İSTANBUL’DAN ORDU’YA YOL GİDER Mİ?
BİR BAŞKA TEPEDEN
Sana dün bir tepeden baktım azîz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyâda,
Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yâda
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Yahya Kemâl BEYATLI
BOZTEPE’DEN NAZÎRE
Sana dün Boztepe’den baktım ey lezîz Ordu
Görmedim gezmediğim sevmediğim hiçbir yer
Yaylalar bulut bulut çiçekler açıyordu
Yoroz’undan bakınca, başlar göklere değer
Nice tumturaklı şehirler görünür dünyâda
Lâkin efsûnlar bahşetmiş doğana Yaratan
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü’yâda
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Yahya Kemâl büyük şâir. Büyük Coğrafya’nın şâiri her şeyden önce.
Büyük coğrafyaların çocuğu çünkü.
Çocukluğunun geçtiği yerler bile başlı başına bir devlet şimdi.
Ama buna sevinememiş tabiî. Oralar devlet olurken, asıl devletini kaybetmiş zîrâ.
Hepimiz kaybetmişiz onunla birlikte.
“Kayıp Şehir” dediği Üsküp’ü, Manastır’ı, Mostar’ı; tüm Balkan’ları.
Şimdi pasaportlarla bile dolaşmakta güçlük çekiyoruz oraları.
“Tuna Nehri” bundan dolayı “akmam diyor”
Hep birlikte arıyoruz Yahya Kemâl’in kayıp şehrini.
Yanıla-döküle, ine-çıka arıyoruz; ama kördüğüm olup kalıyoruz bir yerlerde.
Birileri çıkıp geliyor çağdaşlık adına, hümanizm adına; şu izm, bu izm adına.
Düğümleri keseyim derken kollarımızı-bacaklarımızı kesiyorlar.
Sonra da geçip ekranlarda seyrederek mizah ihtiyâçlarını gideriyorlar!
Biz de Yahya Kemâl gibi, İstanbul’a bakıp bakıp geçmiş hâtıralarla avunuyoruz.
“Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli!” şarkısını mırıldanıyor gibiyiz.
Bir yandan da minârelere bakıyoruz, kubbeleri temâşâ ediyoruz.
Köprüler, Çarşılar, Kervansaraylar, Su Kemerleri, Bedestenler, İmaretler…
Mezar taşlarına yaslanıyoruz. Onları çözmeye çalışıyoruz.
Okumaktan âciziz. Anlamaktan zâten âciz olacağız.
Bizim böyle bir şansımız da yok buralarda!
Atalarımız sanki hiç uğramamışlar gibi bu yörelere.
Ne adları var ne sanları; ne de eserleri…
Cumhûriyet döneminde de yapılan eski izleri silmekten öte bir şey değil.
Sâdece Yüce Mevlâ’mızın lûtfettiği doğal güzellikler tek varlığımız olarak duruyor ortada.
Eskiye âit ne varsa horlayanlar, çıkardıkları gürültülerin, elin yaptıklarının yanında horlamaktan(!) öteye gitmediğini hâlâ anlayabilmiş değiller.
Onlara aldırmadan bir şeyler yapma zamânı gelmiş olmalı.
Şu an rüzgâr kendi tarafına esenler kendi kişisel menfaatlerini bir yana bırakıp şehrin ve sâkinlerinin geleceği adına en ideal olan yolu tutmak zorunda.
Yüce Rabbimizden, hiç olmazsa bundan sonraki neslimiz için, bir an evvel, böylesi dertleri olan yöneticiler nasip etmesini niyâz eyliyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
16.11.2007