|
|
ŞİİRE DÂVETİYE HAFTASI
Bundan kastım, haydiyin ey millet şiire doğru gidelim. Bırakalım bu işleri. Hepsi boş. Uğraşmağa, didinmeğe, yotulmağa değmez. gülelim-eğlenelim; çalalım söyleyelim! Kısacık bir hayat var. Onu da gönlümüzce yaşayalım. Siyâsettir, ticârettir, gazetedir, dergidir. Her neyse, her ne varsa! Hepsinden vaz geçelim. Hayâtımızı yaşayalım!
Sevgili okurlar, öyle yazdığımıza çizdiğimize, ara sıra dizeler dizdiğimize bakmayın; biz aslâ ve aslâ, varsa yoksa şiir, dâimâ şiir, hele hele inadına şiir diyenlerden değiliz. Her şeyin bir kararı var. Yeri-yurdu, makâmı var. Şiirle kafa bozmanın, yol şaşırmanın, kendini kaf dağlarına aşırmanın bir anlamı yok.
Hayâtta kıymet verilecek ve insanım diyen insanın daha da önceleyeceği, gündem maddelerinin en başına alacağı olmazsa olmaz başka şeyler var. Şiir, hayâtın süsü olabilir ancak. Esası, istikâmeti ve de tek kıstası olamaz. Hele, insanlığın hiç! Bu anlamda, şiirle aynı kökten gelen şuur ve şiar daha önemlidir.
Evet, “bir kısım medya” gibi piyasada bir kısım, sözüm ona şâirler, yazarlar var. Kendilerinden başka adam tanımıyorlar. "Şu büyüklerini olmasa da, küçük dağları ben yarattım!" edâsında ve de, var mı bize yan bakan sedâsındalar. Kendi kaf dağlarında dolaşıp duruyorlar. Vuruyorlar, kırıyorlar, kesiyorlar, doğruyorlar. Kendi tepelerinin doruklarına uğruyorlar. İstediklerini alıp, istemediklerini satıyorlar.
İyi şâir olduğu iddiâsında olanların hemen hemen hepsinde var bu edâ. Çünkü, iddiâ sâhibi ise, zâten, gûyâ, kendi farkının farkında ve de dolayısıyla özelliğinin kavga ve dâvâsında oluyor. İş, normâl akışın hudutlarını aşıp taşıyor. Hâlbuki şiir inceliktir, nezâkettir, tevazudur. Edebdir, edebiyattır. Dostluk, vefâ, muhabbet, görgü, zarâfet, hakkâniyet, adâlet, insaf hayât şiirinin en güzel kelimeleridir.
Şiiri büyüklük vâsıtası yapıp yukarılara çıkmağa, zirvelere uçmağa, büsbüyük adam olmağa çalışanların yolları açık olsun. Rabbim şiirlerini artırsın. İlhâmlarını bol eylesin. Hâl, hareket ve tutumlarına da şiiriyetler ihsân etsin. Başka ne diyelim?!
Her neyse. Bizim ŞİİRE DÂVETİYE başlığından kastımız, geçen hafta DED Ordu Şûbesi olarak gerçekleştirdiğimiz programın dâvetiyesi idi. Dâvetiye dağıtırken gittiğimiz yerler bizi şiirle karşıladı.
Perşembe’de Fen-Edebiyat Fakültesi’ndeyiz. Abdullah EREN Bey, halim selim bir karşılamanın ardından, kendisine sunduğumuz davetiyeye ŞÜRÎDE adlı şiir kitabıyle karşılık verdi. Çok da güzel şiirler var. O da şâir. Hem de iyi şâir. Ama, kim biliyor? Onun öyle bir derdi yok. O şiirle şiir olduğu için uğraşıyor. Çarşambayla, Perşembeyle, Pazarla işi ve de alışverişi yok. Önce, kendi rûhunu dinlemek ve dinlendirmek adına şiir yazıyor. Zaman zaman şiirlerine yer vereceğiz inşâllâh; ve sizler de o zaman bana hak vereceksiniz!
Oradan, ODÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne geldik. Aynen dâvetiye sunduk. Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Enstitünün müdürü Dr. Salih OKUMUŞ Bey de, Cumhuriyet Dönemi ORDULU ŞÂİRLER ANTOLOJİSİ kitabını müjdeledi. Kitabı o akşam temin ettik. Ordu Kültür ve Edebiyatı için titiz, güzel ve de sevindirici bir çalışma. Sn. Okumuş’u tebrik ediyor, benzeri özgün çalışmalarını bekliyor, şimdiden başarılar diliyoruz. Elbette, o da başvuru itaplarımızdan biri olacak.
Şiire dâvetiye bunlarla ve burada kalmadı. Sabahleyin Ünye’de Prof. Dr. Muhammed Nur DOĞAN Hocamızla tanıştık, İYC Ünye Şûbesinin kahvaltılı sohbetinde. Meğer, Hocası merhum Prof. Dr. Mehmed ÇAVUŞOĞLU gibi o da, hem ilim adamı, hem de şâirmiş. Kitapları arasında şiir olanları da var.
Ve o gün yollarda, Perşembe’de, Sarayköy’de Çavuşoğlu Hoca’nın şiir yönüne vurgu yaptı yol boyu. İyi şâir olduğunu, akşamki konferansta bâzı şiirlerini örnek olarak okuyacağını belirtti. Akşamleyin de, Çavuşoğlu şiirlerinin ayrı bir kitapta toplanmasının çok iyi olacağını, bunun hâlâ yapılmamış olmasının büyük bir eksiklik olduğunu söyledi.
Merhum Sıtkı ÇEBİ Amca’nın kitaplarından, dosyalarından ve de çalışmalarından söz ederken söz arasında sık sık dediği gibi; BİTMEDİ! Ünye’den Muammer YAVAŞ arkadaşımız aradı. KERTENKELE adlı şiir ve edebiyat dergisini birlikte çıkarmamızı teklif etti. Değerlendiriyoruz. İnşâllâh olumlu bir sonuç elde edeceğiz.
Ve işte Zeki Ordu arkadaşımız. Kendisi yazar. Dün başladı. Bundan sonra artık, her Perşembe bizimle olacak. Kendisi aynı zamanda şiir de yazıyor.
Sizin anlayacağınız, geçen cûmadan bu yana her yerde bizi şiir karşıladı. Her yer, her gün, her şey âdetâ, şiire dâvetiye çıkardı. Çarşambası, Terme’si, Perşembesi, Ünyesi, Cumâsı, Cumartesi; hepsi.
Cumâlarımız mübârek, hâl ve gidişlerimiz şiiriyetlerle balbörek olsun…
Beynimiz ve yüreklerimiz Allâh ve Peygâmber sevgisiyle dolsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
20.01.2011 |
|
|
ZEKİ ORDU ÜNYE'DEN YAZIYOR...
Çeşitli yayın organlarında yazılarını gördüğümüz Zeki Ordu Bey, bu günden sonra gazetemizde de yazacak. Soyadı Ordu, ilçesi Perşembe ve de Ünye’de görev yapıyor. Mesleği eğitimcilik olan arkadaşımıza aramıza hoş geldiniz diyoruz. Hayırlı, uğurlu olsun.
Zeki Bey’le şimdiye kadar hiç görüşmemişiz. Vesîlesi Mehmet Çavuşoğlu merhum oldu. Çavuşoğlu, meğer Ünye’den evliymiş. Bunu da ondan öğrendik. Hattâ, dosya hazırlama sürecinde kendisiyle görüşmüşler. Kimbilir ne farklı bilgiler vardır Zeki Bey’de Çavuşoğlu’ya dâir.
Sizin anlayacağınız, Zeki Ordu kardeşimizin de bizim gibi, Çavuşoğlu Özel Sayısı çıkarma fikri varmış. Biz de 1 aydır, yıllarca, belki 10 yıldır elimizde bulunan ve daktiloyla hazırlanmış dosyayı yazıya geçiriyoruz. İlk fırsatta yayınlayacağız inşâllâh. Bu vesîleyle bu müjdeyi de deklâre etmiş olalım.
Her neyse; Dil ve Edebiyat Derneği Ordu Şubesi olarak düzenlediğimiz ÇAVUŞOĞLU KONFERANSI bağlamında, konuşmacı, talebesi Prof. Dr. M. Nur DOĞAN Hocamızla Ünye İlim Yayma Cemiyeti’nin geçen Cumartesi sabâhı düzenlediği kahvaltılı sohbette adı geçti. Biz Çavuşoğlu’yla ilgili programdan söz edip, oradaki arkadaşları Ordu’ya, akşamki konuşmaya dâvet edince, oradaki arkadaşlar Zeki ORDU isminden ve onun Çavuşoğlu ile ilgili dosyasından söz edip telefonunu verdiler. Hemen aradık.
Ama, tanışmak yarın sabah, M.N. DOĞAN hocamızı Çarşamba’ya kadar uğurlayıp dönüşümüzde, Ünye’ye uğrayışımızda oldu. Öğle namazının ardından telefonlaşıp, Ünye KÜLLÜK’te buluştuk. Küllük dediğimiz, öyle âhın-şâhım bir yer değil. Görünce siz de şaşırırsınız. Ama işlevi büyük. İnsanları buluşturuyor. Kaynaştırıyor. En azından, küçücek bir yer olduğu için birbirinize yakın geliyorsunuz, kaynaşıyorsunuz ister istemez!
Bizde de öyle mi oldu bilmiyorum; oranın sıcacık iklîmi sardı hemen. Kucaklaştık. Sanki çok uzun yıllardır tanışıyor gibiydik. Şurdan-burdan derken, Çavuşoğlu dosyası söz konusu olunca, dergiyi basma aşamasına gelemediklerini belirterek, zaman içerisinde bu konuyu değerlendirebileceğimizi, ortak çalışmalar yapabileceğimizi söyledi.
Doğrusu, buralarda da Mehmet Çavuşoğlu’yla karşılaşmak güzel bir tevâfuktu. Yazdığı yerlerden, yaptığı çalışmalardan ve yayınladığı dergi ve kitaplardan konu açıldı. Bu arada biz de, kendisine gazetemizde yazması teklifini yönelttik. Kabul etti. Teşekkür ediyoruz. Artık gazetemizde Ünye’den gelen Künye’leri de göreceksiniz. İnanıyoruz ki, değişik yerler, değişik sesler gazetemizi daha da zenginleştirecektir.
Ünye, târihî geçmişi zengin ve bereketli bir yer. Her şeyden önce konağı var, çınarı var, kalesi var. Saray adı taşıyan şirin mi şirin, buram buram Anadolu, kültür ve ilham kokan bir câmii var. daha ne olsun? Tüm bunların gölgesinde yetişmiş hayrül’halef evlâtları var. Ömer ÇAM Hoca’nın sevgisinin izleri var. Mustafa Râkım bereketi var.
Nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin; Yunus Emre’nin adı, deyişlerinin tadı var. Sanırım, Perşembeli Zeki Ordu Bey arkadaşımız bize o iklimden, Ünye’den, yûnusça hislenecek, Âkifçe seslenecek; sayfalarımız ve gönüllerimiz ilimle, irfanla süslenecektir.
Sevgili okurlar, sizlerin de adına; hep birlikte olarak, Zeki Ordu Bey’e HOŞGELDİNİZ diyor, kalbî sevgi ve saygılarımızı sunuyor, başarılar diliyoruz.
Yûnus diliyle; “Gelin tanış olalım;
İşi kolay kılalım.
Sevelim, sevilelim;
Dünyâ kimseye kalmaz!” ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
19.01.2011 |
|
|
ORDU İÇİN 4. T ve GÜZELLİK!
Gerek ücret, gerekse nitelik ya da özellik olarak size uymayan bir işe ne kadar sabredersiniz?
Huyu, suyu, karakteri ya da yol âdâbı size uymayan bir arkadaşla nereye kadar gidersiniz?
Bir apartman, sizce yaşanabilir değilse, orada inadına yaşamak ister misiniz? Elbette değil!
Ya o apartmanda huzur ortamı sağlanacaktır, ya da huzûr için bir başka yer arayacaksınız!
İnanç, ilke ve prensipleriniz, millî-mânevî değerleriniz ya da hayâtı yaşama tarzınız adına,
bulunduğunuz çevreyi irdelemiyor, her işi yaparım, her şeye uyarım diyorsanız, takdir sizin!
Sizin ülkünüz, ideâliniz, fikriniz-zikriniz, fark ve orijinâliteniz ve de kaliteniz yok demektir!
Bir görüşünüz, görünüşünüz, duruşunuz, medeniyet anlayışınız, şehir algınız yok demektir.
Uğruna mücâdele ettiğiniz doğrularınız, derinden bağlı olduğunuz kutsallarınız yok demektir.
Böyleleri için her yol Pâris’tir. Hâlbuki, medeniyeti olmayan şehir gerçek bir şehir olamaz!
Gerçek şehirler, erdemli, iyi insanların bulunmaktan ve de yaşamaktan sıkılmadığı yerlerdir.
Turizm turizm deyip duruyoruz. Aynen öyle. Biz de öyle düşünüyor ve de böyle inanıyoruz.
Hattâ, âcizâne, Ordu için kendimce formüle ettiğim 3 T var. Bunlardan biri TURİZM'dir.
Tabiî, öncelik TARIM ve TÂRİH’te. Bu verimli topraklar işlenmeden olmaz. Tarım şart.
Hem de yerinde ve de ciddî anlamda. TÂRİH de şart; yâni kimlik, yâni kültür, yâni âidiyet.
Bu şehir gökten inmedi. Bir geçmişi var. Bir de geleceği olacak! Biz gideceğiz, o kalacak!
Ama, öncelikle, nereden gelmiş, nereye gitmiş? Nerede duraklamış, nerede konaklamış?
Bu anlamda belirsizlik var. Net görüntü yok. Beylikler, Selçuklu, Osmanlı, Cumhûriyet!?
“Şehrin ruhu” dediğimiz bu “mekân üstü anlam”, şehirlerin insan zihnindeki çağrışımları
ve hafızasındaki yerini tayin eder. Bu, hayâtın bizâtihî yolu-yordamı ve de ortamı demektir.
Evet, turizm. Turizm lâkin, turizm de orijinâllik ister, nezâhet ve de kültürel altyapı ister.
Farklılık ister, câzibe ister. Yoksa, insanlar niye gelsinler? Yeşil sâdece burada değil ki!
Hem, insan olan insanlar için, yeşillik yalnız başına yeten bir özellik değildir seyahat adına…
Özetle söylersek; şehrin adı bütün zamanlar boyunca “neyi, neleri ve kimleri çağrıştırıyor”sa
o ölçüde anlam ve önem taşır. Şehrin adı marka olmalıdır. Ama, neyin markası ve de arkası?!
Meselâ, târihte ve medeniyette Sodom, Gomore, Pompei gibi şehirler yaşadıkları
ve yaşattıklarıyla günümüzün “ibret”lik şehirleri arasındaki yerlerini korumaktadırlar.
Şehirler çizgilerini korumuşlar ve bugün de aynı imajı yansıtıyorlarsa durum ortadadır! Anlıyoruz ki; şehirde bizden sonra yaşayacakların sorumluluğu da bizim üzerimizdedir.
Yarının inşacılarına “yaşanmaya değer bir şehir” bırakabilmek için şehrin niceliği önemlidir.
Niteliği, nasıl oluşturulduğu, plânlarda-projelerde nelerin gözetildiği ve gâyelilik önemlidir.
Şehrin maddesi plânlanıp bir takım prensipler gözetildiği gibi, mânâsı da dikkâte alınmalıdır.
Bu bağlamda bir 4. T daha geldi gündeme ve de diğerlerini bir güzel ezip geçti tâbiri câizse!
Upuzun çizmeleriyle her şeyi ezmeğe ve de tarımın da, târihin de, turizmin de karizmasını
çizmeğe kalktı! Parklara, bahçelere, târihe, coğrafyaya, hayat bilgisine meydan okudu âdetâ!
4. T dediğimiz Teleferik şimdilik durakladı gibi. Durum ne vaziyette bilmiyoruz, lâkin;
Tek isteğimiz, yasaların, kuralların ötesinde; ellerin samîmiyetle vicdanlara konularak,
meselenin gönül terâzisinde tartılıp, içlere sinen, yatıştırıcı, objektif bir karara varılmasıdır.
Olaya, bâzıları gibi “İNADINA” mantığıyla değil, empati kurarak bakılabilmelidir.
Çünkü bu, bir-kaç günü, yılı, ayı ilgilendiren bir konu değil, asırları bağlayıcı bir karardır.
Sonuçta son gelen T’nin, önceki T’leri küçümsememesi, onlara da kulak vermesi gerekir.
Aksi takdirde, “inadına sefâ” adına değerlendirilen politik fırsatların sonucu varılacak
zorlama kararlarla, geçmişe, geleceğe, kültüre, estetik ve sanata vefâ Ti’ye alınmış olur.
Böylesi, şık olmayacağını düşündüğümüz tarzlarla geliştirilen ve uygulanan kararların,
güzel Ordu’nun güzelliğine her hangi bir güzellik katkısında bulunmayacağı açıktır.
Dolayısıyla, en azından, karar ne olursa olsun, Ordu’nun ortak kararı olabilmeli!
Ya da öyle olacak bir mizansen oluşturulmalıdır. İş, bir şekilde tatlıya bağlanmalıdır.
Sevgili okurlar! Bu son cümleler benim çok hoşuma gitti! Ya sizin? Sizin de, emînim.
Acabâ, Ordu’da böyle bir şey olabilir mi? Çok özlemişiz ortak hareket edebilmeği!
Neden olmasın? Bunu yapabilecek bir insan yoksa, resmî ya da tüzel bir kurum da mı yok?
Eğer burada, asırlara hükmedecek bir projede herkesi bir masa etrafında toplayabilecek
böyle bir güzellik yoksa, o kent binâ yığınından ibâret olup, şehir özelliği yok demektir!
Çok mu ağır kaçtı bilemiyorum ama; haklılık payı oldukça fazla gibi ves’selâm….
ORDU HAYAT GAZETESİ
18.01.2011 |
|
|
ORDU’NUN VEKİLE İHTİYACI VAR MI?
Sanki var gibi, sanki yok gibi? Var desen mevcutlara ayıp; yok desen yenilere! Hani ne derler; “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık!” gibi bir durumla karşı karşıyayız! Doğrusu, işin içinden çıkmak ta zor. Gel de konuş, derdini anlat bakalım şimdi!
İşin bu tarafı bir yana, her ne hikmetse, vekillik câzibesini hâlâ devam ettiriyor ülkemizde. Başka memleketlerde başbakanlar bile sâde vatandaşlardan çok öte bir ayrıcalığa sâhip olmasa da, burada bir vekâlet dahî pâdişahvârî konumlara mazhar. Bambaşka bir statü, ulaşamayanların gözünde.
Vekillik, maddî anlamda çok da câzip görünmüyor ama, vekil olmak için servetler harcanıyor. Entrikalar geliştiriliyor. Bunu beceremeyenler gariban kalıyor. Tavuk kızartmayı vitrinlerden ağzını şıpırdatarak izleyenlerin durumlarını yaşıyor!
Nasıl iştir ki ve neden, vekil adayı olma sürecinde, ahbaplık, dostluk, hatır, gönül, ilim, liyâkât; hepsi bir çırpıda yok sayılıp, görmezden geliniyor. Büyüklerin önüne geçiliyor, lâyıkların kirli çamaşırları araştırılıyor. Yoksa, kırıştırılıyor, ya da bir yerlerden çamurlar kürekleniyor! Bunlar edebiyat değil; örnekleri çok.
Bu tür insanlar için, memleketin o şahsa ihtiyacından çok, onun vekilliğe ihtiyacı ön plânda oluyor. Öyle olmasa, bordrolara bakınca hiç te bir câzibesi olmayan bir yere ulaşmak için, akla hayâle gelmedik yollara, astronomik rakamlara niye baş vurulsun ki? Bu uğurda kitaba uyan-uymayan bütün yollar niye deneniyor?
Hakîkâten bu işe lâyık olup ta, yukardakiler tarafından göreve çağrılan, ya da halkın, liyâkâti sebebiyle bir nevî vekâlete zorladığı dolu şahsiyetleri bu değerlendirmenin dışında tutuyoruz. Tartışılmayanları tartışma dışı görüyoruz.
Vilâyetimiz için, mecliste mutlakâ bulunmalı, aksi takdirde meclis için de, Ordu için de bir kayıp olur denilebilecek insanlar var mı? Adaylar ve yâ, onun aklından geçmiyor ama, Ankara’ya gitse her anlamda kendini belli eder, performansıyla bir boşluk doldurur denilebilecek; kıyıda-köşede, o nitelikte bir hemşehrimiz var mı?
Seçimler bu noktada önem arz ederler. Yoksa, boşu boşuna masrafın hiç anlamı yok. Eskiyenler yenilenecekse, daha iyileri gelecekse emeğe değer. Aksi takdirde, eski tas eski haam olacaksa milletin parasına yazık!
Her gün yeni yeni isimler ortaya çıktığına göre, mevcutlardan memnûniyetsizlik var demektir. Ya da, yeter artık; şu vekilliği biraz da biz tadalım. Sizden aşağı kalır yanımız mı var? Adâletse, kaç dönemdir oralardasınız; bir dönem de bize hak tanıyın! İçimizde, bulunmaz hint kumaşı özelliği olan zâten yok! Bu defâ sen değil de ben gitsem, meclisin neyi eksilir? Belki, daha iyi bile olabilir; kim bilir?
Hem, göreceksiniz, bizim de sizlerden kalır tarafımızın olmadığını? Gururlanacaksınız! Çünkü bizler, sizlerin o uzun vekâlet dönemlerinizde yetiştik. Hizmet edebileceğiniz ne mâlum, nereden bilelim derseniz, bırakın da ispat edelim abiler! Bilmeyiz, lûtfedip de bizlere böyle bir imkân tanır mısınız? Yoksa, “Rabbenâ, hep banâ!” mı dersiniz?
Sevgili okurlar. Seçim sürecine girdik. Vekâlet pazarı hareketlenmeğe başladı. Adaylar yavaş yavaş piyasaya çıkıyor. Benim söylemek istediğim; Ordu’nun vekile mi ihtiyacı var, hizmete mi?
Bizim mahallenin, yada sizin mahallenin çocuğuna mı ihtiyacı var, yoksa birikimli, donanımlı, milletine, memleketine emânet duygusuyla ve hakîkâte sadâkatle uyacak helâl süt emmiş insanlara mı?
Halka da, Hakk’a da yakın olan adam gibi adamlara mı ihtiyacımız var; yoksa, kendi menfaati söz konusu olunca ne Hakk’ın, ne de halkın hatırının hiçbir anlam ifâde etmediği sözüm ona kişiliklere mi?
Karar; onların, bizlerin, sizlerin; kısaca hepimizin olacak! Bizler, kendi menfaatimizden çok ülkenin hayrını düşündüğümüzde, başımıza gelenler de o istikâmette olacaktır.
Bizler memleketi değil de kendimizi düşünerek seçim yaparsak, seçtiklerimiz de, bizim gibi kendilerini düşüneceklerdir. O zaman herkes kendine çalışacak, millî, mânevî, ananevî, kültürel hizmetler kalabilirse yine bir başka bahara kalacaktır.
Kıpırdanmağa başlayan şu önemli süreçle ilgili duygu ve düşüncelerimi,
sevgiyle, saygıyla, ve de biraz da kaygıyla arz ediyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
17.01.2011 |
|
|

BİR UMUTLA GELDİ GEÇTİ!
Cumartesi günü sabah Esat Bey Hocamız ve Yasin Çanakçı arkadaşımızla birlikte Ünye’ye hareket ettik. Kahvaltıya gidiyoruz. Dâvetliyiz. Yer; İlim Yayma Cemiyeti Ünye Şûbesi. Yeni bir şûbe ama çok faal. Birkaç odalı, geniş bir yer. Ayrıca şu anda yurt binası inşaatları var.
İçeri bir girdik ki, sendikacısı, vakıfçısı, öğretmeni, dersanecisi, iş adamı, matbaacısı, kitapçısı, hepsi orada. Cıvıl cıvıl ve o hep tâze kardeşlikler bir muhabbet çağıltısı olarak yer yer sessiz ve derinden, yer yer de coşkuyla akıp gidiyor.
ÜNYE-FATSA ARASI ORDU KURULDU
Her ne zaman Ünye taraflarına gitsem, Fatsa’ya uğrasam, hep imrenirim onların ekip olalım demeden işlerini doğal bir kardeşlik havası içerisinde sürdürmelerine. Bunu hep vurgulamak isterim yüzlerine karşı. Bâzen edebiyatı eğip-bükmeden, çok açık Türkçe kısmından yapınca, çıplaklık sırıtır. Sizin anlayacağınız; samîmî davranayım derken mahcup olan ben olurum.
Hocamız da bir bakışta anlamış onlardaki farklılığı. Bu tatil gününde, sabahın erken saatlerinde, böylesine istekli ve muhabbetli bir şekilde bir araya gelmelerinin güzelliğini vurguladı. Onlardaki gönül beraberliğini fark etmiş. Biz de teyiden dedik; “onların her zamanki hâli bu!” diye.
Hocamız dediğimiz, Dil ve Edebiyat Derneği Ordu Şûbemizin “75. Doğum Yılında, Hizmeti, eserleri ve hâtıralarıyla Hocam Prof. Dr. Mehmet ÇAVUŞOĞLU” konferansını verecek olan, merhumun talebesi Prof. Dr. Muhammed Nur DOĞAN.
Ünyeli arkadaşlar bizden, hocamızın geleceğini öğrenince, bir akşam biz misafir edelim, sabah ta arkadaşlarla kahvaltıda bir araya gelerek biraz sohbetini alıp istifâde yoluna gideriz dediler. Biz de telefonla hocamızın muvâfakatını aldık. O da menûniyetle kabul etti.
Evet, sonuçta şimdi kahvaltıdayız. Tanımadığımız yok gibi. Hasret giderdik. Sonra hocamızın tanıtımı yapılıp kürsüye dâvet edildi. 1 saat kadar konuştu. Can kulağıyla dinlendi. Eski Metinler ve Divan Edebiyâtı konusunda ilginç tespitlerde bulundu. Hem, derneğin kendi yeri olarak çok daha samîmî ve yer yer soru-cevaplı oldu sohbet. İnşâllâh, konuşmalarına zaman zaman değinmek nasîp olur.
YILDIZLARIN BULUŞMASI
Öğleye yakın, müsaade isteyerek Fatsa, tüneller derken, Kumbaşı’ya gelince sola dönüp Perşembe’ye yöneldik. İstikâmet Sarayköy. Önce öğle namazını, Fen-Edebiyat Fakültesi’nin hemen yanındaki câmide kıldık. Adı, KACALI olarak yazıyordu gâlibâ. Derenin kenarındaki câmi. . Enteresan olan şey, abdesthâneye geçince karşımıza çıktı. Suyun bir tarafı sıcak akıyordu! Allâh Allâh dedik! Bir de baktık ki, yukarda Isı-Gün var. Câmiin çevre düzenlemesi de çok güzel. Profesör hocamız şaşırdı. Hep birlikte; BRAVO dedik. Tebrik ettik görevli arkadaşımızı gıyâbında. Rabbim selâmet versin…
Yasin Kardeşle, yazın da, yine onun arabasıyla gitmiştik Çavuşoğlu’nun mezârına. Bu sefer bulmakta zorlanmadık. Hocamız, hocasının mezarına ilk defâ gidiyordu. Çok hislendi. Duâlar okudu. Evlerinin yanına gittik. Yıkılmış. Harâbe olarak, yalnızca taştan bir duvarı ayakta. Yanında da bir ulu çam var. Onun yanında da, kardeşlerinin zaman zaman gelip kaldıkları yazlık evi.
PERŞEMBE ORADAYDI
Gelelim OBKT’deki programa. Öncelikle umduğumuz katılım olmadı. Ancak, Perşembe Belediye Başkanı Sn. Selâmi ÇARKÇI ve AkParti Perşembe İlçe Başkanı Kemâl BAHTİYAR Beylerin katılımları anlamlıydı. Sn. Başkan, programın sonunda hocamıza çiçek te takdim etti. Kendilerine buradan hâsseten ve tekrâren teşekkür ediyorum.
İnanıyoruz ki, eğer, ille de doğum günü olan Ocak 15’de olacak diye tutturmayıp, Sn. başkanımızla önceden görüşebilseydik, belki de bu programı berâberce, daha kapsamlı ve soluklu bir boyutta gerçekleştirebilirdik. Bu anlamda da, bu akşamı bir başlangıç kabul ediyoruz. Hem de, tüm mütevâzılığına rağmen; iyi bir başlangıç. Bunu bir tesellî olarak belirtmiyoruz. Çavuşoğlu’yu dinlemesi, konuşması ve de değerlendirmesi gereken akademisyen, edebiyatçı, meraklı çekirdek isimler oradaydı çünkü.
BABAYA TEŞEKKÜR
Katılımda, Diyânet Câmiasının başı çekmesi de dikkâtlerden kaçmadı. Sendikacı arkadaşlarla, Eğitim câmiası da öyle. Müdür arkadaşlarımızdan orada olanlar vardı. Hocaların hocası; Ali Osman Deniz Hocam gelmişti. Nezâket çınarı Muzaffer Yüce Ağabeyimiz. Hepsini saymağa kalksam, unuttuklarımın olacağı ve yanlış anlaşılacağı muhakkak. Onun için, burada kesiyor, ve; “Ve, babam!” diyorum. Herkese teşekkür ettik ama genel geçtik. Babamıza gelince vurgu yaptık.
Çünkü, şu sıralar, koşuşturma sebebiyle, bırakın yardımı, yanına bile uğrayamadım çoğu günler. Bir de, öteden beri böyle işler peşinde koşarken, önce Allâh’a sonra babama güveniyorum. Düşersem kaldırır diye. Belki düşecek bir şey yok, ama, arkada bir gücün olduğunu bilmek oldukça önemli ve motive edici. Oradaki teşekkür, bir anlamda mahcûbiyetin insiyâkî olarak dışa vurumuydu ve özür mâhiyetindeydi.
Sunucu Abdülkerim Âlptekin, ilk deneyimi olmasına rağmen başarılıydı. Sahneler bir sunucu daha kazanıyor. Ömer Durak zâten profesyonel. Bu iki arkadaşımız Ordumuz ve Dil ve Edebiyat Derneği için gerçekten nitelikli birer değer.
Ordu Hayat’ın elemanları da kitap standını yürüttüler. Meseleyi sâhiplendiler. Her konuda yanımızda oldular. Onlara ve diğer emeği geçenlere, bir şekilde katkıda bulunanlara teşekkür ediyoruz.
En verimli bölümlerden biri, kitap imzalama süreci oldu. Birebir diyaloglar, programın katma değerini artırdı. Sonra birlikte içilen çaylarla akşamın telâşesi tatlıya bağlandı. Pazar sabahı da hocamızı Çarşamba’dan uğurladık. Yine görüşmek üzere yolu açık olsun.
Daha iyi günler, güzel programlar ve de, her dâim böylesi anlamlı vesîlelerle,
yine buluşmak, görüşmek, kaynaşmak, sohbetleşmek dileğiyle ves’selâm..
ORDU HAYAT GAZETESİ
16.01.2011 |
|