Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4609255
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.71.254.143
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
25
MENCELOĞLUDAN ORDU İLÂHİYATA..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

MENCELOĞLU’DAN ORDU İLÂHİYAT’A…

Dünkü gazetemizde ön sayfada yer alan haberlerin en dikkât çekicisi, 100 kişilik Yatılı Bölge Kur’an Kursu yapımıyla ilgili olanıydı. Eğer karar verme noktasında bulunsaydım, ya da en azından haberden haberim olsaydı, bu haberi manşet yapmalarını teklif ederdim. Çünkü bu haberde benim için ve hepimiz için, Ordumuzun ve yurdumuzun geleceği için hayâtî denebilecek mâhiyette ipuçları var:

1-En başta, Müftü Vekilimiz Kemâl MENCELOĞLU Bey, nice asillerin yapmadığı, ya da yapamadıkları bir şeyi yapmış; kendi hizmet kolunda faaliyet gösteren tüm örgütleri, sendika, dernek ne varsa, hiç birini ihmâl etmeden, hepsini yanına almış. Kendisini tebrik ediyoruz.

2- Demek ki tüm personele kapılarını eşit aralıkta tutmuş. Adâletli ve sıcak davranmış. Hepsini kendi kanından ve canından bilmiş. Daha önce yaşanan dalgalanmaların önüne set çekmiş. Devam etmesine meydan vermemiş. Gönül birliğinin her şeyden önce geldiğini göstermiş. Burası çok önemli.

3-Kemâl MENCELOĞLU Bey, Müftü yardımcımız Saim ŞİRİN Bey de yanında olmak üzere, ekibiyle berâber, Ordu Gazeteciler Cemiyeti’ne ziyârette bulunuyorlar. Burada, Tâcettin SEVİNÇ Bey zamanında şekillenen, Veysel ÇAKI Bey’in projelendirip temel atma aşamasına getirdiği, câmilerimizin girişlerinde çizimleri yer alan 100 kişilik Yatılı Bölge Kur’an Kursu projesini tanıtmışlar.

4-Bu ziyâretleriyle zımnen, projenin topluma mâl edilmesi noktasında kendilerine yardımcı olunmasını ihsas ettirmişler. Bu yön de önemli. Çünkü, toplum olarak bir bütünüz. Hepimiz birbirlerimizin noksanlarını tamamlıyoruz. Herkesin her şeye yetişmesi mümkün değil. Yardımlaşmak da bu zâten. Bu birlik tablosunun devamı için duacıyız. Buna hepimizin, güzel Ordumuzun ihtiyâcı var. İşin, hizmetin ve de bilhassâ dînin-diyânetin aslında olması gereken de bu.

5-Bu bir milat bence. Bu adım, aynı gâyeye hizmet eden İmam-Hatip Lisesi ve benzeri kurum, kuruluş, sivil toplum örgütleri ve dernekleri de kapsayacak şekilde hâlelenmeli. Ordumuzun hayrına bir sağduyu plâtformu oluşmalı. Çünkü, sağduyunun dağınıklığı çok şeye mâl oluyor topluma. Millî-mânevî değerler çözülürken bu konuya el atacak hiçbir girişimin olmaması hepimizin sorumluluğu.

6-Herkes bir şeyler söylüyor. Havaalanı, teleferik, otopark, turizm, kültür vs. Ben de diyorum ki, İLÂHİYAT FAKÜLTESİ! Neden olmasın? Bize OR-Gİ gibi, TELEFERİK gibi, hep dünyâ UÇMAK’ları mı gerekli?! Âhirette uçma ihtiyâcı olmayacak mı? Bence hemen bir plâtform oluşmalı. İlâhiyât, ilâhiyât diye der der tepilinmeli! Bir düşünün bakalım; sizce de öyle değil mi?

7-Kemâl MENCELOĞLU Bey sözlerinin sonunu şöyle bağlıyor: “ Bu ziyâretimizi kabul ettiğiniz ve bizi bu şekilde ağırladığınız için teşekkür ederiz.” Teşekkür güzel de, gerekçesi düşündürücü! “Kabul ettiğiniz!” ne demek yâni; kabul edilmeyecek miydi? Oraya mürâcaat edip de kabul edilmeyen mi var? Elbette nezâketen söylenen ve söylenmesi gereken bu sözlerin zımnında hepimizde -az ya da çok- var olan bir çekingenlik de gizli gibi.

8-Bu bizim, sivil hayatta bile yakamızı bırakmıyor. Hoşgörü, tevazu, vakar gibi kavramları bahâne ederek kendimizi en arka sıralara yerleştirdik. Haberin verilişinde de kısaca değindiğim gibi, kendi varlarımıza bile bir türlü bizim deyip yapışamadık. Çünkü, belirli bir kesim olarak, yıllarca o kadar taarruza uğradık ki kendimizden şüphe eder olduk. Verilen her şeyi lütuf olarak algılamaya başladık. Bu psikolojiyi bir türlü üzerimizden atamıyoruz. Sonra da toplumda çığırtkanlar söz sâhibi oluyor.

9-Artık, iyilerin de en az kötüler kadar cesâret sâhibi olmasının zamânı gelmiş olmalı! Aksi takdirde, özellikle kentimiz ölçeğinde bu baş aşağı gidişle hep birlikte bir yerlere toslamamız mukadder. O zaman da kafamıza vurmanın hiçbir şeye faydası olmaz. Allâh(CC) korusun!

10-Resmîler resmî görevlerini, siviller de sivil olarak üzerine düşenleri el birliği ile yapma irâdesini gösterirlerse iyiliklerin atağa geçmemesi için sebep yok. Ordumuzda her şey var. Potansiyel çok iyi. Noksan olan şey; kendine sâhip ve ne yaptığını bilen, eli öpülesi, adam gibi bir adam.

11-Kemâl MENCELOĞLU Bey’e teşekkür ediyorum. Kemâl ismine yakışan olgun tavır ve anlamlı girişimleriyle, gerçek bir âmir örneği sergiledi. Bizi müftülük makâmı konusuna atfettiğimiz önemden dolayı tenkit edenlere, neden “müftü müftü” diye yazıp durduğumuzu gösterdi.

12-Ayrıca, sâdece belirli isimler değil, iyi niyetli ve adâletli olduktan sonra, bu hizmet potansiyeli ile herkesin bu işi güzelce götürebileceği iddiamıza örnek teşkil edecek bir tavır sergiledi.

13-Bir de, ne zamandır düşündüğümüz İlâhiyât konusunu dillendirmemize vesîle oldu. Ordu için neler yapılabileceği konusundaki düşüncelerimizin depreşmesine imkân verdi. Yükümlülüklerimiz noktasında intibaha getirdi. .

Sağ olsun, vâr’olsun; bu arada Cumâmız da mübârek olsun.

Gözleriniz nur, gönülleriniz sürûrla dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

14.01.2010


Mar`12
25
İNSAN ÇEŞİT ÇEŞİT; YER DAMAR DAMAR..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

İNSAN ÇEŞİT ÇEŞİT; YER DAMAR DAMAR…

Evet, “İnsan çeşit çeşit; yer damar damar.” Demişler. Bu bir Atasözü.

Hakîkâten, şöyle bir düşünürseniz birbirine benzeyen hiç yok neredeyse.

Ne huy, ne karakter, ne sîma, ne de boy-pos olarak, birbirinin tıpkısı olan yok.

Çevrenize bakın, sokaklara, caddelere, ekranlara bakın; bulamazsınız.

Mâlum, bizim aynı zannettiğimiz parmak izleri bile birbirinin aynısı hiç değil.

Kıtalar, ülkeler, kutuplar ve buralardaki insanlar, renkler, boyalar hep farklı.

Biraz benzer gibi olanlar da nâdirattan olduğu için haber konusu oluyorlar.

Hattâ, ünlülere biraz da olsa benzeyenler bunu ayrıcalık olarak görüyorlar.

Hâlbuki benzerlikte esas olan iyilikler ve güzellikler olmalı.

Nitekim, geçenlerde, görünüşte saf, asılda cin, bizim BAHO anlatıyor;

“Dün Cumartesi Pazarı’nın oraya doğru geliyorum. Bir genç gidiyor önüm sıra.

Cereyan çarpmış gibi dik saçları, ince uzun favorileriyle acaip bir görünümü var.

Kulağına eğilerek; “Delikanlı, ne kadar da Tarkan’a benziyorsun!” dedim.

“Teşekkür ederim, sağol amca!” dedi bana. Bundan büyük bir gurur payı çıkardı.

Hâlbuki ben ona iltifat için söylememiştim bunu. Gayem yanlışlığa dikkât çekmekti.”

Mânevî ve sosyâl anlamda da bu böyle. Herkesin huyu-suyu karakteri farklı.

En az parmak izi sayısınca olduğunu söylemek hiç de abartı olmaz.

Zîra hiçbir insanın ahlâk ve karakteri diğerine uymaz. Aslında bu bir zenginliktir.

Derin hikmetler vardır. Nitekim Hucurat Sûresi 13. ayette şöyle buyurulmaktadır:

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık

ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık.

Allah katında en değerli olanınız,

O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.

Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır.”

Dayımların anlattığına göre, rahmetli Küpüç Anamız da şöyle dermiş sık sık;

“Hayvanın alası dışında, insanın alası içinde!”

Her ne kadar nine naklediyorsa da, atayla birlikte söylemişlerdir mutlakâ!

Ama ne demek bu? Yâni, öylesine bir muammâdır ki insanoğlu çöz çözebilirsen;

anla anlayabilirsen. Hani ne derler; “Kavun değil ki koklayasın!” işte öyle.

“Yeryüzünde iki çeşit insan vardır: Birlikte yaşadıkları insanlara hayâtı hoş edenler,

Beraber yaşadıkları insanlara hayâtı zehir edenler.” Augiste BREAL

Hasan bin Ali de; “İnsanlar 4 sınıftır:

Bir kısmının iyiliği boldur, ahlâklı değildir.Bir kısmı ahlâklıdır, iyiliği yoktur.

Bir kısmının ahlâkı da, iyiliği de yoktur. En kötü insan budur.

Bir kısmının da hem iyiliği çok, hem de ahlâklıdır.

Bu da, insanların en iyisi ve en üstünüdür.” diyerek çeşitlendiriyor karakterleri.

Çeşit çeşit karakterlerle ilgili olarak uyarıcı sözler de büyük bir yekun teşkil ediyor.

İnsanların canı kötülerden çok yanmış olmalı ki, tecrübelerini paylaşmak istemişler:

Bir kötü kırk iyiyi bozar; kırk iyi bir kötüyü düzeltemez. ATASÖZÜ

Huysuz adamla kabrin bile yan yana bulunmasın. TATAR SÖZÜ

Taşların altında gizlenen akrep ve yılanlar değil, asıl tehlikeli olan;

insan kâlbinin sakladığı kötülüklerdir. VİCTOR HUGO

Büyüklerimizin askere ya da uzak gurbetlere gidenlere duâsı,

“Allâh iyilerle karşılaştırsın!” olur genellikle. Bu boşuna değil elbette.

Hayât ta bir yolculuktur. Bu anlamda hayat arkadaşı, iş arkadaşı, komşu, akraba;

bizimle ilgili, hayatımızın ufak ta olsa bir parçası olan herkes önemlidir.

Sevgili okurlar, duâmız şudur ki; Yüce Rabbimiz, bir ucu sonsuza varan

bu hayat yolculuğunda hepinizi, hepimizi iyilerle haşır-neşir eylesin,

öbür dünyâda da sâlihlerle birlikte haşr ü cem’eylesin ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

12.01.2010


Mar`12
25
HAYIRLI OLSUN
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

HAYIRLI OLSUN

7 Ocak Cumâ, gazete ve şirketimiz için önemli bir gün olarak târihe geçti. O gün varılan anlaşma sonucu olarak, eğer fark ettiyseniz, gazetenin lejandında bâzı değişiklikler yapıldı. Müesseseye, dışardan bir genel yönetmen geldi. Ayrıca, gazetenin yazı işleri müdürlüğüne de, içerden biri; aramıza kısa bir zaman önce katılmasına rağmen, yetenek ve performansıyla sizlerin ve bizlerin, hepimizin dikkâtini çeken, dinamik, yetenekli, genç bir arkadaşımız getirildi.

Sevgili okurlar. Gazetede bir yenilenme, canlanma söz konusu. Tekdüzelikten kurtulma, kabuğunu kırma çabalarındayız sizin anlayacağınız. Bunun tezâhürlerini, personel, kadro, dizayn, içerik ve açılım anlamında önümüzdeki günlerde hep birlikte yaşayacağız.

Tüm çabamız, güzel memleketimizin kültür ve irfanına güzelliklerin farkında ve bunları yaşatma, hattâ güzelliklere güzellik katma duyarlılığında bir bilinç düzeyi gelişmesinde ufak ta olsa bir pay sâhibi olmuşlardan olabilmektir.

İşte gazeteniz bu anlamda size, memleketimize ve ülkemize daha iyi hizmet etmenin arayışları içerisinde. Kültür ve irfanımız adına bir şeyler yapabilmenin, şehrimiz ve neslimiz nezdinde üzerimize düşen sorumluluğun gereğini en iyi şekilde îfâ edebilmenin sancısıyla kıvranıyor.

Bu gazete, mâlî anlamda birilerine âit olabilir, ama kurumsal olarak hepimizindir. Sizlerindir. Dolayısıyla onun her anlamda başarısı, getirdiği ses ve kattığı soluk hepimize âit olacaktır. İnşâllâh hep birlikte, elele Ordu kültür, sanat ve basın-yayın târihinde hatırı sayılır, bir hoş sadâ bırakabileceğiz.

Elbetteki gazete olarak yasal anlamda ve halk nezdinde belirli bir yer edindik. Kadro ve müessese olarak, Ordu piyasasında sağlam bir mevkîdeyiz. Ancak ilerlemenin sınırı yok. Dâima, ilerinin, bir adım daha ilerisi var. Bu noktada mevcut kalıpları zorlamak, yeni yollar denemek herkes için ve her anlamda zarûret olabiliyor.

Tevrat İŞLEYEN ismi Ordu basın târihinin sayfalarına yazıldı. Ordu Hayat Gazetesi’nin Cengiz KESKİN’den sonraki 2. yazı işleri müdürü olarak, kurulum sürecimizi başarıyla gerçekleştirdi. Sistemi oturttu. Yönetim ya da personelin, yeni bir kuruluş ve amatör kişiler olarak yapılabilecek acemiliklerin getirebileceği sonuçlara, meslekten biri olmamasına rağmen, dikkâtli ve hassas kişiliğiyle meydan vermemeyi başardı. Hattâ, yasal yükümlülüklere riâyet noktasında gazetemiz örnek gösterilen bir konuma geldi.

Kısaca söylemek gerekirse, Ordu Hayat Gazetesi’nin kurumlaşmasında Tevrat İŞLEYEN’in rolü büyük. O gazeteyi bir yere getirdi, gazete de onu. Başta ben olmak üzere birçoğumuz onu bu gazeteyle tanıdık. Ancak, yönetimin ekonomik ve kültürel anlamda açılım adına kendisinden beklentilerinin arttığı noktada, bünyesel bir yenileşmeye gidilebilmesi bakımından, gerekirse görevden affının söz konusu olabileceğini büyük bir olgunluk ve açık kâlplilikle ortaya koyunca yönetim kurulu da bu değişikliği uygun gördü.

Yönetim kurulumuz gazetede artık bir profesyonellik peşinde. Genel Yayın yönetmenliğine getirilen Mehmet SEYDİ, geçmişinde,  mesleğin çeşitli kademelerine dâir tecrübesi bulunan ekonomi, siyâset, kültür-sanat çevrelerinin ve halkımızın yakından tanıdığı bir gazeteci arkadaşımız. Recep ALTUN da bu işi meslek olarak seçmiş ve benimsemiş, Ordu basınının en genç ve yetenekli, gelecek için ümit vâdeden muhâbir gazetecilerinden.

Tevrat İŞLEYEN Bey’e müteşekkiriz. O artık, eseri olarak bakabileceği bu gazetenin bundan sonraki gelişimlerini sevinç, mutluluk ve gururla izleyecek. Gerektiği yerde duygu, düşünce ve tecrübelerini bizimle paylaşacak. Onun da, bizlerin de umut, beklenti ve duâsı müessesenin hayrı ve başarısı yönünde olacak. Çünkü o hepimizin eseri.

Kim, evlâdının hayrını istemez? Onun başarı ve mutluluğu için duâcı olmaz?

Hayırlı olsun. Allâh mahcup etmesin, ves’selâm…

TÂZİYE: Mehmet YILMAZ Amca, önceki gün binlerin katılımıyla uğurlandı. Herkes, iyiliğinden söz açıyordu. En önemlisi de burasıydı. Kendisine Cenâb-ı Hak’tan sonsuz rahmet, başta vekilimiz Enver YILMAZ Bey ve kardeşleri olmak üzere tüm yakınları ve sevenlerine sabr-ı cemîller niyâz ediyorum. Mekânı cennet olsun… N.K.

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

10.01.2010


Mar`12
25
ZAFER-İ MİLLÎ Mİ, GAYR-İ MİLLÎ Mİ?
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ZAFER-İ MİLLÎ Mİ, GAYR-İ MİLLÎ Mİ?! 

“Ey îmân edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar(putlar), fal ve şans okları birer

şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” Mâide 90

Yüce Mevlâmız, bize olan sevgi ve şefkâtinin tezâhürü olarak, ayrıca aklımıza ve gönlümüze hitap ederek, insanın nefsine hoş gelebilecek bu işleri yasaklamasının gerekçelerini de sunuyor:

“Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi,

Allâh’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” Mâide:91

Bunun örneklerini fert, âile ve toplum olarak her gün, her an yaşıyoruz. Her şey param parça. İnsanlar mutsuz. Âileler dikiş tutmuyor. Çocuklar güvensiz. Gençler hırçın. Toplum gergin. Âyet açık. Gerçekler ortada. Buna rağmen bu insanların yaptığı ne?

Yıl başı bahânesiyle yepyeni bir ahlâk ediniliyor. Peygâmber Efendimiz’in(SAV) “Kim bir kavme benzerse ondandır!” hadîsi unutularak bambaşka bir yörüngeye giriliyor.  

Yılbaşı bir hayat tarzıdır. Basite alınan, n’olurmuş yâni denilen, ancak yılbaşından yılbaşına toplumu dönüştüren ve kendi âleminden koparan bir sinsi olgudur.

Batının kirli kültür ve ahlâkının Beyoğlu yakasından ülkemize girdiği kabul edilir. Yayılmasının da mâsum pozlar takınan yılbaşı kutlamalarıyla olduğunu rahatlıkla söylemek mümkün.

Daha yakına kadar televizyonlardaki yılbaşı gecesi programları tartışma konusu olurdu. Şimdi her gece, o yılbaşı gecelerini fersah fersah öteye geçti; ahlâksız programlarıyla. Dolayısıyla, bu işin geriye dönüşü de buradan başlayacak. Yılbaşı kültürü bizim hayrımıza değil. Âyette yasaklanan ne varsa orada çünkü, her şeyden önce.

BU DOLMUŞ HANGİ MAHALLEYE GİDİYOR?

Giyim(sizliğ)iyle, kuşam(sızlığ)ıyla, falıyla, piyangosuyla, fişeğiyle, okuyla, Noel Babasıyla, çamıyla, çardağıyla, kadehi-bardağıyla ap-ayrı bir dünyâyı temsil eden bu kervan bize âit olabilir mi? Hangi gerekçelerle dolduruşa gelip böylesi dolmuşlara binebiliyoruz ve de bu dolmuşların bizi nereye götürdüğünü hiç sorma ihtiyacı duymuyoruz!

Öyle ya; bu dolmuş hangi mahalleye gidiyor?

Zafer-i Millî’ye mi yoksa gayr-i millîye mi?

Bizlere geçen yılları lûtfeden, yeni yıla eriştiren Allâh’a şükrümüz bu mu olmalı? O’nun tüm yasakladıklarını bir araya getirip fütûrsuzca yaparak, emirlerine karşı bayrak açmışçasına bir tavır sergilemek hangi tür babayiğitlik kapsamına giriyor?

Bu dünyâya gelmek elimizde olmadığı gibi, gitmek te değil. Her şey Allâh’ın hâkimiyetindeyken bu aykırı taşkınlıklar neyin nesi? Bu taşkınlıkların sonunun ebedî şaşkınlık olacağı hiç akıllara gelmiyor mu?

“Elif, Lâm, Râ. Bunlar Kitab’ın ve apaçık bir Kur’ân’ın âyetleridir.

İnkâr edenler zaman zaman, keşke biz de Müslüman olsaydık diye arzu ederler.

Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!” Hicr 1-3

            Görüldüğü gibi, sâdece yeme-içme-eğlenme eksenli hayât müslümanca bir hayâtın kodlarını ifâde etmiyor. Bırakın başkalarına benzemeyi bir yana, her şeyi olduğu gibi, yıl başını da bir eğlence bahânesi yapmak, hem de en başta zikredilen ayetteki tüm yasaklarla karıp katarak mâcunlamak, allayıp-pullayıp piyangolamak ancak bu âyetin net olarak ifâde ettiği OYALANMA kapsamına girebilir.

ÖMÜR BİTER, YOL BİTMEZ!

            Yılbaşı değil, yol başı! “Her sabah güneş yeniden doğar. Her gün taptâze bir başlangıçtır.” Yılbaşı denilen gece geçti. Şimdi tevbe zamânı. Hem fert hem de millet olarak.

Tevbe, yanlışı görmek, gerçeğe dönmektir. Rabbimiz, et’Tevvâb-ür’Rahîm’dir. Tevbeleri çok kabul edendir; merhametlilerin en merhametlisidir. Yılbaşı ahlâkı iyi bir ahlâk değil. Yediriyor, içiriyor, kendimizden geçiriyor. Aklımızı başımızdan, bereketi toprağımızdan taşımızdan alıyor. Allâh’a dönelim, ahlâka dönelim, medeniyet, millet ve âidiyetimize yakışan çizgiye gelelim.

Sevgili okurlar. Onca çılgınlık ne kazandırdı bize, ülkemize, toplumumuza? Geriye ne kaldı günâhlardan başka? Ama, her şeye rağmen tevbeler kabûle hazır. Eğer, yılbaşı mahmurluğu ve sarhoşluğu atılabildiyse artık aklımızı başımıza alalım.

Câmileri, cumâları hayâtın merkezine alarak, kodlarımızı gözden geçirelim. Sistemin yanmaması için, bilinçli hareket etmeye, yanlış bağlantı yapmamaya âzamî gayret gösterelim.

“Dünyâ hayâtı ancak bir oyun ve oyalanmadır. Âhiret yurdu ise günâhtan sakınanlar için daha hayırlıdır. Hiç akıl etmez misiniz?” (En’âm Sûresi:32)

Cumânız mübârek olsun. Yüce Mevlâ cümlemizi oyalanma kapsamına girmekten muhâfaza buyursun. Takvâ yolunu tercih edip, âhiret hassâsiyetiyle yaşayanlardan  eylesin!

Onlar bir fenalık yaptıklarında yahut kendi kendilerine haksızlık ettiklerinde Allah'ı anar ve günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlar? Onlar işlediklerinde bile bile ısrar etmezler.

Onların mükâfâtları Rableri tarafından bağışlanmak ve içinde sonsuza kadar kalacakları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Çalışanların mükâfâtları ne güzeldir!”

(Âl-i İmrân135-136)  

Anlayanlara, dinleyenlere müjdeler olsun, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

07.01.2010


Mar`12
25
İŞTE, GERÇEK USTALIK BU
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

İŞTE, GERÇEK USTALIK BU!

Dünkü yazımızda kısmen değindiğimiz, gerek gazete, gerek okuyucu, gerekse ana-baba, eğitimci, siyâsetçi ve yöneticiler olarak nesillerimize karşı sorumluluğumuzun boyutunu pekiştirme sadedinde bu gün de, dünyânın gelmiş geçmiş en büyük mîmarlarından olan medâr-ı iftihârımız KOCA SİNAN’ımızdan bir örnek sunacağız.

Bilgi bize, bizi tanıdığı, soyadından da Ordulu olduğu anlaşılan bir arkadaşımızdan, elektronik posta yoluyla geldi. Kendisini sevgi ve yaygıyla selâmlıyor, sizler ve kendim adına teşekkürlerimizi sunuyorum. Metin şöyle:

KEMERLERDEKİ CAM ŞİŞE

Selamüaleyküm, aşağıdaki yazı başka bir listeden geldi, hoşuma gitti ve sizlerle paylaşmak istedim...Allah'a emanet olun,Ömer ÇEBİ:

Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebası Camii´nin 1990´lı  yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıkları bir olayı televizyonda şöyle anlatmıştı:

Cami bahçesini çevreleyen avlu ihata duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaa edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşaası ile ilgili pratiğimiz yoktu.

 Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık.

Kalıbı yaptık. Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.

Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu:

MÎMAR SİNAN’DAN MEKTUP

"Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşâ edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum."

Koca Sinan mektubuna böyle başladıktan sonra, o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu´nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşâsını anlatıyordu.

GELECEĞE UZANAN SORUMLULUK

Bu mektup bir insanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir.

Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarın erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.

Ömer ÇEBİ kardeşimizden gelen gönderi bu. Böylesi hassâsiyetlerden habersiz ebeveynlerin kanatları altında yetişen, gerçeklerden habersiz başıboş nesilleri sokak ve caddelerinde oraya buraya savuran doğa hârikası, güzeller güzeli bir yörenin zenginlerine, mîmarlarına, toplum mühendislerine, bilhassa eğitimci, siyâsetçi, basın-yayın gibi nesillerin ve ülkenin geleceğinde söz sâhibi olan tüm etkili ve de yetkili ilgililerin dikkâtlerine, fevkâlâde ehemmiyetine binâen arz’olunur ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

05.01.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 85 86 87 88 89 [90] 91 92 93 94 95 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4591)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...