı da yanı başında zâten. Dere de içinden geçiyor. Alt tarafı ırmak. Daha ne olsun? Bunlar için çevre düzenlemesi yapmak, yeni turistik, tantik projeler geliştirmek işten bile değil. Ordu da büyüyor. Bir yandan beldelere doğru genişleyip yanaşıyor zâten. Yol da biraz genişletilince olur biter işte!

 Bir de yüksek okul ideâli gerçekleştiğinde, belde ister istemez canlanacaktır. Ama, hemen belediyenin yanında gördüğüm, belediyeyi âdetâ takmazcasına yükselen binâ, beldenin şirin havasını bozmuş gibi geldi bana. Bu tür sırıtan görüntüler geleceğe dâir hayâlleri kırıklığa uğratabiliyor. Aralara yeni yolar açılmış. Bir yerleşim yeri havası gelmiş beldeye. Ama, bence biraz da estetik gözetilmeli.

Mustafa CANDAN, bir şeyler yapmaya çalışıyor görüldüğü kadarıyla. Burası belediye olduğu sürece bir şeyler yapmak ve yapılmak zorunda. Durmak olmaz. Başkan da bunu yapıyor. Ama, ben diyorum ki, geleceğe dönük olarak Saraycık için, belki oraya özel bile olabilecek projeler geliştirilebilir. Çünkü, imdi imkânlar müsâit. Artık, her yer yakın gibi. Başkana başarılar.

BEKLENEN YOKUŞDİBİ!

Pazar gün de Yokuşdibi’ne gittik; kar şenliğine. Bunda, bu kışı BEKLENEN KIŞ GÜNÜ deyimiyle kar özlemini veciz bir şekilde ifâde eden Yusuf Kerem’in büyük payı oldu. Zâten söz vermiştik, Ordu’ya yağmazsa, biz de tâtilde yükseklere gider kar topu oynarız, kızak kayarız demiştik. O gün o fırsat doğru. Hava da çok müsâitti. Çok rahatlıkla gidip-geldik.

Yener KAYA’yı tebrik ediyoruz. Güzel bir organizeydi. Kızak kaymalar, kayak sporu, araba yarışları, ödüller, kampanyalar, kaynayan kazanlar, ikram edilen patatesler, çaylar, turşular, salepler, buluşmalar, karşılaşmalar, dostluklar, ahbaplıklar; her şey, her şey güzeldi.

Zamanla daha da anlam kazanacağını, daha çok ilgi toplayacağını, büyük bir boşluğu dolduracağını düşünüyorum. Kayak Merkezi başlıbaşına bir olay. Başkan çok ağırlık veriyor. Hükümet te destekliyor. Bunlar güzel şeyler. İyi niyetle, toplumun iyiliği, güzelliği, huzur ve mutluluğu için çaba gösterenleri kutluyoruz.

Sevgili okurlar. Rabbim bizlere çok çok, saysız güzellikler ihsan etmiş. Görelim ve de bize verilen değer ve nîmetlere eş bir ahiret elbsesi örelim. Mübârek cumâyı, îmânımız, islâmımız, selâmımız ve teslîmiyetimiz, kardeşler arası samîmiyetimiz için birer fırsat bilelim de dâim, ilim, irfan, ahlâk, fazîlet yolunda yürüyüp gidelim ves’selâm….

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

10.02.2011


Mar`12
26
MUSTAFA KARDEŞE REİS SELÂMI
MIZRAP 2011

Yorumlar(0)

MUSTAFA KARDEŞE “REİS” SELÂMI!

Bizler, elimizden geldiğince, dilimizin döndüğünce, çoğu zaman bâzı riskleri de göze alarak yazmaya çalışıyoruz. Risk dediğimiz, olumsuz tepkiler ve bunun dostluklara, arkadaşlıklara etkisi. En azından, durduk yerde bir sitem. Tenkidi hazmedebilene rastlamadım henüz. Hiçbirimiz, hatâmızı söyleyen bizim gerçek dostumuzdur kıvamına erişmiş insanlar değiliz. Elbetteki, hatâ gören de, işte yakaladım, fırsat elime geçti tavrı içerisinde olmamalı. İnandığı doğruları, “yer yüzünde Allâh’ın şâhitleri olma” bilinciyle dile getirmeli.

            Şimdi, Ordu çok önemli bir sürecin eşiğinde. İktidar partisi yeni il başkanını tespite çalışıyor. Burada esas olan ülkenin, Ordu’nun ve Ak Parti misyonunun menfaatlerinin gözetilmesidir. Siz de basınsınız, yazarsınız, çizersiniz. Oy kullanan bir vatandaşsınız. Oy vermeseniz de, karşınızda gerçek bir insan görmek istiyor olabilirsiniz.

Meselâ, âcizâne, CHP’nin ya da MHP’nin başında gerçek liderler olmasını isterim. Kapasiteli, karizmatik, donanımlı. Sizler, bu ikisi için, hakîkâten lider. Misyonunu çok iyi temsil ediyor diyebilir misiniz?

Nice insanlar vardır; câmiye gitmez ama, ezan okunsun ister. Hem de iyi okunsun. Okunmayınca rahatsız olur. Bu anlamda bizler, Ordu’daki tüm il başkanlarımızın, sorumluluk makâmındaki herkesin bulunduğu koltuğu doldurmasını isteriz.

Lâkin, çoğu kez, tüm toplumu ilgilendiren bu makamlara, toplumdan çok, kendini ve çevresini düşünenler, kendisini oraya getirmek için olmadık numaralar çevirenlerin uyduluğunu biricik vazîfe olarak algılayanlar getiriliyor.

Şimdi biz, bir iktidar partisinin il başkanının şu veyâ bu olmasından çok, toplumun dertlerini, sosyo-kültürel problemlerini bilip çözmek için kendini adama eğiliminde olanları akla getirmek adına bir şeyler söylemeye çalışıyoruz. Sanki kendimiz için bir şey istiyormuşuz gibi, bundan dolayı bize kırılanlar, düpedüz tepki gösterenler de oluyor.

Onun ötesinde dost alınganlıkları oluyor. Geçen günkü YEMEN İLERİNDEN ORDU İLERİNE başlıklı yazıma bu anlamda bir yorum geldi. Hem de yazı daha internet sitesindeyken. Mustafa adıyla yazan arkadaşımızın notu şöyle:

mustafa                   Tarih : 07.02.2011 21:30:06   BİR İLDE KAÇ REİS OLBİLİR

Hocam oldukça ağır bir konuya girdiniz ama çok hafif bir şekilde bağladınız. Bir ilin siyasi il başkanından çok şey bekliyorsunuz ve hem de sanki ilin en önemli komutanı bir siyasi partinin il başkanı imiş gibi. Lütfen o il başkanının yetki sınırlarının neler olamayacağı konusunda birazcık tefekkür…

            Sevgili Mustafa Kardeş. Ordu hizmete susamış bir yer. Biz hizmet edenlerin karşısında selâm durmaya, ağamızsın, paşamızsın demeye hazırız. Elini öpüp başımıza koymaya hazırız. Ordu’ya böyle biri yakışır. Yeterki çıksın böyle biri, ona REİS diyelim, ÂBİ diyelim, hangi kelime yakışıyorsa söyleyelim; ne çıkar bundan. El öpmekle dudak aşınmazmış. Bize lâzım olan millete, memlekete, kültüre, irfâna hizmet değil mi?

            Bu anlamda bir tâne değil, bir-kaç tâne REİS dediğimiz adam olsa ne zarar ederiz ki? Nitekim, işte hayâllerimize nazar değdi! Ankara’da işler yine karışmış. Büyük mücâdele var. Sen küçümsüyorsun ama, el işin farkında.

Hizmet kaygısından çok öte şeyler için tüm varlığını vce ağırlığını ortaya koyuyor vatandaş ona ulaşabilmek için. Eğer orada bir reislik keyfiyeti olmasa, önemli bir şeyler, birilerini önünde baş eğdirecek fonksiyonlar bulunmasa, vatandaş Ankara yollarını niye su yolu etsin ki!

            Evet, Mustafa Kardeş. Bu iş önemli. Oraya, bu iktidar güç ve imkânlarını da arkasına alan, karizmatik biri gelse, birilerinin ve de irilerinin değil, kendi birikiminin, ilişm, irfan ve kültürünün emrettiklerini yapsa, en azından bunu dert edinip, yapması gerekenlere yol gösterse, gerekirse ricâ edip destek olsa neler neler yapılmaz ki?!

Ama maalesef Mustafa Başkan! Sen benim gönlümün başkanısın. Biliyorum ki sen beni anlıyorsun. Çünkü cümlelerdeki satır aralarından ızdırap terennümleri sızıyor. Ayrıca, yazdığın için ayrıca başkanımsın. Bak bize neler söylettin. Bir konuyu biraz daha açmamıza vesîle oldun. Her zaman beklerim. Sağol, Varol!

Elbette ki sizler de, sevgili okurlar ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

09.02.2011


Toplam 92 Blog, 19 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 7 8 9 10 11 [12] 13 14 15 16 17 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...