|
|

AKKUŞ-AKPINAR’DA, AK VEFÂ…
O zamanlar Akkuş ilçe olmadığı için, doğduğu belde KUZKÖY, Ünye sınırları içerisinde olduğundan, Ünyeli olarak bilinen Ömer ÇAM Hoca için, dün, şimdi Akkuş’a bağlı olan ve adı AKPINAR olarak değişen beldede, AKPINAR BELEDİYESİ ÖMER ÇAM 1. KÜLTÜR ETKİNLİKLERİ programı yapıldı. Bu vesîleyle biz de, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde 4 yıl dersimize giren ve rahmetli olana kadar irtibatımızı sürdürdüğümüz hocamız için, daha sağlığında yazdığımız bir akrostiş şiiri paylaşmak istiyoruz sizlerle bugün. Merhum Hocamıza buradan sonsuz rahmetler, vefâlı hemşehrilerine de hayırlı uzun ömürler, faaliyetlerinde de, gerek kendileri, gerekse çevreleri için bereketli istifâdeler diliyorum.
YILLAR, ASIRLAR GİBİ GEÇTİ
-Muhterem Ömer Çam Hoca’mıza sevgi ve saygıyla-
Ömür boyu şafakları gözledim hep, sürgün ufuklar ötesinden
Merdivenler kurdum çıkmak için, kara bulutların üstüne
Ellerimle toplamak yıldızları ve serpmek ülkeme
Rûhumu titreten fırtınalara karşı, ateşler korlaştırdım içimde
Çocuklarımı, gözlerimin aydınlığında, kâlbimin sıcaklığında büyüttüm
Ağlayan mâzîmin gözyaşlarında hayat buldu baharlar
Merhamet sancağını dikmeye çalıştım burçlara, yeniden…
***
Hey gidi Çanakkale ve O’nu destanlaştıran koca Şâir!
Ordularımız, o atlılardı hep; küfre, zulme geçit vermeyen
Cilveler gördüm; çiçekler filizlendirdi kader, aysbergler üstünde
Ağlayan gözlerimde kristâlleşti ümitler; “Şu Boğaz Harbi!” seanslarında
Mısrâlarında eridim SAFAHAT’ın ve geleceğe döktüm özümü
Işıksız, zifiri gecelerde, aydınlıklara diktim hep gözümü
Zâlimler, zulümleriyle zulmet perdelerini sahnelediler; dursuz-duraksız
Ağladım, içime döktüm göz yaşlarımı; çağlayanlar köpürdü gönül steplerimde
***
Ezanlar bile soyuldu rûhundan; örneği olamaz ne geçmişte, ne gelecekte
Bir gün minâreler, gerçek dilini konuştu; ben yine ağladım, yine ağladım
En müstesnâ çiçekler döküldü o sabah avuçlarımıza; şerefelerden
Daha çok, ama çok yol vardı alınacak, geçit vermez dağlarda
Îmânımın dili çözülmüştü, fakat yoktu elimde bir şey
Sâdece, kötü hâtıralar vardı, kesiyordu yolları gece-gündüz
Akkuş diyarlarından kanatlanan ak güvercin, çınarlara koştu, en son; İstanbul’a
Âhıyla, vâhıyla geçti günler; ilden ile, okuldan okula…
Devirler değişti; değişmedi, doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmak!
Elimden geleni ardıma koymadım hiçbir zaman, yanlışlar karşısında
Tevfîk’ini umarak Hakk’ın, özüme yâd Fikret’lerle savaştım; kelâm ü kalemle
Lâkin, düşmanla dost, bizimle düşmandılar; ve hâlâ, sarmaş-dolaşlar el-âlemle
“Eğer Rûmun Revân’ında, görürsem ben dilârâyı” diye diye büyüttüm gayretimi
“Revânına revân edem, Semerkand ü Buhârâ’yı!” dercesine güttüm dâvâmı
***
Dolmadı çilesi coğrafyamızın; yıllar asırlar gibi geçti
İstanbul’un başı dönmüş çılgınlıklardan; fetih garip, Fâtih garip
Lâle Devri’ni, Bizans’ı bastırdılar; kanıyorken memleketimin her yanı
“Ey Yüce Rabbim! Sen acı bize, bu millete, bu ümmete!” diye, duâlar ettim hep
Gurbet şimdi bize öz yurtlarımız, doğrar gibi çizmişler sınırları
İnşâllâh bir gün, Safâ ile Merve arasında koştuğu gibi Hacer Ana’mızın
Yarınlarımız birbirine koşacak ve yepyeni bir dünyâ kuracaklar el ele
Lütufsuz kalmaz; Ömer’lerin, Nasûhî’lerin, Mâhir’lerin, Runyun’ların, Sadak’ların emekleri…
Elimiz yine erecek, inanıyorum muhterem Hocam; hem kendimize, hem de kardeşlerimize…
*** *** ***
Akpınar Belediyesi’ni bu anlamlı faaliyetinden dolayı tebrik ediyor,
hepimize örnek teşil etmesini umuyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
18.07.2010
|
|
|
| DERZLER ve de DERSLER!
Geçen ay içerisinde köye gittiğimiz bir gün, yıllar yılı çatılarda, bırakıldıkları yerlerde ümitsizce, el atılacakları günleri bekleyen kitap, dergi, gazete, eski evrak poşetlerini merdiven başlarına kadar indirmiştik. Hafta sonu, son gidişimizde o kolileri açtık. Hepsini de şöyle bir elden geçirerek, en azından havalandırmış olduk. Fazla ayrıntıya girmememize rağmen, bizi çok önceki zamanlara götüren kitaplar, kupürler ve yazılarla karşılaştık. İleriki zamanlarda, kâğıt yumaklarını çözdükçe, kitapları, dosyaları açıp karıştırdıkça içlerinden neler çıkacak kimbilir?
Kitaplar, yalnızca zaman içerisinde çoğaldığından değil, biraz da meşgâlelerimiz gitgide artıp, kitaplara olan ilgilerimizin de doğal olarak azaldığından dolayı yavaş yavaş çekiliyorlar hayâtımızdan. Bunu, kitapların başını alıp gitmesi olarak değerlendirsek suçu onlara yıkmış oluruz. Çünkü, sonuçta onları yalnızlaştıran bizleriz. Üstüne üstlük, kendimizin de yalnızlaştığını akl’edemeden.
Televizyon derken, ardından bilgisayar ve dijital teknoloji, kitabı daha bir kovdular hayâtımızdan. Hem görsel anlamda, hem fizikî olarak, hem de genel çizgi îtibârıyle kitaptan, defterden uzaklaştık. Çocukları onlardan uzaklaştırmaya çalışırken, kendi ilgilerimizin mantığı ve sonucunun da onlarınkinden çok farklı olmadığını göremedik. Artık kendi hayâtımızı değil, sanal bir hayâtı yaşadığımızı, bunun dışında kalan bölümleri de, oraların kurgularıyla şekillendirdiğimizi bir türlü düşünemedik. Düşünemiyoruz. Bir rüzgârın önünde savrulup gidiyoruz.
Paketlenmelerine, kaplanmalarına, onca sarılıp-sarmalanmalarına rağmen, hemen hemen hepsi de sararmış-solmuş, değişikliğe uğramışlar. Durdukları yerde bir şey olmayacaklarını düşünmek büyük bir yanılgı. Hiçbir şey yerinde durmuyor. Hiçbir nesne aynı kararda kalmıyor. Değişikliğe direnmek mümkün değil. Devletler arşivlerini korumak için ne yatırımlar yapıyorlar ama, her şey bir yere kadar olabiliyor sonuçta.
Yöremizdeki her ev gibi, buradaki evimizin de çatısı var. Zaman içerisinde problem olmaya başladı. Su sızdıran yerler var. Yarım balkon şeklinde olduğu için, çatı katının bir kısmı doğrudan yağmur alıyor. Damdaki kiremitlerde kaymalar olmuş. Saclar çürümüş. Anten bakımı, ısıgün bakımı derken kırılmalar olmuş. Derzler, zaman içerisinde kimyasal değişime uğrayınca fonksiyonlarını yitirmişler. Sâdece kitaplar değil, onlar da, tüm sertliklerine rağmen, ne güneşin sıcak bakışlarına, ne de yağmurların yumşak akışlarına dayanabiliyorlar. Bir gün bakıyorsunuz teslim olmuşlar. Ve bizler, usta çağırmak durumunda kalmışız!
Elbette kalacağız. Herkese bir şekilde iş düşecek, herkes bir şeyler yapacak bu sebepler dünyâsında. Nitekim ustamız bir-kaç günlük gecikmenin sonunda geldi. Çatı katına geldiğinde ilk tepkisi;
Bu ne kadar kitap? Peki aradığınız kitabı nasıl buluyorsunuz? şeklinde oldu.
Aslında öyle abarttığı kadar bir kitap ta yoktu. Her neyse; çatıyı gözden geçirme faslında oluklara bakarken, normal akan yerlerde değil de, en art kısımlarda ve akarının tersine, bayık yapıldığı için normal çalışmayan bölümlerde toz yığılması olmuş. Bir çamur hâline dönmüş. Usta, burada da gösterdi ustalığını, tabiî burada söz konusu olan söz ustalığı;
- Hep okumakla olmuyor. Arada buralara bakmak gerekli!
Doğru söze ne denir? Ustamız haklıydı. Aslında, sâdece çatılarımız değil, sâhip olduğumuz her şey zaman zaman şöyle bir gözden geçirilmeli. Hem maddî olanlar, hem de mânevî. Her anlamda kendimizi murâkabe altında bulundurmalıyız. Nasıl ki, çatımızdaki ufak bir akıntı döşemenin, döşemenin çürümesi de tüm binânın çökmesine sebebyet verirse, aynı şekilde, îmân binâmızda, ibâdet hayâtımızdaki ihmâlkârlıklar da tüm hayâtımızdan öte, mânevî âlemimizin de çökmesine sebebiyet verebilir Allâh korusun.
Bu anlamda, haftada bir, topluca kılınan namazlar toplumsal bünyemizin takviyesine, dostlukların gözden geçirilip tâzelenmesine imkân vermektedir. Hele bir de, özel çevre kuranlar, haftada bir akşam olsun bir araya gelerek millî-mânevî eksenli sohbet cemiyetleri oluşturabilirlerse, Allâh’ın izniyle, sapasağlam temeller üzerine kurulu millet binâmızın çatısının nem almasına, bünyesinin hastalanmasına engel olmuş, îmânımızı, irfânımızı, memleketimizi, vatanımızı her türlü zâfiyetten korumuş oluruz.
Ekrem Ustamız çok haklı. Her şey bakım ister. Titizlik ister, temizlik ister. Evlilik için bile aynı şeyi söylerler. O bile derken, başta asıl o özen ister, dikkât ister, yenilik ister, tâzelenme ihtiyâcı duyar. Çocuklarımızla, dostlarımızla, komşularımız, akrabalarımız ve bizimle ilgili herkesle olan diyaloglarımızın tâzelik ve canlılığı çok önemli. Her ne ki; canlı ve heyecanlı olsun, parlak olsun istiyorsak, onun üstünün tozlarla kaplanmasına, bayatlamasına, paslanmasına ve durağanlaşmasına müsâade etmemeliyiz. Tıpkı, olukların akan kısmı temiz olduğu hâlde, arkaya bakan durgun kısmının çamur kütlesi hâline, dolayısıyla akışa geçit vermez hâle geldiği gibi.
Ne demişler; “Çalışan demir ışıldar.” , “Akarsu yosun tutmaz!” ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
16.07.2010 |
|
|

SÜNNET AYNASI
Yaz mevsimi deyince akla daha çok merâsimler geliyor. Söz, nişan gibi haberci olaylar diğer mevsimlere serpiştirilse de, sünnet ve düğün gibi bağlayıcı olaylar daha çok yaz aylarına, bir nevî sıkıştırılıyor. Öyle ki, çoğu merâsimler birbiriyle çakışabiliyor. Bunun sebebi, yaz aylarının tâtil ve hasat dolayısıyla, bir araya gelmelere daha müsâit bir zaman dilimi olması, iklim şartlarının da daha elverişli olması elbette. Lâkin, sonuçta her kes, nasîp olana katılıyor.
Güzel milletimiz, tüm bu hayâtî safhaların altını kalın çizgilerle çizmek adına, yaptığı merâsimleri günbegün daha bir boyutlandırıyor. Nikâhı bereketlendirmek, sünneti hareketlendirmek gâyesi etrafında işi neredeyse isrâfa ve lüzumsuz masrafa kadar vardırabiliyor. Sünnet işliyoruz, bak işte dînin bir güzel tavsiyesini yapıyoruz diyerek çıkılan yollarda yapılan bâzı hareketlerle bu güzel niyetler gölgede kalabiliyor. İş haramlara varabiliyor ve mâsum yavrularımızın hayat çizgilerinin köşe taşları su yerine başka şeylerle harçlandırılıyor maalesef. Rabbimiz, kaş yapayım derken göz çıkarmaktan korusun hepimizi. Âmin.
Yalnız, şunu kabul etmek gerekir ki, milletimizin, ötedenberi gelen çizgisinde gerçekten güzel hareketler ve âdetler var. Zamanla dejenerasyona uğramış olsa da, bunlardan birisi SÜNNET merâsimleridir hiç şüphesiz. Âileler, her erkek çocuk için, kendisini çocuğu ve çevresi adına bunu yapmaya mecbur görür. Tüm bunlar sebebsiz de değil. Çünkü, Sünnet merâsimleri, yine sünnete dayanıyor sonuçta. Zîrâ, Efendimiz(SAV) buyuruyorlar ki;
“Beş şey fıtrattandır: Sünnet olmak, kasıkları temizlemek, tırnak kesmek, koltuk altını temizlemek, ve bıyık kısaltmak.”
Şâmil İslâm Ansiklopedisi’nde verilen bilgilere göre, Sahabe-i Kirâm Efendilerimiz sünnet olayına önem atfederler, onun için ziyâfet verip eğlenirlerdi. Hattâ, eğlenceye iştirak konusunda titiz olan Abdullâh bin Ömer, sünnet yemeklerine iştirak ederlerdi.
Biz de, geçtiğimiz Pazar günü EMİRÂLP’in böylesi bir sünnet dâvetine katıldık. Komşular da yardımlaşmış, dâvet sâhibi evin bir üst katını da erkekler için açmışlardı. İşin ilginç tarafı, evin belirli yerlerinde küçük yapıştırmalarla notlar vardı. Meselâ aynanın köşesine yapıştırılmış, buna benzer olarak, evin giriş kapısında, mutfakta da etiketler göze ilişiyordu. Oralarda da eve giriş-çıkış duâları, yemek duâsı gibi peygâmberimizin yaptığı duâların Türkçeleri yazıyordu.
"Bismillâh. Allah'ın ism-i şerifini zikrederek evimden çıkıyorum. Bütün işlerimde Allah'a tevekkül ediyorum. Allah'ım, doğru yoldan sapmaktan, başkalarını saptırmaktan; hataya düşmekten, başkalarını da düşürmekten; haksızlık etmekten, haksızlığa uğramaktan; hürmetsizlik ve cahillik etmekten, yahut bunlara maruz kalmaktan sana sığınırım."
"Allah'ım! (Evime) her giriş ve çıkışımda senden hayır ve iyilik dilerim. (Hayırlı bir şekilde girmeyi ve hayırlı bir şekilde çıkmayı istiyorum) Allah'ım senin mübarek adını anarak (Bismillâh diyerek evimizden) çıktık. Rabbimiz Allah'a dayandık. Ey Rabbimiz sana tevekkül ettik (Sana dayanıp, sana güvendik)."
EMİRÂLP’in sünnet merâsimi KİTAP-SÜNNET’e uygun icrâ edilmek istenmişti. Bunun için KUR’AN tilâvet edildi. İlâhiler okundu. Sohbetler edildi. Konuşan Hoca efendiler sünnet hakkında bilgi verdiler. Nasîhatten de geri durmadılar:
“Değerli müminler, SÜNNET sâdece EMİRÂLP ve benzeri yavrularımıza yapılan işlemden ibâret değil. Bütün hayâtımızı kapsamalı. Nitekim, bakınız şu bulunduğumuz evde aynada yazanlara bakınız; aynen okuyorum:
“Peygâmber Efendimiz(SAV) aynaya baktığında şöyle niyâzda bulunurdu:
Allahım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzelleştir!
Sevgili kardeşler. Hâne sâhiplerini kutluyorum. Düşününüz ki, her aynaya bakışımızda bu duâyı yaptığımızı ve bu şuuru tâzelediğimizi düşünelim, hayâtımız baştanbaşa güzelleşmez mi? yüce Mevlâ hepimizi sünnet şuuruyla yaşayanlardan eylesin. Bu noktada bayanlarımıza çok görev düşüyor. Nitekim, böyle ayna kenarlarına iliştirilen notlar da daha çok kadınların işi oluyor. Bundan dolayı, yuvayı, yâni dünyâ evini dişi kuş yaptığı gibi, âhiret evini de yapacak onlar gibi gözüküyor. Belki, biraz da bundan dolayı; “CENNET ANNELERİN AYAKLARI ALTINDADIR”
EMİRÂLP’e, yüz bin kere MÂŞÂLLÂH! Sâdece Sünnet’ten dolayı değil. En sonunda kendisine verilen mikrofona; “SÜNNETİME KATILDIĞINIZ İÇİN HEPİNİZE TEŞEKKÜR EDİYORUM!” sözünü, dedesinin ve diğer bir sürü büyüklerinin de bulunduğu o ortamda, takılmadan ve de sesi titremeden söyleyebildiği için. Neme lâzım, şimdiki çocuklar bizim gibi değil. Onlar bambaşka zâhir. Rabbim nazardan, kötü çevre, etki ve arkadaşların şerrinden esirgesin.
Biz de sizlere teşekkür ediyoruz, SÜNNET’e uygun bir SÜNNET merâsimi düzenlediğiniz ve bizleri böyle ölçülü, güzel bir ortamda buluşturduğunuzdan dolayı. Yüce Mevlâ siz yavrukarımıza, daha nice güzel merâsimleri sevdiklerinizle berâber yaşamayı nasîp eylesi inşâllâh.
Cumâmız mübârek, tüm işlerimiz ve dâvetlerimiz bereketli olsun.
Hayât çizgilerimizin her safhası SÜNNET motifleriyle dolsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
15.07.2010 |
|
|
GÜZEL-NÂME
Ey güzel, sokaktan geçip giderken
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Gözlerden günâhı içip giderken
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Çapa gelmez, edeplere uymazsın
Âyet, hadis, öğüt, îkaz duymazsın
Ne büyüğü, ne sözünü saymazsın
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Örtülesileri açıp nereye?
Ahlâktan, hicaptan kaçıp nereye?
Neyin var neyin yok saçıp nereye?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Giyimciler, hep çıplaklık satıyor
Moda deyip ateşlere atıyor
Gönüllerde cehennem mi yatıyor?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Kötü örneklik var bir de ayrıca
Günâhı katlamak çok mu kârlıca?
Deliliğe verip, hem efkârlıca
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Nedir şu burunlar, edâlar öyle?
Gezersin pespâye sokakta böyle
Uyar mı bu bize, Hak için söyle?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Yaz dersin, güz dersin; tozar gidersin
Meçhûllere doğru uzar gidersin
Kendine kuyular kazar gidersin
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Dizileri izler, taklit edersin
Rollerin izinden sen de gidersin
Yaprağın dökülür, bir gün gidersin
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Ne kadar şirinsin, ne kadar hoşsun!
Lâyıktır dünyâlar peşinden koşsun!
Akıl yoksa, içmesen de sarhoşsun
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Söyler misin; seni sen mi yarattın?
Kara kaşla, elâ gözle donattın?
Kul iken kullara havalar attın!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
“Veren” alsa, görmeleri gözünden!
Akıl uçsa, eyleminden sözünden!
Ne yaparsın, derman gitse dizinden?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Namazdan, oruçtan uzaklardasın
Yalanda, yanlışta, tuzaklardasın
Yazıkta, yazlıkta, kızaklardasın
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Ne umarsın bu gidişin sonundan?
Haberin yok eteğinden kolundan!
Mes’ul değil midir insan “yol”undan?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Dedenin, ninenin yok mu hatırı?
Örflere, âdetlere çektin satırı
Nerelere gidip kurdun çadırı?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
“Güzelsin” der el üstünde tutarlar
Zevk ile safâda öne katarlar
Gezdirir-tozdurur; sonra atarlar
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Arzular peşinde hep koşa koşa
Hayâtı tükettin, geldin bu yaşa
Şimdi günâhlarla kaldın başbaşa
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Hâlâ bildiğinden şaşmaz gidersin
Pişmanlık yoluna düşmez gidersin
Bir kez Allâh deyip coşmaz gidersin
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Gelir bir de hep bilgiçlik taslarsın
Biri bir şey dese; hemen küslersin
Fazla sürmez, bir yerlere toslarsın
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Şâir, süslü sözden gelir mi fayda?
N’olur meşhur olsan, dünyâda, ayda?
İstikâmet nasıl, yol hangi rayda?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Nûrânî bak, sözü yine uzattın
Tam tadında pişmiş aşa su kattın
Gelin kıza kaynanayı arattın!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Kaynana, kaynata; hepsi latîfe
Hayat değil yalnız; pâzen, kadife
İşin ciddiyeti gelmez târife
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Bil ki sözlerimiz kardeşânedir!
Kalıp, kâlptekine bir nişânedir!
Hakîkâtsiz dünyâ bir virânedir!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
ORDU HAYAT GAZETESİ
13.07.2010 |
|
|

ÇAVUŞOĞLU DEYİNCE
ÇAVUŞOĞLU deyince akla ne geliyor en başta? Çoğumuza, sanırım Ulubey yolundaki kavşağı hatırlatıyor öncelikle. Burası Karadeniz-Akdeniz yolu dolayısıyla epey zamandır gündemde aynı zamanda. Dün köye giderken ilk defa DEDELİ VİYADÜĞÜ’nden geçtik besmeleyle. Hemen yukarısında ÇAVUŞOĞLU sapağı. Yol oradan Melet tarafına dönüyor. Eymür, Çatalkaya, Dereyolu derken, Mesûdiye üzerinden tâ Akdeniz’e ulaşacak. Çavuşoğlu’ndan
îtibâren de çalışmalar başlamış. Hayırlısı olsun. Rabbim cümlemize yapıldığını görmeyi
nasîp eylesin…
Ancak, bizim sözünü ettiğimiz ÇAVUŞOĞLU, Perşembe’yle alâkalı. Kendisinden,
ölüm yıldönümleri dolayısıyla sık sık söz ediyoruz. Hocamız Dîvan Edebiyâtı Profesörü
olan, dünyâ ilim çevrelerince tanınan seçkin bir ilim adamı. 1987’de Balıkesir-İzmir
karayolu üzerinde geçirdiği bir kazâda hayâtını kaybetti.
Dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi, Mâhir İZ hocamızın talebesi. Geçen gün
görüştüğümüz, Mâhir İZ’in en yakın talebesi Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK’e merhum ÇAVUŞOĞLU’yu sorduk. Kendisini tanıdığını, sık sık hocayla görüşüp sahasıyla ilgili
istifâde ettiğini belirtti:
“Milliyetçilik duyguları ağır basan, heyecanlı bir insandı. O günlerin
şartlarında sahasında otorite sağlam bir kültür adamıydı. İyi bir Eski Türk
Edebiyâtı Hocası, dolayısıyla Osmanlı kültürü âşıkıydı. Osmanlı kültürüyle
yoğrulmuş, Osmanlı muhibbi bir insandı. Mâhir Hoca’ya çok geldi gitti.
Ondan çok istifâde etti. Hocamızın, her sohbetine katılmasa da, bilhassâ
edebiyâtla ilgili sohbetlerine devam ederdi. Hepsine katılabilseydi çok
daha farklı olabilirdi. Hocamız öylesine feyizli bir insandı.
Mâhir İZ Hoca, dîvân edebiyatında otoriteydi. Sâdece ÇAVUŞOĞLU değil,
Avrupa’dan, Amerika’dan gelenler vardı ilim ve feyz almak için. Hamid
ALGAR bunlardan biri meselâ. Ona talebe olabilen herkes bahtiyâr bana
göre. ÇAVUŞOĞLU da bunlardan biri…”
Ancak, böyle değerli bir hocamızın gözden kaçırılması, gündemimize girmemesi
biraz düşündürücü. Ordumuz bu anlamda çok duyarsız gözüküyor. Bu anlamda,
kardeşi Gürbüz hanımla haberleşiyoruz. Onlar da bu durumdan muzdarip. Son
yazışmamızı gördüğünüzde duygu ve düşüncelerine muttalî olacaksınız. Kendisine
bu ayın başında şöyle bir mesaj gönderdim. O da, hemen akabinde cevaplandırdı. İşte yazılanlar: “Gürbüz Hanım, Ölüm yıldönümünde ağabeyinizle ilgili kendimce, yerel imkânlar ölçüsünde
gazetemizde bir şeyler yazacağım. Konuya dikkât çekeceğim. Ancak sizin bizim
kanalımızla iletmek istedikleriniz varsa değerlendirebiliriz. Her hangi bir yeni
çalışma ve de gelişme var mı? Sizin kaleminizle de olur, ve yâ biz sizden
aldıklarımızı okuyucularımızla köşemizde sizin adınızla paylaşırız. bu konu
soğumasın istiyorum. Bu hep böyle gitmez ya. Bir gün bir vefâlı çıkar, bir
himmet eden olur inşâllâh. Biz elimizden geleni yapalım da, gerisi ehli insafa
havâle olsun. Ben en azından, bir Mehmet ÇAVUŞOĞLU Biyografisi, ya da
ÇAVUŞOĞLU KİTABI yazılsın, kütüphânelerimizi renklendirsin istiyorum.
Sizler ya da başkaları yapabilir bunu. Ordu'nun buna ihtiyacı var. Mevcutlara
kızsak da, gelecek nesillerin suçu ne? diye düşünüyoruz âcizâne. Ordu'nun
kültürel aktivasyonuna katkı sadedinde yardımlaşmamızda, fikrî teâtîde
fayda var. Tabiî uygun ve de gerekli görürseniz. Takdir sizin... Durali Ağabey'e selâmlar, saygılar... N.K. “Aziz Kardeşim, Beslediğiniz güzel duygular için ne kadar teşekkür etsem azdır. Çavuşoğlu
öyle bir meyveli ağaç idi ki, gelen taşladı, geçen taşladı. Şimdi de öbür
dünyadan gelir de bizler birer "Hiç" oluruz diye korkmaktalar. Rahmetli,
adam yetiştirmek için üniversite değiştirdi, orada da rahat bırakılmadı. İlk ve
tek doktora öğrencisi Durali Yılmaz oldu. Sevincini görmeliydiniz. Bundan
sonra seyreylesinler neler yapacağımı, demişti. Ama kader izin vermedi. Durali
de çok şey yapmak istedi Çavuşoğlu için. Ama yoluna engeller kondu. Zor zahmet kitaplarından birini yayınlattı Kitabevi Yayınevinden çıkmıştı. Yayıncı,
Çavuşoğlu adına yarışma açacaktı, "Ödüllü Divan Edebiyatı-Şiir Yarışması."
Buna da engel çıktı. Söylesem şaşırırsınız. Ben bazı yerlerle irtibat kurdum ve
Çavuşoğlun için bir sempozyum yapılmasını istedim. İnşallah şeytanlar
uyanmazlar da yerine getirebilirim. Bunu size ayrıca uzun uzadıya anlatmak
istiyorum meseleyi sizinle paylaşmak istiyorum. Sizin için, yani gazeteniz için
yazı hazırlığına başladım. Ancak tatildeyiz Altınolukta. O yüzden biraz yavaş
ilerliyor. Durali, bir seri göz ameliyatı geçirdi. O sebeple biraz dinlenmesi
gerekiyor. O da size yardım etmek istiyordu... Aslında Ordu İl Teşkilatına
veya Gençlik Teşkilatına hatırlatmak gerek. Çavuşoğlu adını yaşatacak bir
etkinlik veya bir HATIRA KİTABI çıkartılmalı... Memlekette iki adam
görülüyor, biri Erol Güngör, -ki ona Kırşehirliler sahip çıkıyorlar.- Bir de
Cemil Meriç. Adına sıklıkla sempozyumlar düzenleniyor, anma toplantıları
yapılıyor... Bütün bunlar sevindirici olaylar muhakkak. Ancak başka aydınımız
yok gibi... Bir Mehmet Eröz, Bir Nihat Çetin. Bir Hakkı Dursun Yıldız. Bir
Bekir Kütükoğlu. Ve Erol Güngör'ü yetiştiren Mümtaz Turhan...Bunların
herbiri, sahalarında otorite olan hocalarımızdı. Allah rahmet eylesin... Bir Hayırhah insan çıktı ortaya ve Çavuşoğlu ve eserleri hakkında mezuniyet
tezi yaptırdı bir öğrencisine. Şimdi o tezi Eski Edebiyattan anlayan bir yiğit
adam çıkıp elden geçirecek ve yayına hazırlayacak. Elbette bu görev
öğrencilerine ve arkadaşlarına düşer... İşte kardeşim dert çooook, derman yok. Allah Kerim... Allah sizden bin kere
razı olsun. Yolunuz açık, ömrünüz bereketli olsun... Sağ ve sağlıklı olduğum
sürece sizin yanınızdayım. Benden isteğiniz ne olursa elden geldiğince yerine
getiririm... Allaha emanet olunuz... Baki selamlar Aziz Kardeşim. GÜRBÜZ
ÇAVUŞOĞLU merhumu, ölümüne ebced hesabıyla târih düşürdüğü
Mâhir Hocasıyla tevâfuk eden ölüm yıldönümünde rahmetle anıyor,
hepimize ve yöremize kültürel hareket ve bereket getirecek, yakınlarının
da gönlünü hoş edecek, kendisiyle ilgili hayırlı çalışmaların bir an önce
gerçekleşmesi dilek ve temennîsiyle bugünkü sözlerimizi de bağlıyoruz
ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
09.07.2010
|
|