DOĞRULARLA BERÂBER OLMAK
Hayat rehberimiz Kur’ân bizlere doğrularla berâber olmamızı emrediyor. Doğrularla berâber olmak yanlışlıklara karşı mevzî kazanmak anlamına geliyor çünkü. Nerede olursanız oranın havasını solursunuz ve oralı olursunuz. Gül bahçesine giren gül kokusu alır, çöplüklerde dolaşmaksa pis kokulara bile bile lâdes demektir. Bu anlamda arkadaşlıklar, dostluklar, komşuluklar çok önemlidir.
Hele evlilik! O öyle bir seçimdir ki dünyâ hayâtını cennet ya da cehenneme çevirmenin yanında ahiretimizi bile yüzde yüz etkiler. Tüm seçimler önemli, ancak evlilikdeki seçim hiçbir şeye benzemez. Çünkü o, dönüşü olmayan, olsa bile ferdî ve sosyal sonuçları itibârıyle tüm tarafları olumsuz etkileyen bir yol. Diğer seçimler dönemliktir. Beğenmezsen gelecek seçimde şansını farklı değerlendirirsin. Arkadaşlıklar da nispeten öyle. Ama evlilik bu anlamda çok çok hassas bir tercihi ifâde ediyor.
Uluslar arası boyutta da bu böyle. Dostlarınızı seçerken dikkâtli olmak durumundasınız. Aksi takdirde yanlış seçimlerle yanlışlıklara ortak olmak durumunda kalabilirsiniz. Birliğiniz bozulmuşsa bir kere, dirliği bulmanız çok zordur. İslâm ülkeleri olarak bunun sıkıntısını yaklaşık iki asırdır daha bir yakından yaşıyoruz. Bir oraya savruluyoruz bir buraya. Yakın geçmişte bozulan birlik tüm bölgelerde dirlik-düzenliği aldı götürdü. Her şey ellerin insâfına kaldı. Bir çok kardeş toplumlar doğu- batı, kuzey-güney çekişmeleri arasında çerez durumuna düştüler. Hırpalandılar. Diğerleri de aralarındaki sınırları aşıp kardeşlerine yardıma bile koşamadılar. Baş bozulunca düşler zâten bozuluyor.
Bu durumda her kes fert ve toplum olarak kendince bir şeyler yapmaya çalışıyor bulunduğu yerlerde. Dünyâ imtihanını kazanma gâyesi güdenler doğrularla berâber olma vetîresini uygulamaya, çevresini bu prensibe göre şekillendirmeye özen gösteriyorlar. Yeniden bir sevgi ve kardeşlik âlemi kurmaya çalışıyorlar. Bu meyanda bir öğrencimiz, kendisiyle ilgilenen bir ablasına bir hâtıra yazacağını söyleyince ben de adını sorarak, huylunun huyu misâli kendiliğimden bir akrostiş yazdım. Onun yazıyı değerlendirip değerlendirmediğini bilmiyorum. Akrostiş şöyle:
AĞAÇLAR ÖKSÜZ
Nereye baksak sorumluluk manzaraları; ilgiye muhtaç her yan
Upuzun, simsiyâh geceler, rüyâlarını bindiriyor omuzlarımıza
Revâ görüyor insanlar; canavarların görmediğini birbirlerine!
Leş kargaları ufkumuzu karartırken, avcılarımız serçe peşinde!
Atı alanlar Üsküdar’ı da geçmiş, Trakya’yı da, Balkanlar’ı da!
Nurlanmamız yeniden, Nurlan’ların nurlarıyla nurlanmamıza bağlı
Atlılarımızın tekrar dönmesine bağlı Âlperenler olarak!
Birer hakîkât avcısı olarak şuurlanmamıza bağlı av peşinde
Leylâsına giden Mecnûn gibi koşmaya bağlı dâvâ yolunda
Ağaçlar öksüz; Koca Çınar aradan çekileli beri
Meğer ne büyükmüş o; devrilince anlaşıldı yeri!
Issız diyârlardan gelen garip kuşların sığınağıydı o
Zâlim Sırp’ın yaraladığı güvercin, hangi dala tutunur şimdi?
Anadolu’m, güzel yurdum; ne oldu bana, niye durdum?
Eskiden sığmazdım kabıma, dur-durak bilmezdim!
Bir yangın görmüş bu topraklar; çeliğin suyu kaçmış!
Evsiz-barksızlara kucak açanlar, şimdi zâlimlere mi açmış?
Dertliler dertleriyle baş başa; dertsizler, dertsizlikleriyle daha çok dertli!
Îmânsız yüreklerin huzûrsuzluğu yaşanmaz hâle getirmiş yurdumuzu
Sokaklarda nâralar; salonlarda, okullarda anlamsız kavgalar!
Ağızları leş gibi alkol; tavırlar serserî, farksız gibi âdetâ Sırplardan!
Âh, bize ne çok iş düşüyor, ne çok; îzâhı mümkün değil!
Değerini ölçmek mümkün değil; dostluğumuzun, arkadaşlığımızın
Elele vererek kendimizi koruyoruz her şeyden önce, her şeylerden!
Tâlihli sayıyorum kendimi sizlerle tanışmakla!
Lûtfudur Rabbimizin: “Doğrularla berâber olmak!”
Evet, keşke değişmese insanlar âhireti, şu üç günlük dünyâya
Rızâna erdir YâRabbî, komşu eyle bizleri Rasûl-i Kibriyâ’ya!...
16.06.1994,Ordu
BİR İŞE YARAMAZ Kİ…
Bismillâhir’Rahmânir’Rahîm
Değerli öğrencimiz,
Hatîce Buhayra’ya ebedî saâdet dileklerimle… diyerek başladık söze.
Kızımızın soy ismi GÖL. Arapçada BAHR “deniz” demek. Onun küçültme ismi olarak tezâhür eden kalıbı BUHAYRA kelimesi, denizcik, yâni GÖL anlamına geliyor. Sizin anlayacağınız, Arapça öğretmeni olarak buhayra’yı, hâtıra içinde hâtıra sadedinde özellikle yazdım. Mısrâlar da şöyle:
-AKROSTİŞ-
Habire gayret gerek, hayret etmemek için
Arzuların zehrine kurban gitmemek için
Tâ Âdem’den bu yana, Hak, Bâtıl cedeldedir
Îman sorumluluktur, vuslat ağır bedeldedir
Cennet, cehennem farkı; îman, küfür arası
Engin-zengin gâfiller maddenin maskarası!
Bir işe yaramaz ki sonsuz servet, paralar
Elbette bilmez bunu, bilmez bahtı karalar!
Tavrından edâsından, sanırsın ölmeyecek
Üstüne sanki toprak, çer-çöp dökülmeyecek!
Lükse, konfora harcar, eldeki tüm vârını
Elinden gelse yakar, câminin civârını!
Selâmı-sabâhı yok; sorsan hiç günâhı yok!
O öyle bir beyaz ki, zerrece siyâhı yok!
Nereden sormuştun ki, pişman oldun bak, işte!
Sen hep yokuşlardasın, o dâimâ inişte!
Uzun hikâyedir bu, onlar hep kısa keser
Zaman gelir ve lâkin, rüzgârlar başka eser
Siz ve biz tâlihliyiz; İmam-Hatipli olduk
Anladık hakîkâti, istikâmeti bulduk…
Âhını duyuyoruz mazlûmların, derinden
Dünyâ yansa nasipsiz, kımıldamaz yerinden!
Elvedâ ey okulum; can yuvam, gerçek yurdum
Tavanının altında Cennet’ten köşe kurdum…
Lûtfederse Rabbimiz sonsuzluk var Cennet’te
Elbet sevdiklerini Allâh koymaz firkâtte!..
Rabbim, 12-A’yı buluştur ebediyette!..
13.04.1994
Son olarak, sizlerin hâtıra defterlerinde birbirinize yazdığınızı gördüğüm NÜKTE başlığıyla çeşitli yayın organlarında yer yer yayınlanan dörtlüklerden biriyle sözlerimi bitirmek istiyorum. Bu dörtlüğü Arzu BAYAR isimli arkadaşınız, İlknur isimli arkadaşınızın defterine yazmış. Orada gördüm:
NÜKTE
Ağlamak ne güzel; aşk ile, Allâh için
Yaş dökmek yanak yanak, binlerce günâh için
Herkes huzur arıyor, dökülmüş de yollara;
Din gönderilmişken, her şeyi islâh için!...
N.K.
Kıymetli Öğrencimiz,
Olgun, hanımefendi kızımız Hatîce Betül’ü uğurlarken
Kendisine ve sevdiklerine din-diyânet üzre hayırlı, bereketli ömürler
Dünyâ-âhiret boyu sonsuz saâdetler diliyorum.
Yolları ve bahtları açık olsun. Allâh’(CC)a emânet olunuz…
Öğretmenin; Nûri KAHRAMAN
Ordu İmam-Hatip Lisesi
BİR RÜYÂ GİBİ!
Geçen gece uykumun arasında bir takım sesler duydum. Dışarıdan geliyordu. Allâh Allâh, neyin nesiydi bu? Sonra birden fırladım. Çünkü, yatalı epey zaman olmuş olmalıydı. Bu saatte ne olabilirdi ki? Hemen pencereye koştum. Perdeyi araladım. Evimiz, Karşıyaka Mahallesi’nde, Akyazı Kavşağı’nın az ilerisinde Bayındırlık civârında. Camdan bakınca 40-50m ilerdeki ana yolda bir hareketlilik olduğu göze çarpıyordu. Tek-tük insanlar oraya doğru koşuşuyorlardı. Bir otobüs yol ortasındaki bir karaltının yanından geçmeye çalışıyordu. Sonra öbür vâsıtalar. Henüz polis gelmemişti. Demek ki olay daha yeni olmuş. Saate baktım; 02.30. Bir yandan da sesler, feryatlar yükseliyordu:
- Yetişin, kimse yok mu adam ölüyor!
- 10 dakîka geçti, ambulans hâlâ gelmedi!
Bağrışmalar, koşuşturmalar derken polis geldi. Trafiği durdurdu. Üzerimi giyinip olay yerine vardığımda ambulans da gelmişti. Yaralılardan biri sedyeye konulmuş taşınıyordu. Yaralı deniliyor ama, ses-soluk yok hiç birinde. Ne taşınanlarda, ne arabadakilerde. Belediyenin araçları gelmiş. Bükülüp kilitlenen vâsıtanın gereken yerlerini matkapla keserek çıkarıyorlardı insanları.
Araba dediğimiz, eski model siyâh renk 52 plâka Doğan bir taksi. Sağı-solu bükülmüş, yolun ortasında, 4 teker üstünde çapraz bir şekilde duruyor. Melet Köprüsü tarafından gelirken devrilmiş. 20 m kadar geriden bu yana sağ kaldırımda, orta refüjde izler var. Takla attıktan sonra çarparak, yuvarlanarak ve de sürüklenerek gelmiş olmalı buraya kadar. Kenarda küçük bir ağaç kırılmış. Gelip durduğu yere yakın kısımda kaldırıma kakıldığı anlaşılıyor vâsıtanın. Yer iyice yarılıp oyulmuş çünkü.
Memurlar görevlerini yapıyorlar. Bir baktım 10’un üzerinde trafik ve polis arabası birikmiş. Kimi ölçüyor, kimi biçiyor; kimi fotoğraf, kimi kamera çekiyor. Kimisi de zabıt tutuyor. Bir bakıyorsun 10-15 dakîka içerisinde polisiyle, zâbıtasıyla, belediyesiyle, sağlık ekipleriyle tüm kamu görevlileri orada. İşin bu tarafı sevindirici ve onurlandırıcı. Kimileri de rahat çalışmak adına insanları uzaklaştırıyorlar olay noktasından. Vatandaşların, o saate rağmen gitgide sayıları çoğalıyor. Sıcak yataktan çıktıkları, bir de üstüne üstlük hava soğuk olduğu için birbirine sokularak izleyenler de var olan-bitenleri.
- Televizyon izliyordum, bir gürültü oldu, baktım. Hemen üstüme bir şeyler alıp çıktım dışarı. Polise, ambulansa haber verdik.
- Şoför, annesini doktora getiriyormuş. Herhâlde süratliydi. Önüne araba mı çıktı, yerler ıslaktı da bocalayıp kontrolü mü kaybetti ne olduysa, durum işte ortada. Allâh korusun hepimizi!
- 4 mü, gâlibâ 5 kişiler. Osman var, annesi, kız kardeşi falan. Hanımı da var mı bilmiyorum. Bir de Fikri miydi, neydi adı, o olacaktı. Bunlar Ağcatepe’den yanlış hatırlamıyorsam.
- Osman 55-60 yaşlarında. Çok iyi arkadaştı. Yardım severdi. Benim bildiğim onun annesi öleli yıllar olmuştu. Getirdiği hasta, annesi değil, komşuları ya da akrabâsı olmalı.
- Gecenin bu saatinde iyilik için yola çıktı. Öleceği hiç aklının köşesinden geçti miydi acabâ? Allâh mekânını cennet etsin.
- Kim bilebilir ki, kimin aklından geçer?
Biz konuşulanlara ve kazânın oluş şekline odaklanmışken hiç fark etmemişiz. Son anda bir de ne göreyim? Direksiyonda maket insan gibi bir şey var! Meğer sözü edilen şoför oradaymış. Orada aynen araba kullanır vaziyette duruyor. Arabanın, kafasının üstüne gelen sol üst kısmı darbe almış. Öyle çok da ezilmiş, bükülmüş görülmüyor; adam normal olarak dik vaziyette duruyor gibi neredeyse. Ama çok sert bir çarpma olmalı ki; beyin tamâmen fırlamış ve kafanın içi bomboş! Demek ki sürat ve çarpma şaka bir şey değil. Gaza basarken güzel ama, sonucundan Allâh korusun. Aman Allâh’ım! İnsan inanamıyor, dönüp bir daha, bir daha baktım. Ürpermemek elde değil. Yüce Rabbim âhiret felâketlerine uğratmasın inşâllâh…
Hani, her yatsı namazından sonra okuduğumuz Âmenerrasûlü’de yer alan duâ muhtevâlı âyetlerde “Rabbimiz, bize tâkat getiremeyeceğimiz bir yük yükleme!” meâlinde bir bölüm vardır. İnsan, ansızın çok yakınının böyle bir manzarasıyla karşı karşıya kalsa ne yapar, ne yapabilir? Nasıl tahammül eder?! Onun için, her yatsıdan sonra okunan bu duâ âyetlerini anlamlarıyla birlikte çok iyi özümsemek, Allâh’tan dâimâ yardım dilemek gerekir bu ve benzeri hususlarda.
Gecenin de verdiği havayla uzun süre etkisinde kaldım gördüklerimin. Bu iklîmden çıkış olmaz sandım bir süre. Ama, eve vardıktan çok az bir zaman sonra pencerenin önüne geldiğimde, sanki hiçbir şey olmamış gibi, yığılan arabaların da, görevlilerin de, insanların ve kazâ yapan arabanın da yerinde yeller estiğini, tan yerinin ağarmağa meylettiği o saatlerde her tarafın ıssızlaştığını gördüm. Sanki tüm olanlar yalnızca bu geceye âit korkulu bir rüyâydı, geldi-geçti. Bizim ve de herkesin olacağı da bu netîcede. Köydeki çocuklar, yakınlar ve komşuları, akşam berâber olduklarının cenâzesini yapacaklar sabah. İnsanlar sel olup akacaklar merâsime. Akşama doğruysa kimsecikler kalmayacak ortalıkta. Sonuç:
BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ!
Demek ki, dünyâ hayâtı gerçek olmayıp bir çeşit RÜ'YÂ gibidir. Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin(SAV) "Eddünyâ hulmün-Dünya rüyâlardır." buyurması da bunun içindir. Hz. Ali'nin (k.v.) "İnsanlar uykuda-rüyâdadır. Ölünce uyanırlar" anlamındaki sözü de oldukça ilginçtir.
Sabah kalktığınızda hayât kaldığı yerden devam ediyor. Kim için, sırası gelmeyenler için! Sırası gelen gidiyor. Bize de buradan ölenlere rahmet, yaralılara âcil şifâlar, çelik-çocuk, dost ve akrabâlarına da sabr-ı cemîller niyâz etmek kalıyor.
O günün târihi olan 1 Mart 2009 Pazar’ın takvim yapraklarından birinde yer alan şu hadîs-i şerîf’i bir hüsnü zan ve şehâdet olarak buraya alıyoruz:
“Dünyâda iyilik işleyenler, âhirette yaptıkları iyiliklere kavuşurlar.”
Kalanlara da bir pay olmak üzere, burada, Cennetle müjdelenen on sahabi arasında yer alan Hz Ömer'in, yüzüğünün kaşına,
“ Ölüm sana vâiz olarak yeter, ey Ömer!”
hadis-i şerifini yazdırmış olmasının ibret verici ve ilgi çekici olduğunu da hepimizin dikkâtlerine sunuyorum.
Sözlerimizi, köşemizin ismine uygun bir ÖLÜM akrostişiyle bitiriyoruz. Yüce Rabbim hayâtımızı da, memâtımızı da hakkımızda hayırlı eylesin. Cümlemize hüsn-i hatîmeler nasîp eylesin. Âmin. Kalın sağlıcakla…
ÖLÜM
Ölüm hiç haber vermez; gelir, bir kazâ olur
Lâkin sonuç mükâfat, ya da bir cezâ olur
Ülfeti olanlara, hüzün yok; gam, keder yok
Mevlâsına erdirir; mezar bir fezâ olur!...
KENDİNE İNCİ, GAYRIYA SADEF…
Sevgili öğrencim; 19 Nîsan 1994
Öncelikle defterinizde ayırdığınız sayfa için teşekkür ediyor,
Söze, âdetimiz olan akrostişle başlamak istiyorum:
-AKROSTİŞ-
İmam-Hatipli olduk, sonsuz şükür Rabbimize
Niçin geldik dünyâya, bilmek nasîp etti bize
Cennet gibi vatanımız; uğruna fedâ canımız
İlimle, irfanla ancak, bir memleket çıkar düze
Emeksiz yemek olmaz, olsa da tadı bulunmaz
Lâyık olmak için hakka, tembellik gelmeli dize
İslâmiyet dînimiz; aydınlıktır hep önümüz
Bağlanmazsak gönülden, nasıl bakarız yüze?!
O hâlde bilmek gerek kadrini nîmetlerin
Lûtfa liyâkat için, katmalı geceyi gündüze!...
***
Evet değerli öğrencim İnci;
Yüce Rabbimizin lûtfuna ve rızâsına ermek, daha doğrusu lâyık olabilmek için, bunalımlarla dolu şu dünyâda çok çalışmakla mükellefiz. Işık yakmak sûretiyle karanlıklarla mücâdele edilecektir. Sözlerimizle, tavır ve edâlarımzla, hayat kompozisyonumuzla içimizdeki ışığı çevreye yayacağız.
Yüce Mevlâmız bizlere İslâm’ı öğrenmeyi nasîp etmiş. Bu bir emânettir. Onu yakından tanımak, her gün her gün bilgilerimizi yenilemek ve artırmak, bunları anlatmak, hem de uygulamak sûretiyle başkalarına tanıtmak üzerimize düşen bir borç ve kaçınılamaz bir görevdir. Unutulmamalıdır ki, ünlü yazar ve fikir adamımız Râsim ÖZDENÖREN’in ifâdesiyle:“En güzel tebliğ, yaşamaktır!”
İnsan başıboş yaratılmamıştır çünkü. Akılla donatılmış bundan dolayı. Hareketlerini ölçüp-biçmek durumundadır.
İşte biz, bu okula gelmekle, bu ilâhî ölçüyü tanıma mazhariyetine erdik. Okul bizim için bir sadef oldu. Bizler de birer inci! Bize düşen; bu özellik ve güzelliği fark edip, değerini bilmektir. Ona göre ve bu şuurla yaşamaktır.
Bizler de bizden sonrakiler için birer sadef olabilmeli, ve bizden sonra gelenler bizim incilerimiz olarak, hem kendileri, hem ülkeleri, hem de bizim adımıza, geleceğimizi ve sonsuzluğu süsleyebilmeli. Ancak böylece hayâtımız da, memâtımız da anlam kazanabilir.
Zîrâ, insan sâdece mîde ve bedenden ibâret değildir! Akıl var, kâlp var, ruh var, vicdan var. Hayat var, var ama, bir de ölüm var! Hesap var, kitap var, mîzan var sonra. Bunlar çok uzakta değil. Zamânı gelince hepsi oluverecek biz anlayamadan.
Günler, haftalar, aylar hatır-gönül dinlemeden geçip gidiyorlar işte. Günler geçerken, tabutlar da geçiyor önümüzden bir bir. Ama, kimse kendisinin de bir gün, hattâ her an gidebileceğine inanıyor gibi değil! İşte gaflet bu olsa gerek! Şâir bunu ne güzel ifâde ediyor:
İNANMAZ
Minârede, ölü var diye, bir acı salâ;
Er kişi niyetine, saf saf namaz; ne âlâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan!..
Necip Fâzıl KISAKÜREK
Evet, ibret alan yok! Elest Bezmi’nde verdiği sözü hatırlayan yok! Hâlbuki bize yakışan Allâh’ı unutmadan yaşamaktır. Bunun adı ibâdettir, taattır, itaattır, zikirdir.
Bu anlamda, her zaman uyanık olmalı, hayrı gözetmeli ve hayır peşinde koşmalıyız ki; hep duâ ettiğimiz hüsn-i hatîmelere, güzel sonuçlara ulaşalım.
Yüce Mevlâ cümlemize bunu başarmayı nasîp etsin. Lûtf u inâyetini eksik etmesin üzerimizden…
Sevgili öğrencim;
Buradan sizleri hayâta uğurlarken, çizginizin sonsuz güzellik yurduna paralel seyretmesini diliyor, her iki âlemde de, sevdiklerinizle berâber, mutluluklar temennî ediyor
selâm ve sevgiler sunuyorum. Allâh (CC) dâimâ iyilerle karşılaştırsın.
Hayır yolunuz ve bahtınız açık olsun. Fî emânillâh…
Öğretmenin:Nûri KAHRAMAN
Ordu İmam-Hatip Lisesi
ÂBİSTEN-İ VEFÂ
Bismillâhir’Rahmânir’Rahîm
Değerli Öğrencimiz;
İşte, koskoca yedi yıl geçti ve sizleri hayâta uğurluyoruz.
Belki, ne çabuk geçti diyeceksiniz.
Evet, öyle. Çünkü burada günleriniz güzel geçiyordu.
Nasıl geçtiğini anlayamadınız. Çünkü hzurluydunuz.
İyi arkadaşlarınız vardı. Öğretmenlerinizle diyaloğunuz iyiydi.
Bir gün, hayâtın da nasıl geçtiğini anlamayacaksınız inşâllâh.
Çünkü hayâtınız da mutluluk üzere sürecek inşâllâh.
Ve, bilinçle yaşadığınız bir hayâtın sonunda
Sonsuz mutluluklara da ereceksiniz inşâllâh…
Yüce Rabbim tüm mü’minleri hidâyet ve istikâmet üzere yaşatsın.
Gaflete ve dalâlete düşenlerden eylemesin.
Sana da bu anlamda başarılar diliyorum.
Bu vesîleyle, sen değerli talebemiz Elif AKÇAY’a
hayırlı, uzun ömürler, bereketli yıllar,
sonsuz saâdetler dileğiyle
âdetimiz gereği olan akrostişimizi sunuyoruz:
-AKROSTİŞ-
Eninde-sonunda işte, geldiniz son durağa
Lüzum yoktur dünyâda, aslâ hiç tumturağa
İçimiz emel dolu; köy-köşk, arsa, araba
Fakat, engel olamazlar; gitmemize ırağa
Aklı başında olan, emel taşır ukbâya
Kapılıp gitmez aslâ, “gerçek” varken hülyâya!
Çeyizini hazırlar, öteyi unutmadan
Aşkla göz yaşı döker, kâlbini uyutmadan!
Yolcularız hepimiz; kâh biner, kâh ineriz
Akşam olur gün gelir; ufuklarla söneriz
Elifle başlar hayât, sonra “LâmElîf” olur!
Bu ise “Lâ” demektir; yâni, hayât son bulur!
Elvedâsı var mutlak; selâmın, merhabânın
Dünyâya aldanmaktır, en büyüğü hatânın!
Îmânla îmânsızlık, Cennet, Cehennem farkı
Su gibi akan zaman, döndürür hangi çarkı?
Allâh demeli diller; hem çalışmalı ellerimiz
Âbisten-i vefâyı döndürmeli sellerimiz…
Dokuz köyden kovulur derler doğru söyleyen
Evet ama, pişman olmaz; hakka hizmet eyleyen!
Tâlib-i hakkım diyen, Hakk’a eyler can fedâ
Lezzeti kullukta bulur; eyler rüknünü edâ
Elif kulunu Rabb’im, erdir sonsuz nîmete
Rızânı nasîp eyle, dâhil olsun Cennet’e…
Âmin…
Değerli öğrencimiz;
İşte böyle, günler, hatır-gönül dinlemeden geçip gidiyor.
Ufuklar zamânı sayıyor. Hayat her an, her sâniye ayağımızın altından kayıyor…
Günler geçerken, her gün her gün tabutlar da geçiyor önümüzden.,.
Ama, kimse kendisinin de bir gün,
hattâ her an gidebileceğine inanıyor gibi değil!
Şâir bunu ne güzel ifâde ediyor:
İNANMAZ
Minârede, ölü var diye, bir acı salâ;
Er kişi niyetine, saf saf namaz; ne âlâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan!..
Necip Fâzıl KISAKÜREK
Evet, ibret alan yok! Elest bezminde verdiği sözü hatırlayan yok!
Hâlbuki bize yakışan gafletten çok, Allâh’ı unutmadan yaşamaktır.
Bunun adı ibâdettir, itaattır, zikirdir.
Bu anlamda, her zaman uyanık olmalı, olan-bitenleri iyi gözlemlemeli,
her şey üzerinden, güzelliklere doğru bir yöneliş seyri çıkarmalı,
her şeyin hayırlısını istemeli,
hayrı gözetmeli ve hayır peşinde koşmalıyız ki;
hep duâ ettiğimiz hüsn-i hatîmelere ulaşalım.
Sana bu vâdîde güveniyor ve başarılar diliyorum.
Selâm ve sevgiler sunuyor,
Allâh’a emânet olunuz diyorum…
Öğretmenin:Nûri KAHRAMAN
Ordu İmam-Hatip Lisesi
16.01.1994