|
|
KÖY-ŞEHİR, DERS-İBRET!...
Dünyâda olduğu gibi ülkemizde de çok tartışılan bir konu oldu köpek besleme meselesi. Bizim zamanımızda böyle bir problem yoktu. Köyde her kapıda en az bir köpek olması, olmazsa olmazlardandı. 2, 3 köpek olan kapılar da vardı. Zağar dediğimiz, enik dediğimiz, hopal dediğimiz, karabaş, ala baş vs. çok çeşitli isimlerle çağırdığımız kapı köpeklerimiz vardı. Av köpekleri de cabası.
Sonra çarşılara geldik. Köpekler gitti. Onlarla birlikte inekler, danalar, tavuklar, cücükler, atlar, eşekler, katırlar; ne varsa gitti. Sizin anlayacağınız köylülük gitti. Köye gitmelere devam olsa da, köylülüğe elvedâ. Şimdi, köydekiler de çarşılı. Ekmekler, domatesler, fasulyeler; her şey, her şey çarşıdan. Artık karşıdan, karşı komşudan, tarladan diye bir şey yok. Marketten, ya da AVM’den.
Ama, tüm bunlara rağmen, hayvan sevgisini insanların içinden söküp atamazsınız. Vatandaş, şehirde de yaşasa, köpek beslemek istiyor. Ya da taşımak. Kedi beslemek istiyor. Örneklerini çok görüyoruz. Biz de, onları görünce ister istemez ilgilenmek durumunda kalıyoruz. Uzaktayken uzak kalabilirsiniz, lâkin yakınınızdaysa es geçemezsiniz.
Nitekim, geçen sabah mescide namaza giderken uzaktan siyah bir köpek peydâ oldu. Beni görünce, sanki kırk yıllık dostmuşuz gibicesine kuyruk sallaya sallaya çevremde dönmeye başladı. Sevimli hareketleriyle berâber bizi mescide kadar getirdi.
Mescidden çıktıktan sonra aynı hareketler devam etti evin kapısına kadar. Ama, öyle çok yüz verme, dostluk gösterme şansımız olmadı. Çünkü, köy olsa neyse ne; ama çarşı şartlarında bu mümkün değil. Müsâade de yok. Çünkü sonuçta, şartlar da bunu gerektiriyor.
Kim bilir, hayvan köyden getirilip ortalığa mı bırakılmıştı? Yoksa yavruları mı vardı besleyecek? Böyle olduğu âşikâr gibi sanki. Zîrâ, henüz çöp bidonlarıyla tanışmış değil olmalı. O taraflara hiç bakmıyor bile. Köyden inmiş şehre, şaşırmış birdenbire!
Burada bir eziklik duymamak mümkün değil. Sizi bir değer yerine koyup bir şeyler umuluyor. Sizse kendi âleminize yumuluyorsunuz. Bu çok acı. İnsanlar için de bu böyle. Çevresine madden, mânen faydalı olabilecek insanların, çevresiyle hiç ilgilenmeden yaşaması ne kadar kötü bir şey eğer düşünürseniz.
Bugün toplumun ne çok meseleleri var ilgi ve çözüm bekleyen. Âmirler, memurlar, bürokratlar, siyâsîler, zenginler, güçlüler; var da var. Ama, siz bu sâhip olduklarınızı size kimin verdiğinin ve niçin verdiğinin farkında mısınız? Onları size verenin, sizin de kullarla ilgilenmenizi istediğini hiç düşündünüz mü? Düşünmüşüzdür de, ne yapmışızdır? Önemli olan bu.
Bunun fakirlik zenginlikle ilgisi de çok yok. Zengindir, kimseye zırnık faydası olmaz. Fakirdir ama, sevgisiyle, gönül zenginliği, bilgisi, insanlığıyla çevresi için örnek ve ışık insan olabilir. Yeter ki, faydalı olmak istesin. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır!” sözünü bu açıdan da değerlendirebiliriz.
KÖPEKTEN ALINAN DERS!
Tam burada, insanların hayvanlardan bile alabilecek şeyleri olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim, hayvanlarla ilgili yüzlerce örnekten bir tanesi olarak, ilim ve irfan dünyâmızın ulularından, ahlâk ve mâneviyât örneklerimizden İmam-ı Şibli Hazretlerinin, bu bağlamda değerlendirilebilecek, kendi irşadına sebep olan bir olayla ilgili olarak anlattıklarını bir ibret olmak üzere zikredebiliriz. O şöyle anlatıyor:
“- Bir gün, akan bir nehrin kenarında şaşkın şaşkın bekleyen bir köpek gördüm.
Köpek, kuruyan ağzından dilini sarkıtmış, nefes nefese suya bakıyor, fakat ondan bir yudum su içmeye de cesaret edemiyordu.
Meğer ne zaman suya eğilse, suyun içinde kendi aksini görüyor, başka bir köpek zannıyla korkudan geri çekiliyordu.
Nihayet bu işin, bir netice getirmeyeceğini anlayınca birden kendini suyun içine attı.
O kendini atınca, tehdit eden aksi de ortadan kaybolduğu için, kana kana sudan içti. Köpeğin bu halinden ibret aldım. Çünkü benim nefsim, daima beni tehdit ediyor, maneviyat ab-ı hayatından içmemi önlüyordu.
Birden, ona aynı olan arzu ve heves perdelerini yırttım, işte o zaman, karşımdan kayboldu. Ve ben, iman ve islam yolunda maneviyat ab-ı hayatından doya doya içmeye muvaffak oldum. Nefsimle olan mücadele imtihanını kazandım.”
Değerli okurlar; ister fakir, ister zengin olalım. Yeter ki kâinâta kulluk bilinci ve ibret nazarıyla bakıp, bize verilen az ya da çok her ne imkân varsa onları o anlamda değerlendirmeye çalışalım. Bizi aldatarak, Rabbimizin yolundan alıkoyan her ne varsa, onları araştırıp hayâtımızdan uzaklaştırma gayretinde olalım. Yoksa yarın, -Allâh korusun!- her şey için çok geç olabilir! Bu duygu ve düşüncelerel diyoruz ki;
Cumâlarımız mübârek olsun. Yüreklerimiz kulluk bilinç ve sevinciyle dolsun…
Gönüllerimiz; îmân ve sevgi üzre giderek “dârüs’selâm”ı bulsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
28.04.2011 |
|
|
İDRİS NAİM ŞAHİN’İ NASIL OKUYALIM?!
Olaya, baştan biraz şaşırmış olabiliriz. Çünkü, hepimizin kafasında bir takım listeler vardır. O şimdi alt üsttür. Bunun sebebi, daha önceki denklemlerde Ünye’nin baştan bir sonraki sıralarda yer almasıydı. Bu defâ, 2. sıranın da aynı taraftan tercih edilmesi beklentileri tamâmen tersyüz edince olay polemiklere zemin hazırladı.
Ancak, İdris Naim Şahin’in adaylığını sıradan bir olay olarak değerlendirmemek gerekir. İlk ve genel geçer değerlendirmeleri bir yana bırakalım. Olaya soğukkanlı ve iyimser taraftan bakmaya çalışalım.
“İDRİS NAİM” DEDİKLERİ…
Bir defâ, İdris Naim Şahin kimdir? Önce bunu iyi düşünmek gerekir. Niye derseniz; öncelikle, İ.Naim Şahin, Sn. Başbakanımızın İstanbul Belediye başkanlığından bu yana hep yanında bulunan, tâbiri câizse “yâr-ı gârı” mesâbesinde can arkadaşıdır. Başbakanımızın yol boyu kendisini iyi tanıdığı, bilgi ve birikimine güvendiği, asra damgasını vuran partisini neredeyse gözü kapalı emanet edebildiği bir isimdir.
Teşkilâtların şekillenmesinde ve adayların belirlenmesinde Başbakan’dan sonra 2. isimdir. Bu anlamda bakanlardan da daha prestijli bir noktadadır. Bu dönem belki de, ayrıca bakan olarak değerlendirilmesi de muhtemeldir.
Tüm bu ağır ve sorumluluk isteyen görevlerden başka olarak, başta Ünye ve civârı merkezliler olmak üzere her tür sosyal, kültürel, toplumsal faaliyetlere destek vermenin ötesinde bizzat katılmaya da çalışmaktadır. Ordu vilâyetine hitap eden dergi ve gazetelere, inter-net sitelerine bakınız; hemen hemen hepsinde İdris Naim Şahin vardır.
Daha geçenlerde Ordu’daydı. Ordu’ya gelmez biri değil. Ama bu, biraz da dâvete ve organizeye bağlı. Siz çağırmamışsanız niye gelsin ki?! Enver Yılmaz’ın yeri göğü inleten, herkesi kulak kabartıp dinleten son çıkışları, arada bir yerlerin geçilmez, görünmez; köprülerin de yıkık olduğunun bir kanıtı niteliğindeydi. Ankara-Ordu arası bağlantıların ne denli sorunlu ve hattâ kopuk olduğunun bir göstergesiydi.
İDRİS NAİM+ DİĞERLERİ+FAHRİ BEY!
Biz, diğer illeri ve Ünye’deki muhabbeti görüp, hep derdik ki, Ordu’da niye bu böyle olamıyor diye?! Hattâ, şahsen ben içten içe kızıyordum, “İdris Bey Ordu’nun durumuna niye el atmıyor, oralardaki muhabbetten buralara da tat katmıyor?” diye. Bu konuyu, İl Genel Meclisi üyesi olan kardeşi Fahri Bey’le zaman zaman konuşmuşuzdur da. Bu gizli dileğimizi, kendisinin bizzat el atarak gerçekleştireceği aklımızın köşesinden geçmezdi.
Şunu kabul edelim ki, eğer bunu bir nakîsa olarak değerlendiriyor olsak bile, bizim bunu hak ettiğimizi peşînen kabul edelim. Çünkü biz, dillere destan Ak Parti hükümetinin 2 dönemini hebâ ettik. O güzelim havalar buralarda esmedi. Birileri önümüzde hep engel teşkil etti. Kişisel menfaatler uğruna yüz binler bu zevkten mahrum bırakıldı. Ve, bunu sezen yukarıdaki irâde, bu işe böylece, bir nevî el koydu.
Hem, mâlum, İdris Naim Bey her yerden aday olabilirdi. Nereye gitse ret görmezdi. Her yere uyardı. Ordu’dan aday olması, hem bir Ordulu olarak bizim için en büyük bir avantajdır. Ben inanıyorum ki onun bir eli, belki de ayağı da bundan böyle Ordu’nun üzerinde olacaktır.
Ordu’nun böyle güvenilir, güçlü bir irâdeye, kalite siyâsete ihtiyâcı da vardır. Çünkü o, bu anlamda çok ihmâle uğramış, maddî, mânevî, kültürel hizmetlerden bütünüyle mahrum kalmıştır.
BAŞBAKAN ORDU’YU SEVİYOR…
Kimbilir, Sn. Başbakanımız belki de ona şöyle dedi: “İdris Bey, gel seni iline gönderelim, şu Ordu’ya sâhip çık. Şu Orduyu ayağa kaldıralım. Senin vilâyetinin hep polemik, dedikodu ve kısır çekişmelerle vakit geçirmesine, böyle yerlerde sürünmesine gönlümüz râzı değil. Bir yerden başlayalım. Haydi bakalım; ekibini kur, çık yola. Gazân mübârek olsun!”
Şimdi yapılacak şey, İdris Naim Bey öncülüğündeki Mustafa Hamarat, FatihHan Ünal, İhsan Şener, Harun Çakır, Mustafa Çaya’dan oluşan dürüst, nitelikli, birikimli kadronun arkasında durmaktır. Ayrıca, duâyı da unutmamaktır. Çünkü, Ordu hepimizin Ordu’su…
Orada burada dillendirilmeye çalışılan, ne millî, ne mânevî, ne de insânî değerlerimizin hiç birinin kriterlerine uymayan olumsuz propagandalara kulak asmayalım.
Görünen köy kılavuz istemez. Oyalanmaya gerek yok. Artık, geçen süreçlerden ve yaşananlardan, ortaya çıkan sonuçlardan yeterince ders almış olmamız lâzım. Şu an için en mâkul olan şey, realist davranıp, önümüze gelen şansı değerlendirmekten ibâret.
Ordu için, daha faydalı olacak bir alternatifi olan varsa, buyursun söylesin…
Ordumuz için de, yurdumuz için de en doğrusunun bu olduğu gözüküyor.
İdris Naim Şahinli güçlü liste hepimiz için hayırlı olsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
22.04.2011 |
|
|
FÂTİH’HAN ÜNAL’IN SORUMLULUĞU…
Ak Parti’nin ülke ve dünyâdaki ve de özellikle komşular ve kardeş coğrafyalardaki imaj ve politikalarına diyecek yok. Hizmetler de o biçim. Çalışmalar, belirli bir plân dâhilinde, öngörülen prensipler doğrultusunda kararlı bir şekilde sessiz-sedâsız devam ediyor. 2023 projeleri de ülkeye özelde konfor, küresel anlamda farklı bir yer sağlayacak çapta. Tek kelimeyle, ufuk projeler.
Kim ne derse desin. Çok noktalarda uygulamalar, sinsilerce çarpıtılıp sevimsizleştiriliyor, iyi niyetleri istismar ederek, kendisi ya da çevresi için menfaat celbine dönüştürenler olabiliyorsa da, esas îtibârıyle, genel anlamda hükümet çalışıyor.
GELEN HİZMETLER, GİDEN EMEKLER...
Ordu bazında değerlendirecek olursak; Havalaanının Mayıs’ta temelinin atılacağı yetkin ağızlarca açıklandı. Dereyolu Eymür, Karaağaç üzerinden; köprü, viyadük ve tünelleriyle dağ-taş, dere-tepe demeden gece-gündüz son sürat ilerliyor.
Doğalgaz gerçeği ortada. Daha geçen hafta, en az Havaalanı ve Dereyolu kadar önemli bir projeyi, çevreyolu ile ilgili çalışmaları müjdeledi. Yine dünkü gazetelerde haber olarak yer alan Botanik Bahçesi projesi ortada.
Sağlıkla, sosyal güvenlik, özürlü ve engelli, muhtaç vatandaşlarımızla ilgili ulaşılan hizmet noktaları, kısaca hârika kelimesiyle özetlenebilir. Daha neler, neler…
Öyle olmasına öyledir de, unutkanlık özelliği ağır basan milletimize bu gerçekleri sık sık hatırlatmak ta herkesin boynunun borcu. Tabiî başta siyâsîler olmak üzere. Hep gezmek-dolaşmak, ilgiyi sıcak tutmak gerek.
Bunca hizmeti görmeyen göz olabilir mi bilmem? Ama, ne derler; “Burası Türkiye! Burada her şey olur, ve de burada her şey mübahtır!” Her şeyden önce, insanoğlu unutkan bir varlıktır. Dünü, hem de çarçabuk olmak üzere unutmak gibi özelliklerimiz vardır. Bir de, her gün her gün yeni meselelerle eskiler unutturulup, kafalar karıştırılıyor. Âlemde kafa karıştırıcı özelliği ve de işi bu olan dâhilî ve hâricî sayısız odaklar var. Bu hepimizin mâlumu.
Netîce olarak, yöresel icraat ve uygulamalar noktasında hepsi de mühim elbette ama, iktidar adayları daha bir önem arz ediyor bu anlamda. Gönül ister ki tüm isimler gitsin; ama her partiden gidecek isimler 3 aşağı 5 yukarı belli gibidir. Ama, yine de böyle düşünülmemeli. 4 zâten gider deyip yatarsan 3 bile sıkıntıya girebilir. Çalışırsan 5 de gider.
KANKALAR ve de ÇANTALAR
Dolayısıyla bu düğümü çözecek olan isim, öncelikle FâtihHan ÜNAL’dır. 1’de, 2’de çok önemli. Onlar önder isimler olarak en büyük şans ve motivasyon. Ancak, bu isimler kimler olurlara olsunlar; buradaki vatandaş FâtihHan Bey’i tanır. Çünkü sonuçta, iktidarın Ordu yetkilisi o olacaktır. Aradaki bağlantıyı sağlayacak ve de düğümü çözecek olan o.
O zaman ona düşen ve gözetmesi gereken ilk şey, kendisini şimdiye kadarki çevresiyle sınırlamaması gerçeğidir. Aksi takdirde hayâl kırıklığı yaşamak işten bile olmayabilir. Ki, ne onun, ne de kimsenin buna aslâ hakkı olmadığı unutulmamalı.
Vatandaşın oyu delege oyuna benzemez. Tek tek ayağına gitme ister. Mesudiye demeden, Kabadüz, Turnalık, Gotana demeden, Gölköy, Gürgentepe, Yeniköy-Eskiköy demeden, uzak yakın, kaş-bayır demeden karış karış dolaşmak ister.
Tüm bölgeyi, yerine-yurduna, cemaatine-grubuna, rengine-durumuna bakmadan kucaklamak, en azından el sıkışmak, ya da hiç olmazsa uzaktan selâmlamak ister. Sâdece belirli bir çevreyle KANKA olup, diğerini ÇANTA, yâni KEKLİK görmek en azından kendisine gösterilen teveccühe ve güvene saygısızlık, Ak Parti’ye de ihânet olur.
Kendisini, buradaki yılların anlı-şanlı isimlerini öne geçerek tâ Ankara’lara duyurabilmiş olan FâtihHan ÜNAL elbette bunu da başaracaktır. Güçlü bir vekil olacağı muhakkak. Ancak halktan alınacak elektiriğin önemi de küçümsenemez. Seçime iki aydan daha az bir zaman kaldığı şu saatlerde, bırakınız dakîkaları, sâniyeyi bile bu anlamda boşa geçirmeyip, ganîmet bilmelidir.
İŞİN HAYIRI, YOLUN BAYIRI...
Sn. ÜNAL. Adaylığınız tekrar hayırlı olsun. Hizmet bayrağı artık sizin elinizde. Zorlu bir seferin başındasınız. Ordulu seçmenler ve de vatandaşların muhâtabı bundan böyle sizsiniz. Bu dönem en büyük yük sizde. Ve de tüm gözler üzerinizde. Seçmek onlardan, gönüllerine göre fasıl geçmek te sizden. Mûsikî ile ilgilenen, sanatkâr ruhlu bir kişilik olarak ne demek istediğimizi iyi anladığınızdan emîniz. Allâh yâr ve yardımcınız olsun.
Artık, geçmiş bulanık dönemlerin sizinle durulacağını, kirliliklerin yer bulamayacağını, ordan-burdan pis kokuların gelmeyeceğini, vekâletin sizin elinizde emânet bilinciyle özdeşleşerek güleryüzlü, açık-seçik, halkla paylaşılan, sevimli, tatlı, güzel, içimizi ısıtan, yüreğimizi ferahlatan, şeffaf bir hizmet bereketine dönüşeceğini düşünüyoruz. Rabbim muvaffak kılsın. Duâlarımız sizinle.
Son söz olarak, bu seçim sürecinin tüm partilerimiz, adaylarımız, Ordumuz ve de yurdumuz için hayırlı-uğurlu olması dilek, arzu ve temennîsiyle, hepinize sevgi, saygı, hayırlı başarı ve sonsuz mutluluk dileklerimizi sunuyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
20.04.2011 |
|
|

ORDU’DA DEĞİŞİM RÜZGÂRLARI…
Dünkü yazımda, hafta sonunu Trabzon, Rize taraflarında geçirdiğimizi belirtmiştik. Her ne kadar, biraz uzaklara gitmiş olsak da, hattâ dünyânın öbür ucuna da gitsek buralardan kopmamız mümkün değil. Buralar bizim doğup-büyüdüğümüz yerler. Bizi taşıyıp yaşatan ve de bunun karşılığı olarak da bizden ilgi bekleyen yerler. Bu nedenle onunla ilgili olmak yediği ekmeğe karşı borçlu olmanın ötesinde bir vefâ duygusu gereği en azından.
Daha cumartesi gün Of’tayken öğrenmiştim ODÜ Rektörlük seçimlerinin sonucunu. Nasıl olsa Cumhurbaşkanı’na 3 isim gidecekti sonuçta. Elbette, her hâlükârda değişim imkân ve ihtimâli söz konusuydu. Ama, ilk iki ismin, neredeyse başa baş, diğerinin de yabana atılmayacak miktarda bir oy almış olması değişim kartının şansını oldukça artırdı.
Şunu söylemek gerekir ki, yıllar yılı büyük heyecanlarla beklediğimiz Ordu Üniversitesi, kuruluşundan bu güne, arzuladığımız manzarayı bir türlü bahşetmedi bize. Halk da, Üniversitesiyle kaynaşamadı.
Sanki Üniversite soyut bir âlem; kendi çaldı kendi oynadı. Yanına aldıkları da, oyunlarına ayak uyduracakların ötesine geçmedi. Herkesin ayak uyduracağı, aynı heyecanı paylaşacağı, halkın örf, âdet, inanç ve geleneklerini hiç nazar-ı îtibâra almadı..
Kim ne derse desin; Ordu’da siyâset ayrı telden, Belediye öbür telden, Üniversite de ap ayrı telden çalıyor. Bu bir gerçek. Durum böyle olunca da orada âhenk ve huzur nasıl gerçekleşebilir? Sağduyu kendine nasıl yol bulabilir? O şehirde hangi huzurdan söz edilebilir?
Birilerinin bir araya gelerek kendi aralarında kendileri çalıp kendileri oynaması, kendi kendilerine oynaşması belki mümkün olabilir ama, o müessese ve yaptıklarının aklı selimle bağdaşması, ve de dolayısıyla toplumla kaynaşması mümkinâttan olamaz. Sanki nitekim Ordu’da bunu yaşamakta gibiyiz. Ki, bu aslâ böyle gitmemeli.
Mâlûm, biz de yoktuk buralarda. Elemanlar, ajanstan gelen başlığı aynen koymuşlar gazeteye. Bundan dolayı da bayağı tepki aldık. Duyarlı okuyucularımıza buradan ayrıca teşekkür ediyoruz. Bana göre, hiç kimse değil; ODÜ’nün Rektörlük seçim sandığından DEĞİŞİM çıktı. O haberin başlığı buna göre şekillenebilirdi. Gerçi, bunun sonuçla bir bağlantısı yok ama, duyarlılık noktasında şık bir tavır olabilirdi. Çünkü, değişime hepimizin ihtiyâcı var.
Gerçi, Cumhurbaşkanımız ne diyecek? Tercihini hangi yönde kullanacak, bilemiyoruz?! Lâkin, bu oy tablosu, mevcut durumdan memnûniyetsizliğin en büyük kanıtı gibi gözüküyor. O zaman, kim olursa olsun, sonuçta bunu böyle okumak, ODÜ’nün genel havasında ve imajında, halka ve topluma dönük değişiklik ve yenilikler yapmak zorunda.
Biz, bu noktada çok ümitliyiz. Bugün şehirde attığımız tur ve edindiğimiz izlenimler siyâsette olduğu gibi üniversite de değişikliğin –inşâllâh- kaçınılmaz olduğunu haber veriyor.
Aday listeleri bile artık çok değişik. İktidar da öyle, muhâlefet te! Nerde Rıdvan YALÇIN, Enver YILMAZ ve hattâ, nerde Rahmi GÜNER? Bu manzara karşısında, üniversitenin yerinde sayması muhâl gibi gözüküyor. Ama, yine de takdir, tabiî ki Cumhurbaşkanımız’ın!
Geçen akşam dönerken öğrendiğimiz 2. haber de Celâl ŞAHİN Hocamız’ın vefatıydı. Kendisi 2 aydır OMÜ Tıp Fakültesi’nde yoğun bakımdaydı. Allâh rahmet eylesin. Makâmını da cennet eylesin. Toplum onu eğitimciliği, çıkar bağlamı bulunmayan sağduyulu hizmet eksenli siyâseti ve hayır hizmetlerine öncülüğüyle tanıyor. Tabandan tavana olmak üzere, her kesimden cemaati ve de dolayısıyla, “makâmı cennet olsun!” duâlarına âmin diyenleri oldukça fazlaydı. Kendisini Beyli’deki mezarlığına kadar uğurladık. Yolu açık olsun. Mevlidde de dillendirildiği gibi, Mevlâ;
“Yoldaşın îmân, makâmın cennet et!”sin.
“Süleymân-ı Fakîre” olduğu gibi ona ve bir gün o hâl ile hâllendikte,
Sizlere, bizlere ve de hepimize “rahmet et”sin.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen efendimizin ve de dînimizin merhamete verdiği önemin vurgulandığı şu günlerde, Yüce Rabbimiz hayâtta kalanlarımıza da, fert, toplum, âile, müessese ya da tüm yöre halkı ve millet olarak hepimize iyilikler, güzellikler, hayırlar, hasenâtlar yönünde değişim ve dönüşümler ihsân etmek sûretiyle, üzerimizden merhametini esirgemesin…
Yüzlerce, binlerce, milyonlar ve de milyarlarca âmin ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
18.04.2011 |
|
|
OF'UN HAYRETİ, ORDU'NUN ŞÖHRETİ...
Cumâ günü, ikindiyi bekleyip namazı kıldıktan sonra çıktık yola. Bu, aylardır, belki de yıl veyâ yıllar geçeli ilk kez hep bir arada olarak gerçekleştirme imkânı yakaladığımız kısa mesâfeli bir ziyâret yolculuğuydu. Büyük çocuklarımız okulları dolayısıyle gurbette oldukları için, öyle eskiden olduğu gibi âilece hepimizin bir arada olma zamanları yılın sayılı günlerine tevâfuk edebiliyor artık. Nitekim, Samsun'daki çocuğumuzun geldiği bu hafta sonunu, ne zamandır plânladığımız iki ziyâreti gerçekleştirme adına fırsat bildik. Havaların yağışlı olması dolayısıyle köye gitme durumlarının zayıflaması da bu düşüncemizi uygulama noktasında bizi cesâretlendirdi. Konuyu büyüklerimizle de paylaşıp kararı verdik ve yola koyulduk.
GİRESUN'DAN TRABZON'A...
Hem Of'ta, hem de Trabzon'da yakınlarımız var. Birer akşam kalıp döneceğiz inşâllâh. Yakınlarımız dedikse, ikisi de bacanak. Of'taki Gümüşhacıköylü ve burada bir ilköğretimde müdür olarak görev yapıyor. Oraya, çocuk görme bağlamında gidiyoruz. Rize'deki bacanak da, Bulancaklı ve oraya taşınalı da 5-6 ay kadar oluyor. Rize Diyânet Eğitim Merkezi'nde ihtisas kazandı. Ayrıca, Rize İlâhiyât Fakültesi'nde mastırını tamamladı. Şimdi tez aşamasında. 4 yıl boyunca burada kalacaklar. Sürati seven bir şoför değilim. Ayrıca, hep bir arada olunca, muhabbet daha da bir sarıyor. Arabada olan yakınlık evde olmuyor. Onun için 80-90 arası gidiyoruz. Trabzon, Yomra, Arsin derken, oralarda bir yerde durup akşamı kıldık. Biraz daha gidince, bir de bakmışız ki Of'a gelmişiz. Yolculuğun nasıl geçtiğini anlamadık. Belki biraz muhabbetten ama, yollar da çok güzel olmuş. Kıvrımlar azalmış. Yolculuk, tek kelimeyle bir zevk. Yûsuf Kerem saymış. Tam 12 tünel geçmişiz Giresun'dan Of'a. Akşam teyzesi de bu sayıyı onayladı. Oradan Rize'ye giderken de var bir-kaç tâne. Hele Trabzon'dan geçiş bir hârika. Eskiden, bu bir kâbustu. Biryerlerde mutlakâ takılıyordunuz. Şimdi, ok atımı bir mesâfeden şehri ve güzelliklerini de temâşâ ede ede tatlı bir akış ve bakışla kayıp gidiyorsunuz özlemlerinize doğru. Sanki, aman bu tatlı yolculuk hiç bitmesin dercesine yavaş gitmemize rağmen 3 saat dolmadan Of'a gelmiştik. Biz şehre girerken yatsı okunuyordu. Sora sora evin önüne geldik. Baktım hemen orada câmi var. Abdestimiz de olduğu için, çocuklar eve geçerken ben cemaate gittim. İçeri bir girdim, şöyle göz gezdirdim. Cemaat bana çok değişik geldi. Duâ edilirken de inceledim. 30 kadar cemaat vardı. 20'den fazlası sakallıydı. Tabiî, başta hoca efendi de. Namaz boyunca mikrofon falan da açılmadı. Sonradan sorduğuma göre, sâdece cumâda açıyorlarmış.
PÂKİSTAN'DAN OFİSTAN'A!
Âmener'rasûlü'den sonra, giyinişleri de dikkâtimi çeken, her hâlde bizim gibi misâfirler diye düşündüğüm bir-kaç kişi öncülüğünde 12-15 kişi kadar bir grup halka oluşturdular. Meğer bunlar Pâkistanlıymışlar. Mâlum, Dâvet ve Tebliğ ekibindenler. Önce, hocaefendiyle tanıştık. Sonra da o, onlarla bizi tanıştırdı. Sonra da, onlardan biri Urduca bir kitaptan okudu. Rizeli bir ağabey de Türkçeye aktardı. Kitap, sahabe hayâtını anlatıyor. Hayâtüs'Sahâbe muhtevâlı bir kitap. Sabah namazına da indim. Grup yine orda. Yine sohbet oldu. Cemaat bu defâ 20 kadardı. Öğlede 50 kadar oldu. Her namazın sonunda halka oluşturulup 5-10 dakîkalık ta olsa ders yapılıyor. Sorular ve muhabbetle iş uzayabiliyor. Nitekim öğlede biraz uzayınca Pâkistanlı bir kardeş içerden, memleketlerinden getirdikleri, oraya özgü farklı hurma, şeker ve fıstıklardan oluşan ikram tabakları getirdiler. Her şeyin en tatlı yanı sâdelik ve doğallığıydı. Zâten bu câmide her şey doğaldı. Ses öyle. Okuyuş öyle. Hoca Efendi, sabah namazında bile, farzdan önce, cemaat birikene kadar bir şeyler okuyalım dedi. Efendimizden iki hadis okudu. Namazın peşinden salavât zikirleri okundu. Sonra Dâvet ve Tebliğci arkadaşlar sohbet yaptı. Hiç yapmacık yok. Arı-duru okuyorlar. Her sohbetin sonunda da birisi duâ yapıyor. Her kes de âmin tutuyor. 3 vakit onlarla namaz kıldım. Çok istifâde ettim. Aklımda çok az da kalsa, onları sizlerle paylaşmak isterdim. Ama, gördüğünüz gibi mümkün değil. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki, imam arkadaşın söylediğine göre DİYÂNET İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ'nin 7. cildinde bu cemaatle ilgili geniş bilgi varmış. Merak edenler oraya bakabilirler. İmam arkadaş diyor ki; "bunlar çok farklı. 3 gün onlara katıldım. Eve, beni ölüm hâricinde aramayın! dedim. Onlara takılıp gittim Bulancak taraflarına doğru. Gerçekten çok feyizli oluyor. Mânen ilerlemek isteyenlere tavsiye ederim" dedi. Yaşadıkları hâtıralardan söz etti.
ORDU'NUN ŞÖHRETİ!
İşin Ordu tarafına gelince; ilk akşam onlarla tanışma faslında, Ordulu olduğumu, benzer arkadaşların geçtiğimiz yaz Ordu'ya da geldiğini, onlarla görüşüp muhabbet kurduğumu söyleyince, içlerinde Rizeli olup ta onlara tercümanlık yapan ağabey hayretle; " Nee? dedi. Oraya bizim gibiler, bu saç-sakal ve kıyâfetle oraya gelebiliyor mu? dedi. Bir târih biz gelmek istedik. Sınırdan içeri alınmadık. Çok zorluklar yaşadık!" falan dedi. Ben de hatırlıyorum, sizler de hatırlayacaksınız; sanki bir zamanlar böyle bir şeyler olmuştu. Ben de, "Adı üstünde; Ordu, o kadar olacak! Ordu deyince biraz duracaksın" diyerek lâtîfeyle geçiştirdim. O günlerin elhamdülllâh geçmişte kaldığını söyledikten sonra, kendilerini Ordu'da da misâfir etmekten memnun olacağımızı da belirttim.
ORDU OF, RİZE OF!
Evet, Rize'den selâmlar sevgili okurlar. İnşâllâh, birazdan dönüş yoluna koyulacağız. Of'a azıcık ta olsa yine uğrarız büyük ihtimâlle. Yalnız Yusuf burayı çok sevdi. Dün Rize'de birlikte dolaşırken şehirden sâhile kadar kıvrıla, döne inen, örneğini ilk burada gördüğümüz demir direkler üzerine monte edilmiş tahta köprüler özellikle onu cezbetti. Havadan, alttaki vasıta ve insan akışını seyrede ede çeşitli sokak ve caddeler üzerinde dolaşıp güzel tesislerle donanmış sâhil boyuna uzanmak hoşuna gitmiş olmalı ki; "Baba, artık buraya taşınamaz mıyız? Ben burayı çok sevdim!" demez mi? Ama, mâlum; çocuk işte! Olacak şey değil! Nitekim, o da sonra anlamış olmalı ki, sabah kahvaltıda lâfı; "Yazın yine gelebiliriz, değil mi?" ye çevirdi. Aslında memleketimizin her yanı güzel. Rabbim cümlemize, sevdiğimiz kadar gezmeyi ve görmeyi de nasip eylesin inşâllâh. Zîrâ, pâkistanlı kardeşlerin de, dâvet esprilerini açıklarken vurguladıkları gibi su bile durdukça kokar. Akan sular ise hem kendi hep tâze kalır, hem de gittiği yerlere hayat verir, canlılık getirir. Rize'den, Of'tan hepinize selâm; gezmeye-tozmaya, yazmaya-çizmeye devâm... Darısı, benzerleri ya da yenileriyle, -hayırlısından- hepimizin başına ves'selâm...
ORDU HAYAT GAZETESİ
17.04.2011 |
| Toplam 92 Blog, 19 Sayfada Gösterilmektedir. |
|
«« « 1 [2] 3 4 5 6 7 » »»
|
|