CEZÂYİR’E GELEN TEBRİK
Hayâtımın gurbet dönemlerinin en hoş meşgâlelerinin mektup ve tebrik yazmak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Gerek askerlik, gerekse yurt dışı staj günlerimde sağ elimin orta parmağının, bilhassa bayrama tevâfuk eden zaman dilimlerinde nasırlaştığına şâhit oldum. Tabiî, her iki gurbette de daktilom yanımda değildi ve bilgisayar denilen nesne de ülkemizin henüz gündemine girmemişti.
Şimdi size, özellikle, gönderdiklerim ve bana gelen tebrik sayısı konusunda rakam telâffuz etsem mübâlağa gelebilir. Bu kadarı da gereksiz dedirtebilir. Ama ben, beni yazmakla, çizmekle meşgûl eden, sevdiklerimle aramda köprü olan, zamanlarımın hayırla değerlendirilmesine vesîle olan bu meşgâlelerden râzıyım. Öteden beri, bana yazanları cevapsız bırakmamaya çalışıyorum. Tıpkı, bu yazılarda da gördüğünüz gibi, hâtıra yazmam için defter veren herkese, neredeyse haddinden fazla denilebilecek kadar yazdığım gibi.
Çok uzaklarda, askerdesiniz; her gün değişik yörelerden, değişik boy ve ebatta, değişik manzara ve motifli, ayrı ayrı karakterli yazılardan oluşan, her biri kendi orijinalitesi içerisinde ayrı ayrı muştularla gelen 8-10 kart ne demektir? Onlarla en az birkaç hafta idâre edersiniz, değil mi?
Lâkin, şimdi cep telefonları var. Bir mesaj yaz, aynı mesajı at atabildiğin kadar. Nereye, havaya! Ne, kart almak için dolaşma, en güzellerini bulmak için araştırma, ne elle dokunma, ne postacı yolu bekleme, ne iç ceplerde ya da kitap, defter arasında saklama, kartların manzarasına takılıp, ara-sıra dalıp gitme. Hiç biri yok! Hâlbuki kartı saklarsın. Bir yerde unutsan bile yıllar sonra çıkar karşına tekrar, tüm sıcaklığıyla. Onlar her karşınıza çıktığında dostluğunuz tâzelenir. Duygularınız perçinlenir. O yıllar hayâlinizde canlanır. Rûhunuz heyecanlanır. Tıpkı kardeşimin tebrik’inin yıllar sonra elime geçip bu yazıyı yazmama vesîle olduğu gibi. Şimdiki mesajlar anlık, uçup gider bir zaman sonra; tıpkı dostluklar gibi. Demek ki her şeyin mâhiyeti ya da ölçüsü kendi çağına göre oluyor.
1989-90 dönemi, bir ders yılı, Millî Eğitim Bakanlığı’nca, branşımla ilgili staj yapmak üzere Cezâyir Üniversitesi’ne gönderilmiştim. Dünyâda, biz Türkleri en çok seven insanlar arasında geçen 9 aylık süre hayâtımızın bol istifâdeli en güzel günleri arasındaki yerini aldı. Daha önceleri olduğu gibi, biz döndükten sonraki yıllarda da çok sıkıntılar çeken bu kardeş ülkenin güzel insanlarının, başlarına musallat olan -ve tâ 1830’larda bizi birbirimizden koparma süreciyle başlayan sıkıntılarının bir devâmı niteliğindeki bu günkü -belâlardan bir an önce kurtulmalarını niyâz ediyoruz.
Her neyse. Târih, 16 Mayıs 1990. Cezâyir’deyim. 10’larca zarf arasında büyük boy olanlardan biri kız kardeşim Ayşe’ye âitti. Ben daha önce kendisine tebrik göndermiştim. Yeğenlerim için de ayrı ayrı kartlar yazıp, esprili özel hitaplarda bulunmuştum. Kardeşimin gönderdiği zarfı, daha ilk bakışta el yazısından tanımıştım. Zâten üzerinde Piraziz PTT damgası da vardı.
İkiye katlanan, iki taraflı, mektupvâri olarak doldurulmuş bir kartpostal. Ön yüzündeki tasarım yarı fotoğraf, yarı resimden oluşuyor. Aydın Kartpostalın 128 kod numaralı kartının arka yüzünde, “Eminönü tarafından Yeni Câmi ve Boğaz Köprüsü” yazıyor. Beyaz silûet şekliyle ön plâna çıkarılmış Yeni Câmii’n minâre ve kubbeleri üzerinde martılar uçuşuyor. Kartta yer alan yazılar şöyle:
Es’Selâmü Aleyküm
Canım Abiciğim;
Ne güzel tesâdüf! Hani, “kâlp kalbe karşıdır” derler ya;
bu sefer aynen öyle oldu. Şöyle ki;
3 yıldır eline doğru-dürüst kâğıt-kalem almayan ben;
bu bayramda azıcık varlığımı duyurayım hiç olmazsa dedim
ve masanın başına oturdum. Önce,
Edirne’deki okul arkadaşlarım Nebiye ile Selviye’ye yazdım.
Sıra, tam sana gelmişti ki;
hemen o ara Muhsin Bey elinde kartlarla gelmesin mi!?
Kısacası, bizler de senin bayramını “Bilmukâbele” kutluyoruz.
Sana sevgilerimizi yolluyoruz. Kartların herkesin çok hoşuna gitti.
Çocuklarım, sizin gibi dayıları olduğu için çok şanslılar.
Tabiî ben de. Rabbime şükürler olsun.
Çocuklara yazdığın kartlar ve onlara hitap tarzın
Muhlis Âbimizin de çok hoşuna gitmiş olacak ki, bayağı güldü.
Kısacası, hoş sürprizine teşekkürler. (Allâh cc râzı olsun. Âmin)
Abiciğim; seni çok özledik.
Dileğimiz, bir an evvel memlekette bizimle olman.
Buralarda herkes iyi; senin dönmeni bekliyorlar.
Oralarda bulunmanın hakkını vermeye bak.
Gelince bize ve yeğenlerine bol bol anlatırsın.
Hepimiz istifâde ederiz.
En içten sevgilerimle…
Kardeşin; Ayşe AYDIN, Piraziz
Şimdi ben de meraklandım. Yeğenlerime yazdığım kartlar duruyor mu acabâ? O günkü sevecenliklerine ithâfen neler yazmışımdır, kim bilir? Onlar da, ben de görmek isterim. Lâkin, gönlün istediği her şey olmaz ki bu dünyâda sevgili yeğenler. Çünkü bu âlem fânîdir; fenâ, yâni, yokluk âlemidir bu âlem. Gurbettir. Gerçek varlık ve sıla ötede.
Orayı unutmayalım. Orayı unutturan yolu tutmayalım. Ki, Rabbim bizi rızâsında buluştursun. Hiçbir gölgenin olmadığı günde, Arşının gölgesine doluştursun. Bu minvâl üzere hepimize hidâyet ve istikâmetler ihsân eylesin. Âmin. İşte gerçek bayramımız o zaman olacaktır.
Yaklaşık 20 yıl sonra bugün de buradan yine, sizlerin, okuyucularımızın, milletimizin ve tüm İslâm Âleminin bayramını kutluyor, nicelerini daha güzelleriyle yaşamak dilek, arzu ve temennîsi, ayrıca öteden beri bayram duygu ve düşüncelerimizi yansıtan bir dörtlük ilâvesiyle berâber selâm, sevgi ve saygılar sunuyorum:
HASRET
Müslümanlar dardadır, varlığa hasrettir hep
Zillet çukurundadır, dirliğe hasrettir hep
Mazlumlar âhı için nasîp eyle YâRabbî
Gerçek bayramlarımız, birliğe hasrettir hep…
N.K.
ORDU HAYAT GAZETESİ
05.12.2008