AHŞAP ANAHTAR’ın KADERİ
Geçen hafta ortası Ankara’daydım. Aynı gün FâtihHan ÜNAL Bey de oradaymış. Fakat ben Ordu’ya döndüğümde öğrendim. Sn. M. Hilmi GÜLER Bey’in de Ordu’da olduğu bu günde İl Başkanımızın Ankara’da oluş sebebini iki gün sonra Ordu’da yaptığı ve Belediye başkanlığı aday adaylığı için İl Başkanlığı görevinden istifâsını açıkladığı basın toplantısı bağlamında öğrenmiş olduk. Hayırlı olsun. Bizim böyle şeyler haddimize değil. Burada bulunuş sebebimiz sâdece ve sâdece sağlık. Üç ayda bir kontrol için geliyoruz.
Verilen randevudan bir gün öncesi akşamı saat 21.00’de otobüse biniyoruz. Sabah 6-7 arası Ankara’da iniyoruz. Önce hastânede tahlilleri verdikten sonra, öğleden sonraki konsültasyona kadar şöyle Kızılay’a doğru bir turluyoruz. Geçerken mutlakâ Sıhhiye’deki Türkiye Diyânet Vakfı Yayınevi’ne uğruyoruz. İsterseniz uğramayın. Tam yolunuzun üzerinde. Kültür ve irfânımıza hitap eden kitap, dergi vs. türünden her çeşit yayını orada görmek mümkün. İster alın ister almayın; incelemek serbest. Yeni yayınlarla tanışıyorsunuz. Gözünüz-gönlünüz doyuyor kitaplara. İllâki bir şeyler de alıyorsunuz netîcede. Kriz de olsa, eliniz boş çıkamıyorsunuz buradan. Kitaplardan mı utanıyorsunuz, kitapçılardan mı, yoksa kendinizden mi; bilemiyorsunuz!
Bu defâ, evdeki herkese birer adet yayın düşüncesiyle iki kitapla iki dergi aldım. Ankara günlerimin ekseninde hep hastâne olduğu için psikolojim de buna göre oluyor herhâlde. Belki bundan dolayı, dikkâtimi çeken kitaplardan ilki, Said ALPSOY’un MEZARDA NELER YAŞANIR? adlı eseri oldu. Diğeri de yine aynı yazarın, KUR’AN DUASI kitabı. Kur’an’da geçen duâları metin ve meâl olarak veriyor. Her iki kitap da başucu kitabı niteliğinde. Her ikisi de, hem kâğıt hem de içerik olarak çok güzel ve pratik. Özellikle 1. kitap çok güzel fotoğraflar ve motiflerle bezenmiş. Oldukça albenili, yazarın tüm diğer kitapları gibi.
Dergilerden KÜLTÜR, neredeyse kitap boyutunda. Baskı, kâğıt ve muhtevâ olarak da çok güzel. Bu sayının kapak konusu OSMANLIDA ÇOCUK. Tek kelimeyle mükemmel. Büyük oğluma verdim. İnceliyor. KUR’AN DUÂSI’nı da küçüğüne. Okumayı yeni söktü. İlk okuduğu kitaplardan olacak bu. Okuyor da mâşâllâh. Hep okumasa da, kendisini böyle bir kitapla denemesi bile güzel.
- Elif-Be kısmını da yazın öğrenirim değil mi babacım? diyor.
- Evet oğlum. Tabiî. İnşâllâh diye cevaplıyorum gözlerinden öperek.
Duâyla başladı, duâyla gider ve bize de dâimâ duâ eder inşâllâh. Yukarda sözü edilen ilk kitabın adının ilhâmiyle, onların duâları sâyesinde mezarda güzel şeyler yaşarız inşâllâh.
Son olarak gözüme takılan Sincan istasyonu adlı bir dergiydi. Hem kâğıt, hem baskı tekniği îtibârıyle ağır başlı olduğu gibi, muhtevâ olarak da doyurucu geldi bana. Şiirler sardı beni. Yazılar, değerlendirmeler ve değiniler de. Aylık çıkıyor. Elimdeki Kasım 2008’e âit ve 15. sayı. Öğleden sonra, konsültasyonu müteâkip de tahlil verilebilir düşüncesiyle tehir ettiğim, ancak ikindiden sonra fakülte kantininde kendime çekebildiğim çay ziyâfeti esnâsında incelediğim derginin sâhibi ve yazarı olan Abdülkadir BUDAK ismi hiç yabancı gelmedi bana. Ordu’ya döndüğümde kitaplığımda Can yayınlarından çıkan AHŞAP ANAHTAR isimli kitabını buldum. Kapağı açtıktan sonra, 2. yaprakta yazarın,
Sevgili kardeşim
Sevdenur Kahraman’a
çelik bir dünyânın önünde
ahşap bir anahtarla
kalmaması dileğiyle…
9.6.2001, Ordu
şeklinde güzelce ve özenle yazıp imzaladığı ifâdeleri gördüm. Yazar, büyük ihtimâlle, Türkiye Yazarlar Birliği Ordu Şûbesi olarak düzenlediğimiz bir ŞİİR ŞÖLENİ dolayısıyla Ordu’ya gelmişti. Orada tanışmış, kitap imzalatmıştık.
Derginin sahip ve yazarı Abdülkadir BUDAK’ın yukarda sözü edilen kitabından, derginin ismine yakın ad taşıyan bir şiirle yazımızı bağlamak yerinde olacak gibi. Şiir güzel; arı-duru. Gel gör ki kitapta,herkesin anlayamayacağı, anlasa da yanlış anlayabileceği, bu şiirde olduğu gibi, “acabâ kader anlayışını red mi ediyor, inançlara saygısız mı?” şeklinde sorular akla getirebileceği yerler var. Buna gerek var mı? Çocuklarımızının kafasını karıştırıp durmanın âlemi ne?
Sanatın, edebiyatın câzibesini kullanarak, gençleri meçhûl bir boşluğa savurmanın kime, ne faydası var? İnanç gibi hassas ve çok önemli bir konuda şaka yapmak bile, yaratana karşı en azından saygısızlıkken, sanat yapıyoruz diyerek ulu orta mısrâlar döktürmenin, duygu ve düşüncelere hangi özellik ve güzellikleri, davranışlara hangi erdemleri kazandırabileceği merak konusu!
Kararı, şiiri okuduktan sonra siz verin sevgili okuyucular. Şiir özde güzel, sözde duru. Ancak inançta bulanık. Peki ne anladık bu işten? Söz ustalığı yapacağız derken her şeyi kırıp-dökmenin, yüzüne-gözüne bulaştırmanın ya da yanlış anlaşılacak yerlerde dolaştırmanın gençlere faydası ne? İşte örnek bir şiir, buyurun; karar sizin:
BABAM VE İSTASYON
Yazgı diye bir şey yok, olduğunu sanırsın
Buluşması imkânsız rayları düşününce
Şaşırırım, ben bir göle düşerim
Gölde açan nilüfer olmuşken anne
İstasyonu düşünürüm, babam gelir aklıma
Buluşması imkânsız raylar ile birlikte
Tahta asker bavulu, seferberlik günleri
Babam kaybedilmiş hayat denen cephede
Çoktan çekildi o göl nilüferler de
“Yazgı diye bir şey yok!” ha sayın şâir. Ya bu yazdıklarımız, ya bu başımıza gelenler ve gelecek olanlar ne? Benim evimde mevcut olan ve yıllarca her gün karşısında saatlerce oturduğum AHŞAP ANAHTAR’a, Ankara üzerinden Sincan İstasyonu yoluyla ulaşmam KADER değil de neyin nesi acabâ; söyleyebilir misiniz?
ORDU HAYAT GAZETESİ
01.12.2008