Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4606811
 Sitede Aktif: 2
 Ip: 172.69.17.99
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Blog

RSS Takip Tavsiye Et İndir (.doc) Okunma: 1248
AKROSTİŞ YAZILARI

AKROSTİŞ YAZILARI-2 AKROSTİŞ YAZILARI

YÛSUFLU SABAHLAR

Geçtiğimiz Ekim ayının son günleri. Bu sıralar sabah namazından sonra yatmıyorum genellikle. Mevsim bu imkânı kolaylaştırıyor bize. Bu süre zarfında kahvaltıya kadar, ya kitaplarla meşgûl oluyorum ya da yazıyorum. Gazetelere bakıyorum. Kupür kesiyorum. Ajandama notlar düşüyorum. Ocağa çay suyu koyuyorum. Sabahları ıhlamur, kekik ya da nâneyi tercih ederiz çoğunlukla. Kara çay içmek istediğimiz de oluyor zaman zaman. Onu da bizzat kendim demliyorum.

Bir yanda çay demlenedursun. Masada bilgisayardayım. Derken kedi misâli bir karaltı sokulur yanıma genellikle, sessiz-sedâsız. Yarı pütürlü, kırışık ve de kıvrışık sesiyle odanın sessizliğini bozar:

-          Hayırlı sabahlar baba!

-          Hayırlı sabahlar yavrusu. Sen selâm vermesini bilmiyor musun?

-          Biliyorum.

-          Hadi bir de selâm ver!

-          Selâmün aleyküm!

-          Aleyküm selâm. Sen miydin gelen? Hoş geldin çocuk. Gel öpeyim.

Sizin anlayacağınız, Yûsuf Kerem de benimle birlikte sabahı yaşayanlardan. Benim yanıma uğrayıp neşvesini bulduktan sonra, çoğu defâ odasına gidip oyuncaklarıyla oyalanıyor. Akşam bıraktığı yerden devam ediyor. Kendince şehirler kuruyor, yollar, köprüler, viyadükler yapıyor, yükler taşıyor. Bu arada ağzından mırıltısı hiç eksik olmuyor. Bazen ezan, bazen ilâhi, bâzen de şarkı-türkü söylüyor. Her telden programı gibi bir şey sizin anlayacağınız:

-          Oğlum, ne güzel söylüyorsun şarkıyı. Kim öğretti, nerden öğrendin?

-          Bizim serviste çalıyorlar.

-          Âferin oğlum. Hemen de öğrenmişsin! Ne güzel öğrenmişsin!

Demek ki çocuklarımız için hangi servis olduğu, içerde hangi müziklerin çaldığı, hattâ

şoförün ya da yardımcılarının kişiliği dahî çok önemli. Onlar da bir nevî öğretmen. Tıpkı anneler-babaların, ustaların, tüm toplum fertlerinin görenek yoluyla birbirlerinin öğretmenleri oldukları gibi. Bu anlamda, kötü örnek olmamak, yanlış şey öğretmemek, dolayısıyla kimsenin felâketine sebep olmamak adına herkesin çevreye iyi görüntü vermeye kendisini programlaması, hattâ zorlaması gerekiyor.

Evet, Yûsuf sabahları bâzen, çok nâdir de olsa, akşamdan kalan ödevleri varsa onları tamamlıyor. Yanımda-yöremde pervâne kesiliyor kalan zamanlarda. Hattâ, oyunlarını da benimle oynamak, derslerini de birlikte yapmak istiyor. Bunun hâricinde bir şeyler sorar ya da anlatır. Belki ilk yıl ilk heyecandan olsa gerek; öğretmeninden, arkadaşlarından, okuldan söz eder sık sık:

-                            Baba, biliyor musun, öğretmenim öptü beni dün. Şimdiye kadar hiç öpmemişti. Âferin dedi. Ödevimi beğendi. O beni çok seviyor.

-                            Sen de onu seviyor musun?

-                            Evet. Babacııım, var ya, bizim öğretmenin evi şu öte tarafta. Yakın. Câmiye gidiyoruz ya; hemen orda.

-                            Nereden biliyorsun?

-                            Dün bahçede oynarken evimizin önünden geçti. Evine girerken gördüm.

-                            Yâ, demek öyle!

-                            Evet. Hem, bizim öğretmenin annesi hacca gitti, biliyor musun?

-                            Bilmiyorum.

-                            Annem söyledi ya. Sana anlatmadı mı? Garajda görmüş, giderken.

-                            Pek güzel! Sen de gidicek misin büyüyünce?

-                            Gidicem baba. Orda Kâbe var değil mi; Allâh’ın evi?!

-                            Evet oğlum, âferin! Nasıl da biliyor benim çocuğum!

Biraz da peltek konuşuyor. Harfler, küçük, yarı çürük siyah dişleri arasından sürtünerek çıkıyor gibi.

Gördüğünüz üzere Yûsuf, sabahın güzelliğine tatlılık katıyor tavırlarıyla. Kelebek gibi bir oraya bir buraya kanat çırpıyor. Baharlaştırıyor zaman dilimlerimizi. Peygâmberimiz (SAV) “Çocuk kokusu, cennet kokularındandır.” buyuruyor. Atalarımız da, “Çocuklu ev Pazar, çocuksuz ev mezar!”,“Çocuksuz ev susuz değirmene benzer!” diyerek çocuğun âile ve toplumdaki yerlerini en güzeliyle ifâde etmişlerdir.

Sözün tam burasında, Ümit Çiçekleri adlı kitabımızda yer alan ve rahmetli A.Câhit ZARİFOĞLU Ağabeyimizin Zaman Gazetesi’nde yazdığı 80’li yıllarda, sevimli bulduğunu belirterek köşesinde yer verdiği bir şiirimi, konuyu da tamamlar nitelikte olması hasebiyle buraya alıyorum. Bakalım siz de uygun görüp beğenecek misiniz? 20.01.09

 

    FARK

En çok,

Çiçek ve Çocuk

Birbiriyle

Benzeşir

 

Yalnız;

Biri,

Baharla gelir

Biri,

Bahar getirir!..

     

GAMZEM SUYU!

Sevgili Anneciğim, Babacığım;

Bir tanecik ablacığım,

Dünyâlar tatlısı afacanlarım!

Sizleri nasıl özledim anlatamam!

Her ne kadar burada iyi olsam da

Hiçbir şey âilenin yerini tutmuyor tabiî.

Âile hep özleniyor, yokluğu her zaman hissediliyor.

Bayramda birlikte olamıyoruz.

Daha önce birbirimizden ayrı bayram geçirmemiştik.

Çok büyük bir boşluk olacak benim için.

Evimizin, o tatlı bayram telaşını yaşayamayacağım…

Babaanneciğimin bayram keşkeğini yiyemiyeceğim…

Yaraşlı’nın, Eymür’ün bayram havasını tadamayacağım…

Düşündükçe, her biri ayrı bir hüzün…

Hepinizin Kurban Bayram’ı mübârek olsun.

Allah, bundan sonraki bütün bayramları birlikte geçirmeyi nasip eylesin inşâllâh.

Duâlarınızı eksik etmeyin.

Sizi çok seviyorum.

Allâh’a emânet olun…

                                                                       Betül

                                                           29.11.08, Cumartesi

Kızımızın gurbette geçirdiği ilk bayramdı, son Kurban Bayramı. Bu vesîleyle yukardaki tebriği aldık kendisinden. İnternet ve telefon yoluyla haberleşmemize rağmen el yazısının yeri ayrı. Biz de hep yazmasını öğütlüyoruz. Zannederim günlük de tutuyor. Yazının ayrı bir sıcaklık ve orijinalitesi var çünkü. Sanal âlemin adı üstünde; sanal. Hâlbuki, insanoğlu hayâtı bizzat yaşıyor ve o ne kolay, ne de basit. Hayât en ciddî şey. Öyle olduğu içindir ki Rabbimiz, hayâtımızı kaydetmeleri için her insana mahsus sağlı-sollu iki ayrı melek görevlendirmiştir. O iki meleğin adı; Kirâmen Kâtibîn: ŞerefliYazıcılar’dır. Yazmalarından dolayı kerîmdirler, şereflidirler. İnşâllâh bizler de onlar gibi keremli ve şereflilerden oluruz yaşadıklarımızla ve de dolayısıyla yazdıklarımızla.

Mâlum, Kurban Bayramı dönemi aynı zamanda Hacc dönemi oluyor. Kurbanla birlikte Hacılar da dönmeye başlıyorlar. Bayramdan bu yana bir aydan fazla zaman geçti. Bu süre zarfında hacılarımız da üçer-beşer döndüler.

Hacca gidenleri uğurlamak, helâlleşmek, onlara duâ edip duâ istemek nasıl güzel bir şeyse hacdan dönenleri karşılamak da aynı şekilde güzeldir, çünkü sünnettir. Özellikle yakın çevre ve dostlar bunu yapmaya çalışmalılar.

Her şeyin olduğu gibi Haccın da kendine özgü âdâbı vardır. Biz burada sâdece hacdan dönüşle ilgili edep ve inceliklere işâret edeceğiz:

1-                          Hac ibâdetini tamamlayan mü’min ilk etapta, kendisini buna muvaffak kılan Allâh için 2 rekât şükür namazı kılmalı.

2-                          Hacda, özellikle ihramlıyken kazandığı davranış özelliklerini korumaya, daha olgun, nâzik, tatlı dilli, güzel sözlü, daha edepli, seviyeli bir kişi olmaya gayret etmelidir.

3-                          Hacı ziyâretine gidenler ondan duâ ve kendileri için istiğfarda bulunmasını istemeli, hacı da bunu yerine getirmelidir.

4-                          En önemli husus ise, kişinin, mübârek beldelerden dönüp Hacı olduktan sonra, öncekine göre çok daha mükemmel bir kişi olmak için çaba harcamasıdır. Hattâ, bâzı islâm âlimleri, hacdan sonraki olumlu değişikliğin onun makbûliyetinin alâmeti olduğunu söylemişlerdir.

Konuya Betül Kızımızın mektubuyla girdik. Yine onun, konumuzla bağlantılı

bir esprisiyle bitirelim:

Bundan, yaklaşık 15 yıl önce. O yıl Sâlim Dayılar Hacc’a gitmişlerdi. Her şeyden önce yeğenleri olarak hemen ziyâretine gittik. Sanırım yanımızda annem de vardı. Hoş-beş, sohbet-duâ, hurma-zemzem ve namaz-niyâzdan sonra ayrıldık. Betül o zamanlar 5 yaşında. Güzelyurttan, eski adıyla Şayıp’tan Ordu’ya dönüyoruz. Betül konuşuyor. Her zamanki gibi afacanlığı üzerinde. Ağzı-burnu durmuyor derler ya; aynen öyle. Neredeyse bize konuşma fırsatı tanımıyor. Bir ara annesine şöyle dediğini duydum:

-          Anneciiim!

Sâlim Dayıların evi çok sıcaktı.

Ama orada, Gamzem(!) Suyu içtik.

Hurma yedik.

Hurma çok güzeldi anneciiim...

6.9.95

İşte, çocukların âlemi! Anlama, algılama çok farklı. Siz zemzem dersiniz, onlar gamzem anlarlar. İyi ki de öyle anlarlar, onun da ayrı bir tadı, tuzu, güzelliği var!

Her neyse; sizler ne âlemdesiniz sevgili okuyucular? Hacılarınızı ziyârete fırsat bulabildiniz mi? Eğer çeşitli sebepler bahânesiyle henüz gitmedikleriniz varsa, gamzem, pardon zemzem suları ve hurmalar bitmeden yetişin! Hem çocuklarınızı da götürün. İnsan içine girsinler. Topluma katılsınlar. Akrabalarını tanısınlar. Hep birlikte hurma, zemzem gibi ikramları besmele ve duâ ile şifâ niyetine yiyin için. İnşâllâh hem maddî, hem de mânevî dertlerimize derman teşkil ederler. Kutlu beldeden gelen her şeyin, bünyesinde, bir mutluluk iksiri taşıyor olabileceğini unutmayalım ve oradan gelen her kokuyu cana minnet bilelim. Bizden söylemesi.

Yüce Rabbimizin, gitmek için can atan herkese Hacc görevini yerine getirmeyi nasîp etmesi dileğiyle… (13.1.09)

ALMANYA’YA MEKTUP VAR

Son yazdığım Akrostiş yazısında, mektup ve tebrik yazmaktan sağ orta parmağımın dönem dönem nasır bağladığını söylemiştim. Ancak tüm bunlar gurbet bağlamında olabilen şeylermiş meğer. Askerlik, yurt dışı ve görevde gurbet yılları bitip de Ordu’ya geldikten sonra işler değişti. En azından, yazana yazma şekline dönüştü. Hattâ, işin ritmi bozulunca neredeyse yazana bile yazmakta zorlanmaya başladık. İşte size bir örnek:

Sayın Hocam;

Sizlere sonsuz sevgi ve selamlarımı iletiyorum.

Uzun zamandır size bir kart dahi atmadığım için çok üzgünüm.

Dilerim affedersiniz.

Semra Hanım ve çocuklarınıza çok çok sevgilerimi iletiyorum.

Saygılarımla.

10 Hazîran 2004 târihinde bize ulaşan bu kart Almanya’dan geliyor ve dışında almanca yazılar var. Ayrıntı yazmamış. Yazdıklarının hepsi bu kadar. Okuldan mezun olalı yıllar geçen öğrencimizin evlendiğini duymuştuk en son. Demek ki şimdi Almanya’da. İnsanın doğduğu yer değişmiyor ama doyduğu yer farklı farklı olabiliyor.

Hepimizin hayât çizgisinde gurbet hâtıraları ayrı bir yer tutar. Hele büyüklerimizin seferberlik ya da göç hâtıraları anlatmakla bitmeyecek sıkıntı ve çilelerle doludur. Sıla olsun, gurbet olsun; her hâlükârda kimlik ve kişiliğimizin şuurunda olarak yaşayabilmektir esas olan. Nerede olursan ol, Hak’la olabiliyorsan ne mutlu sana. Yüce Mevlâ cümleye hayırlı geçimler, hayırlı geçimlikler ve hayırlı rızıklar nasîp eylesin. Âmin.

Öğrencimiz ne zaman yazmayı düşündü de ne kadar zaman sonra bize bu kartı yazdı bilemiyoruz. Ama, bizim cevâbımız da çok gecikti. O gün bugündür, hâlâ yazıyoruz. Nasip de tââ bu bayramaymış:

Es’selâmü aleyküm

Saygıdeğer kızım;                                                            04.12.2008,Ordu

2004’ün hazîranında gönderdiğiniz karta ancak şimdi karşılık verdiğimiz için

özürle söze başlamak istiyorum. İnşâllâh, bu yazdıklarımız sizlere ulaşır.

Bizler iyiyiz. Ben emekli oldum 2005 yılında.

Şimdi günlük gazete çıkarıyoruz Ordu’da.

Zaman zaman elinden tutup okula getirdiğim için

senin de tanıdığını zannettiğim büyük kızım Sevdenur Samsun’da okuyor.

2 numara Betül, Londra’da amcasının yanında. Daha yeni gitti. Dil öğreniyor.

3 numara, Sâlim Ensar orta 3’de.

4 numara Yûsuf Kerem İlkokul 1’e başladı. Çok tatlı.

Hepsinin de sana selâmları var.

Âilenize de selâm ediyor, sizlere sonsuz mutluluklar diliyoruz.

Âilece, bayramınızı da tebrik ediyor,

haberleşmek ve duâdan unutulmamak dileğiyle,

selâm, sevgi ve saygılar sunuyoruz…                        KAHRAMAN ÂİLESİ

Bizde gurbet edebiyatı çok zengindir. Çünkü biz büyük coğrafyalarda yaşamış bir milletiz. Şarkılar, türküler, şiirler, destanlar, öyküler, filimler. Hepsinde bir gurbet teması yer alır. Diyebiliriz ki, bizim edebiyatımızı büyüten hep gurbet kucağı olmuştur. İşin aslını sorarsanız, bizler insan olarak hepimiz de gurbette değil miyiz? Biz, esas olarak rûhuz ve ruhlar âleminden kopup geldik dünyâ gurbetine. Asıl vatanımıza öldükten sonra ulaşacağız.  Ne mutlu, her nerede olursa olsun kendini bilenlere, esas sılanın yolunu kesen şeylere iltifat etmeyenlere ve gurbet şuuruyla yaşayabilenlere. Onun için atalarımız: “Ayrılık olsun da gayrılık olmasın!” demişlerdir. Allâh birbirimizden ayırsın, yeter ki dinden-îmandan ayırmasın şeklinde anlamak istiyorum ben bunu.

            İsterseniz, daha fazla uzatmadan, hem bu söylediklerimizi doğrulayacak, hem de gurbet anlayışımızı gerçek zemîne oturtacak, kime âit olduğunu bilmediğimiz bir vecîzeyle sözü noktalayalım:

Yedi şey yedi yerde gariptir:

*İçinde namaz kılınmayan câmi, bulunduğu yerde gariptir.

*Açılıp okunmayan Kur’ân, asılı durduğu yerde gariptir.

*Âyetler, özünü kavrayamamış hâfızın kafasında gariptir.

*İyi, temiz huylu bir kadın, kaba ve zorba bir erkeğin evinde gariptir.

*Bildiğiyle amel etmeyen ilim adamının  ilmi gariptir.

*Nâmuslu, fazîletli bir kişi, yozlaşmış topluluk içinde gariptir.

*Müslüman bir ölü, küfür diyârındaki kabristanda gariptir.

            Almanya’ya mektup var. Var olmasına var da, adresini bulacak mı? Çünkü aradan bir sürü zaman geçti. Ayrıca orası gurbet içinde bir gurbet. Ve her şey değişken bu dünyâda zâten. Her şey fânî. Bir nevî gurbet hâlleri yâni baştan sona. Çilelerin, dertlerin, sıkıntıların, ayrılık-gayrılıkların biteceği yer, Cennet! Sabrın önemli olması, dünyânın gurbet oluşundan kaynaklanıyor. Bundan dolayı “MEN SABERA ZAFERA= Kim ki sabreder, zafere ulaşır.” denilmiştir. Cümleye başarılar… (13.12.2008)

 

CEZÂYİR’E GELEN TEBRİK

 

Hayâtımın gurbet dönemlerinin en hoş meşgâlelerinin mektup ve tebrik yazmak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Gerek askerlik, gerekse yurt dışı staj günlerimde sağ elimin orta parmağının, bilhassa bayrama tevâfuk eden zaman dilimlerinde nasırlaştığına şâhit oldum. Tabiî, her iki gurbette de daktilom yanımda değildi ve bilgisayar denilen nesne de ülkemizin henüz gündemine girmemişti.

Şimdi size, özellikle, gönderdiklerim ve bana gelen tebrik sayısı konusunda rakam telâffuz etsem mübâlağa gelebilir. Bu kadarı da gereksiz dedirtebilir. Ama ben, beni yazmakla, çizmekle meşgûl eden, sevdiklerimle aramda köprü olan, zamanlarımın hayırla değerlendirilmesine vesîle olan bu meşgâlelerden râzıyım. Öteden beri, bana yazanları cevapsız bırakmamaya çalışıyorum. Tıpkı, bu yazılarda da gördüğünüz gibi, hâtıra yazmam için defter veren herkese, neredeyse haddinden fazla denilebilecek kadar yazdığım gibi.

 Çok uzaklarda, askerdesiniz; her gün değişik yörelerden, değişik boy ve ebatta, değişik manzara ve motifli, ayrı ayrı karakterli yazılardan oluşan, her biri kendi orijinalitesi içerisinde ayrı ayrı muştularla gelen 8-10 kart ne demektir? Onlarla en az birkaç hafta idâre edersiniz, değil mi?

Lâkin, şimdi cep telefonları var. Bir mesaj yaz, aynı mesajı at atabildiğin kadar. Nereye, havaya! Ne, kart almak için dolaşma, en güzellerini bulmak için araştırma, ne elle dokunma, ne postacı yolu bekleme, ne iç ceplerde ya da kitap, defter arasında saklama, kartların manzarasına takılıp, ara-sıra dalıp gitme. Hiç biri yok! Hâlbuki kartı saklarsın. Bir yerde unutsan bile yıllar sonra çıkar karşına tekrar, tüm sıcaklığıyla. Onlar her karşınıza çıktığında dostluğunuz tâzelenir. Duygularınız perçinlenir. O yıllar hayâlinizde canlanır. Rûhunuz heyecanlanır. Tıpkı kardeşimin tebrik’inin yıllar sonra elime geçip bu yazıyı yazmama vesîle olduğu gibi. Şimdiki mesajlar anlık, uçup gider bir zaman sonra; tıpkı dostluklar gibi. Demek ki her şeyin mâhiyeti ya da ölçüsü  kendi çağına göre oluyor.

1989-90 dönemi, bir ders yılı, Millî Eğitim Bakanlığı’nca, branşımla ilgili staj yapmak üzere Cezâyir Üniversitesi’ne gönderilmiştim. Dünyâda, biz Türkleri en çok seven insanlar arasında geçen 9 aylık süre hayâtımızın bol istifâdeli en güzel günleri arasındaki yerini aldı. Daha önceleri olduğu gibi, biz döndükten sonraki yıllarda da çok sıkıntılar çeken bu kardeş ülkenin güzel insanlarının, başlarına musallat olan -ve tâ 1830’larda bizi birbirimizden koparma süreciyle başlayan sıkıntılarının bir devâmı niteliğindeki bu günkü -belâlardan bir an önce kurtulmalarını niyâz ediyoruz.

Her neyse. Târih, 16 Mayıs 1990. Cezâyir’deyim. 10’larca zarf arasında büyük boy olanlardan biri kız kardeşim Ayşe’ye âitti. Ben daha önce kendisine tebrik göndermiştim. Yeğenlerim için de ayrı ayrı kartlar yazıp, esprili özel hitaplarda bulunmuştum. Kardeşimin gönderdiği zarfı, daha ilk bakışta el yazısından tanımıştım. Zâten üzerinde Piraziz PTT damgası da vardı.

İkiye katlanan, iki taraflı, mektupvâri olarak doldurulmuş bir kartpostal. Ön yüzündeki tasarım yarı fotoğraf, yarı resimden oluşuyor. Aydın Kartpostalın 128 kod numaralı kartının arka yüzünde, “Eminönü tarafından Yeni Câmi ve Boğaz Köprüsü” yazıyor. Beyaz silûet şekliyle ön plâna çıkarılmış Yeni Câmii’n minâre ve kubbeleri üzerinde martılar uçuşuyor. Kartta yer alan yazılar şöyle:

Es’Selâmü Aleyküm

Canım Abiciğim;

Ne güzel tesâdüf! Hani, “kâlp kalbe karşıdır” derler ya;

bu sefer aynen öyle oldu. Şöyle ki;

3 yıldır eline doğru-dürüst kâğıt-kalem almayan ben;

bu bayramda azıcık varlığımı duyurayım hiç olmazsa dedim

ve masanın başına oturdum. Önce,

Edirne’deki okul arkadaşlarım Nebiye ile Selviye’ye yazdım.

Sıra, tam sana gelmişti ki;

hemen o ara Muhsin Bey elinde kartlarla gelmesin mi!?

Kısacası, bizler de senin bayramını “Bilmukâbele” kutluyoruz.

Sana sevgilerimizi yolluyoruz. Kartların herkesin çok hoşuna gitti.

Çocuklarım, sizin gibi dayıları olduğu için çok şanslılar.

Tabiî ben de. Rabbime şükürler olsun.

Çocuklara yazdığın kartlar ve onlara hitap tarzın

Muhlis Âbimizin de çok hoşuna gitmiş olacak ki, bayağı güldü.

Kısacası, hoş sürprizine teşekkürler. (Allâh cc râzı olsun. Âmin)

Abiciğim; seni çok özledik.

Dileğimiz, bir an evvel memlekette bizimle olman.

Buralarda herkes iyi; senin dönmeni bekliyorlar.

Oralarda bulunmanın hakkını vermeye bak.

Gelince bize ve yeğenlerine bol bol anlatırsın.

Hepimiz istifâde ederiz.

En içten sevgilerimle…

Kardeşin; Ayşe AYDIN, Piraziz

 

Şimdi ben de meraklandım. Yeğenlerime yazdığım kartlar duruyor mu acabâ? O günkü sevecenliklerine ithâfen neler yazmışımdır, kim bilir? Onlar da, ben de görmek isterim. Lâkin, gönlün istediği her şey olmaz ki bu dünyâda sevgili yeğenler. Çünkü bu âlem fânîdir; fenâ, yâni, yokluk âlemidir bu âlem. Gurbettir. Gerçek varlık ve sıla ötede.

Orayı unutmayalım. Orayı unutturan yolu tutmayalım. Ki, Rabbim bizi rızâsında buluştursun. Hiçbir gölgenin olmadığı günde, Arşının gölgesine doluştursun. Bu minvâl üzere hepimize hidâyet ve istikâmetler ihsân eylesin. Âmin. İşte gerçek bayramımız o zaman olacaktır.

Yaklaşık 20 yıl sonra bugün de buradan yine, sizlerin, okuyucularımızın, milletimizin ve tüm İslâm Âleminin bayramını kutluyor, nicelerini daha güzelleriyle yaşamak dilek, arzu ve temennîsi, ayrıca öteden beri bayram duygu ve düşüncelerimizi yansıtan bir dörtlük ilâvesiyle berâber selâm, sevgi ve saygılar sunuyorum: (6.12.08)

HASRET

Müslümanlar dardadır, varlığa hasrettir hep

Zillet çukurundadır, dirliğe hasrettir hep

Mazlumlar âhı için nasîp eyle YâRabbî

Gerçek bayramlarımız, birliğe hasrettir hep…

N.K.

  # Yorum Yaz #

İsim :

Yorum :
(Max. 400 Karakter)

 
» Benzer 5 Konu
 Konu Başlığı Tarih Okunma
 AKROSTİŞ YAZILARI 1/28/2010 5511
 AKROSTİŞ YAZILARI 6/18/2015 1246
 AKROSTİŞ YAZILARI 6/18/2015 1292
 AKROSTİŞ YAZILARI 6/18/2015 3606
 AKROSTİŞ YAZILARI 6/18/2015 1946

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7139)
AKROSTİŞ YAZILARI (5511)
FOTOĞRAF-NÂME (5185)
MODA-NÂME (5063)
EYMÜR-NÂME 2 (4927)
EYMÜR-NÂME 1 (4651)
Bedford-nâme (4623)
Nûri KAHRAMAN (4616)
EYMÜR-NÂME 3 (4589)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3948)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...