|
|

KILAVUZU ZAN OLANIN, SONU NE OLUR?
Bizler, hayâtımızı bir takvime bağsak da, bağlamasak da, günler geçiyor, seneler dönüyor ve de takvim zamanları geliyor. Nitekim, işte bir yıl daha döndü. Her gün yaprak yaprak dökülen hayât ağacından koca bir dal daha kopup gitti. İnşâllâh, öbür dünyâda çok daha güzel çiçekler, yapraklar açmak, Tûbâ ağaçlarına komşu olarak yeşermek üzere…
Sevgili okurlar; takvimler önemlidir. Onlar, hayâtımızı bir takvime bağlamak isterler. Hangi ayda, haftada, günde ya da zamanda bulunduğumuzu haber verip gösterme yanında, o güne münâsip düşen hâl ve hareketleri de tavsiye niteliğinde bildirme ya da hatırlatma görevini yaparlar. Bağ-bahçe işleri yanında, edebî, kültürel, ilmî, dînî bilgiler vererek, her tür konuda bizleri, kendi boyutlarınca aydınlatırlar.
İsterler ki, hayâtımız takvimli ve de kıvamlı olsun. İyilik, güzellik özelliği bulunan işlere devamlı olsun. Takvim kelimesi, gördüğünüz gibi hemen kıvam kelimesini çağrıştırdı. Mutlakâ, aynı kökten olmalı. Buradan, takvimlerin, hayâtımızı tam kıvâmında yaşamak adına ipuçları verdiğini, tâbiri câizse balans ayarı niteliği taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Geçen gün bir akrabânın iş yerine uğradım. Temsilcisi bulunduğu firma, bir sürü takvim bırakmıştı reklâm amacıyla. Hep olageldiği gibi, hemen birini alıp baktım. Şöyle bir yaprak denk gelmesin mi? Çok basit gibi görünen, bidiğimiz de bir konu ama, böylesine kolay fakat farklı bir açıdan meseleye öyle çarpıcı bir neşter vuruyor ki! Eğer, “takvim işte!” deyip basite almazsanız nakledeceğim:
Yaprağın Başlığı şöyle: KILAVUZU ZAN OLANIN
Cehaleti müminin azılı düşmanı telakki eden dinimizin, “Sakın cahillerden olma olma!” (En’am:35) uyarısı, en az müşfik bir annenin çocuğunu ateşten sakındırması kadar dikkat celbedicidir. Çünkü cehalet gecenin zifiri karanlığına benzer. Karanlıkta yola çıkan kişinin tek hareket noktası zannı olduğu için, doğru yolu bulması çok zordur.
Kur’ân-ı Kerîm, kesin bilgiden yoksun olduklarından dolayı zanlarıyla hareket eden cahil Yahudiler hakkında bakın ne buyuruyor: “Onlar içinde, Kitab(Tevrat)ı bilmeyenler (okuma-yazması olmayanlar) vardır. Bildikleri sâdece bir sürü asılsız şeylerdir ve kesin bilgileri olmadıklarından dolayı) ancak zanda bulunurlar” Bakara:78
Bu da gösteriyor ki dini, zan ve taklit eksenli yaşamaya çalışan bir zihniyetten sahih amellerin tezahür etmesini beklemek, gözü kapalı atılan okun hedefe varmasını beklemekten farksızdır. Çünkü, bilinçsizce yapılan amelin, bid’at ve hurâfelerle ameli ifsada götürmesi kaçınılmaz bir olgudur. Nitekim Ömer b. Abdülaziz, bu noktaya işâretle demiştir ki: “İlimsiz olarak amel yapanın bozduğu şeyler, yaptığı iyiliklerden çok fazladır.”
Okuyunca belki koparıp atarız bu yaprağı. Ama, görüyorsunuz ki, meseleyi tam damardan îzah ediyor. Ben bundan kısaca şunu anlıyorum: Günümüzde bir çok olay oluyor. Problemler yaşıyoruz. Bunları gerçek anlamda çözmek, yine ve ancak neyle olur; gerçekle olur. Gerçek de İslâm’dan başkası değildir.
Kısaca, Hak, hakîkat ölçüsü önde tutulmayan yol cehâlet yoludur. Yâni Karanlıklarla doludur. Dolayısıyla, bizi çözüme götürmez. Karanlığa, boşluğa, kısaca ebedî felâkete götürür.
Meselâ, gençlerimiz büyük bir boşlukta bugün. Çocuklarınızla, gençlerle bir konuşun bakalım; okullarda, orda-burda olan-bitenlerle ilgili olarak neler anlatacaklardır sizlere. Oraya girmeyeceğim. Durumlar kanlar, cinâyetler, içkiler, uyuşturucular hepimizn mâlumu, kanayan yarası, ızdırabı. Onları İslâmdan başka bir şeyin tatmin etmesi, huzur ve sükûnete, olgunluğa ulaştırması mümkün değil.
Takvim deyip geçmeyelim sevgili dostlar. Onun yaprakları, günümüzün değer diye sunulan koca koca idollerinden daha değerlidir. Buradaki bilgileri, adı Üniversiteye çıkmış, profesöre çıkmış kurum ve kişilerde dahî bulamazsınız. En yakın bir üniversiteye gidin bakalım size değer diye neler sunacaklardır?! Şu takvim yaprağının verdiklerini sana verebilecekler midir?
Yukardaki alıntılar Semerkand Takvimi’ndendi. Bir sürü takvimlerimiz var. Hepsi de güzel. En az bir tane edinmek gerek. Hediye olarak gelmese bile, 2-3 lira verip almalı. Okumak, mümkünse, âilece toplu hâlde okumak daha da güzel olur. Ortamın havası değişir. Hep filimlerin işgâl ettiği ortamlarımıza biraz ilim kokusu gelir hiç olmazsa!
Bugün, eğer şimdiye kadar almamışsanız, “Çarşamba Pazarıdır!” deyip bir tane edinin. Varsa, bir başka takvim daha almanızda mahzur yok. Ama, her şeyden önce okumak şartıyla. Okumayacağınız takvimi alarak, başkasının da yolunu kesmiş olmayın.
Evet Sevgili okurlar! Rabbimiz,“OKU” diyor. Biz de burada sâdece ve sâdece, hatırlatma, dolayısıyla bir kardeşlik görevini yapmaya çalışıyoruz. Nitekim, insanların, ağırlıklarıyla bağdaşmayan hafiflikler peşinde koştuklarını görünce, okumaktan ve de âhiret için güzel elbiseler dokumaktan başka çâre yok gibi gözüküyor. Haydiyin öyleyse;
takvimlenelim ve hayâtımızı İslâm’ın takvimine bağlayalım ves’selâm
ORDU HAYAT GAZETESİ
14.12.2010 |
|
|

“GÜZEL ORDU” GÜP MÜ GÜZEL OLACAK?!
Güzelordu’nun en güzel hâli, aslında bu hâli, yâni binâ olmayan hâli değil mi? O civârın, dolanacak bir yere, nefes alacak bir meydana ihtiyâcı yok mu sizce de? Ama, karar alınmış, finansör bulunmuş. Bizimkisi pişmiş aşa su katmak gibi bir şey; biliyorum. Ancak, bildiğim bir şey daha var ki, belki bundan sonraki benzer tasarruflarda bunun etkisi olur.
Ülkemizde, özellikle Ordu’da, eskinin yerine hemen yenisini dikmek gibi bir teâmül var. Sıkı insanlarız nemelâzım; aslâ boşluk kabul etmiyoruz! Hemen yakıştırı ve de yapıştırıveriyoruz! Af yok! Hadi, vatandaş, “hakkım!” diyor, bastırıyor. Hâlbu ki, öyle bile olsa satın alınıp kamu yararına meydan olarak değerlendirilemez miydi?
Bir şehri şehir yapan meydanları değil midir? Meydan fırsatları kaçırılmamalıdır. Güzelordu’nun yeri, sanırım hazîne yeri olmalı. Aslında tam fırsattı. Bir düşünün; güzel olmaz mıydı?
Aslında bu konuyu yazıpla yazmamak arasındaydım. Ama dün oradan geçerken, bir-kaç kişi aralıktan, içerdeki inşaatı izliyorlardı. Mâlum, içerde ne olup-bittiği görülmüyor. Paravanla çevrilmiş. Sonra, her nedense, üzerine de çepeçevre deniz manzaraları eksenli desenler, figürler çizildi sulu boyalarla.
Bunun anlamı nedir, bilemiyoruz. Kusura bakmayınız; ne de olsa taşradayız ve de birazdan biraz fazla taşralıyız. Şöyle bir düşünsek de yorumlarda bulunsak, acabâ çok mu karakûşî olur bilemiyorum!
Burası bir denizdir. Fazla dalmayın. Manzaralara bakıp geçin! Siz içeriyi merak etmeyin! Şu resimlere bakıp geçiverin işte! Bunda anlamayacak ne var? Buraya binâ yapılacak. Hem de eskisinden çok çok özel ve de güpgüzel bir binâ. Bir gün bir sabah kalktığınızda göreceksiniz ki, “Güzel ordu”, “Güpgüzel Ordu” olmuş!”
Sonuçta yapılan şey; eski binâ boyuna uzundu, bu da enine geniş olacak herhâlde. Yâni, binâyı eskiler boyuna uzatmışlar, yeniler de enine. Hem, biraz da fazla uzatmışlar. Merak ediyorum, okulun çevresinde ne kadar alan kalacak çocukların koşması, oynaması, nefes alması için. Ya da, dükkânlardan kalan bölümden gelip-geçenlere de bir pay düşecek, kısmî de olsa bir ferahlık gelecek mi Köprübaşı’na?!
“GÜZEL ORDU”, “GÜPGÜZEL ORDU”
Okulun ismi de uzamış! Hani şimdi insanlar az çocuk yapıyorlar da çok isim koyuyorlar ya; onun gibi! Siz, GÜPGÜZEL ORDU ismine takıldınız, belki, amma da uzattınız ve de abarttınız der gibi bile oldunuz ama, yeni isim ortaya çıkınca, bakalım nasıl değerlendireceksiniz?!
Ne diyorduk? Evet, kısırıktan inşaatı inceleyen bir-kaç kişi aralarında konuşuyorlardı. Bir tânesi “Nûri Hocam ne der acabâ?” diyerek onlardan ayrılıp geldi. Tutturduğumuz yolu biraz beraberce yürüyüp gittik. Hem sohbet ettik. Onlar da aynı şeyi düşünüyorlarmış meğer ve onu konuşuyorlarmış.
Evet kardeş, biz de öyle düşünüyoruz. Hattâ, Orta Câmii’n ordaki vakıf binâsı için de çok yazılar yazdık. Dinleyen yok. Sonuçta bizim kötülüğümüz bize kaldı. “Evet, çok doğru” dedi arkadaşım.
Biz bu yazıları niye yazıyoruz, daha doğrusu yazmalıyız? Çünkü, yukarda da açıkladığımız gibi, bundan sonraki benzer teşebbüsler için bir fikir kırıntısı olur. Bir de, bizden sonrakiler bu ve benzeri durumları görünce, hiç mi uyaran olmamış yetkilileri demesinler, tüm insanları töhmet altında bırakmasınlar! Derdimiz, sıkıntımız biraz da bu. Nitekim, Vakıf Binâsı konusunda olduğu gibi bu konuda da alternatiflerin tartışıldığı dönemlerde benzer düşüncelerimizi defaatle dile getirmiştik. Sâdece biz değil, başkaları da. Arşivlere bakılabilir.
Sevgili dostlar! Aşağıda, eski tiyatro binâsının olduğu yeri düşünün. Hani yanmıştı da, yerine yenisi yapılmayıp meydan olarak düzenlenmişti. Yıldırımlar Market’le Merkez Karakolu arasındaki alandan söz ediyoruz. Şimdi, hemen öte yanında Cumhûriyet Meydanı olmasına rağmen, yine de bu meydan küçük duruyor; yâni yetersiz gibi görünüyor. Bir de, ya yerine binâ yapılmış olsaydı?! İyice sık nefes olmaz mıydık? Gerçi, alışılır gidilirdi, kimse de fark etmezdi ama, bu hâli iyi değil mi?
Ne derseniz deyin; şehre meydan yakışıyor. Öyle değilse, büyük şehirlerde neden büyük büyük istimlâklar yapılarak meydana dönüştürülüyor? Gecekonduların yıkılıp da yerine sitelerin dikilmesi, aynı zamanda yine meydan arayışlarının bir tezâhürü. Binâlar yüksek oluyor belki ama, en azından park yeri problemi olmuyor, parklar, meydanlar ve sosyal alanlar nefes aldırıyor.
Cumhûriyet Meydanının olduğu yerde de okul vardı. Yoksa oraya da mı binâ yeniden yapılsaydı. Yazık mı oldu? Eğer, buraya da yapılmasaydı yazık mı olurdu bu alana sizce?
Sevgili dostlar. Yeni binânın eskisinden daha güzel olacağı muhakkak. Ne demişler; “Yeni eskiyi bozar!” Doğru, lâkin, orasının bir meydan olarak düzenlendiğini tahayyül edin bir de! Düşüncesi bile nefes aldırıyor ve heyecanlandırıyor insanı, değil mi?
Sözlerimizin hayır sâhibi vatandaşlarımızla ilgili olmadığı açık. Onların hayrı elbetteki hayır ve bizler de Allâh(CC) râzı olsun diyoruz cân ü gönülden. Bu iş onların gönlünden kopmuş. Neresi gösterilirse oraya kondururlar binâyı.
Yapacağımız maddî, mânevî, kültürel ve îmâra yönelik tüm işlerimizin, kentimizin “GÜZELORDU” vasfına uygun ve paralel gitmesi, güzelin daha güzelinin arayış ve hassâsiyetiyle devam etmesi dileğiyle ves’selâm….
ORDU HAYAT GAZETESİ
13.12.2010 |
|
|

GİTMELERİN TATİLİ YOK...
Evet, dünyâ bir gidişten ve yolculuklardan ibâret aslında. Bana, duran bir şey gösterebilir misiniz? Bir şey gösterin ki, gitmiyor ve de en son bitmiyor, ya da bitmeyecek olsun. Herkes, her şey gidiyor sevgili okurlar. Dağ gidiyor, taş gidiyor; Ay gidiyor, dünyâ gidiyor, güneş de! İnsanoğlu geldim zannediyor, ama çoğu defâ gitmek için geldiğini, durduğunu zannettiği noktada da hep gitmekte olduğunu unutuveriyor.
Her neyse, inşâllâh bizler, bu dünyâda, Efendimizin (SAV) buyurduğu gibi bir “garip yolcu” şuuruyla yaşar, hicret hassâsiyetiyle yol alır ve sonuçta sonsuz medînemize ulaşanlardan oluruz. Geleceğe böyle bakabildiğimiz ve hayâtı bu ikrarla sürdürmeye gayret ettiğimiz zaman, gerideki her şey teferruattan ibâret kalabiliyor.
GİDENLER ve KALANLAR
Bu haftayı da yine hüzünlü haberlerle kapadık sevgili okurlar. Ayhan ÖZDOĞRU hocamıza tâziyeye gittiğimiz geçen günün akşamında Ulubey-Koşaca’da meydana gelen bir kazâ, Ordu’muzun acılar sürecinin devam ettiğini gösteriyordu. Arabasının 250 m.lik uçuruma yuvarlanması sonucu ölen 3 çocuktan 2’si kendi çocuğu olan şoför; “Keşke ben ölseydim de çocuklar yaşasaydı. Bu günleri görmeseydim!” diyor. Ayhan Bey Hocamız da; “Eğer Ufuk ölmeseydi, böyle bir sonuçtan sonra yaşayamazdı. Çok ince düşünceli, duygulu bir çocuktu. Sebebiyet verdiğini düşüneceği bu elîm kazâ sebebiyle vicdan azâbından kahr’olurdu!” şeklinde konuşuyor.
Neresinden bakılırsa bakılsın çok zor. Evlat acısı, elbetteki hiçbir şeye benzemez. Rabbimiz kimselere göstermesin. Bir imtihan olarak gösterirse de, sabrını en güzeliyle versin de; sonuçta bizleri sevdiklerimizle berâber, Efendimiz (SAV) in livâul’hamd sancağı altında buluştursun. Âmin. Ayhan Bey Hocamızın da ifâde ettiği gibi, bundan başka bir ümîdimiz ve de tesellî kaynağımız yok.
Her yatsıdan sonra okuduğumuz “ÂmenerRasûlü” de geçtiği gibi, hep duâ etmemiz lâzım: “Rabbimiz, tâkat getiremeyeceğimiz şeyi yükleme bize!” diye. Hep duâ etmeli, niyâzı elden bırakmamalıyız sevgili okurlar.
YILLAR SONRA ŞEYHLER DİYÂRINDA
Cumartesi gün öğle namazını Ulubey Şıhlar Köyü’nde kıldık. Ardından da Ordu Devlet Hastânesi Emekli Saymanlarından Yaşar EKER(61) Ağabey’in cenâze namazını. Geliş sebebimiz de buydu zâten. Allâh(CC) ganî ganî rahmet eylesin. Son iki aydır yaşadığı yoğun hastalık günlerinin sonunda Rahmet-i Rahmân’a kavuştu. Kalabalık bir cemaati vardı. Makâmı Cennet olsun. Âmin.
Şıhlar’a gitmeyeli epey oldu. Biraz da nostalji yaşamış olduk. Mâlum, önceleri, Sıtkı ÇEBİ, Câvid KALPAKLIOĞLU Ağabeylerin hayâtta olduğu günlerde, bizlerin de hep berâber katılmaya çalıştığımız Şeyh Abdullâh’ı Anma Törenleri yapılıyordu. Aynı zamanda, Muzaffer GÜNAY arkadaşımızn yönetiminde, hep birlikte TYB Ordu Şûbesi olarak TARLADAN SOFRAYA SU DEĞİRMENLERİ adlı belgeseli çekerken de, SARPDERE çevresindeki bu yörelerde çok dolaşmıştık. Bunlar hep gözümüzün önünde canlandı. Şeyh Abdullâh’ın değirmenine de gitmiştik hattâ.
İnsanlar zenginleştikçe böyle şeylere daha ilgi duymaz oluyorlar artık. Çünkü, işleri çoğalıyor. Dünyâ meşgaleleri artıyor. Dünyâ güzelleştikçe âhiret uzaklaşıyor gibi algılanıyor. Her şeye hemen ulaşan ve işlerini gerek maddeten gerekse siyâseten bir şekilde yürüten insanlar, mânevî, kültürel boyutu olan bu ve benzeri işleri göz ardı etmeye başlıyorlar. Hattâ, âhiret işlerini bile bir şekilde halledebileceklerini vehmetme durumları yaşıyorlar. Hâlbu ki, zenginleştikçe, imkânlar iyileştikçe onun bedelleri, zekâtı ve toplumsal yükümlülükleri de daha bir çoğalıyor.
MEZARLAR, MANZARALAR ve NAZARLAR…
Şıhlar Köyü ve köylüleri şu an Ordu’nun hem ekonomi hem de siyâset olarak en popüler işadamlarına sâhip bir köy. Ama, bana sorarsanız, eski popüler günlerini arıyor. O günlerin coşku, heyecan ve mâneviyâtını. Kültürel faaliyetleri ve vefâyı özlüyor. Toprağın altındakiler, kendilerine Kur’ân okuyacak, Fâtihâlar gönderecek hayrül’halef evlâtlarının yollarını gözlüyor. Bir gözlem olarak, arz olunur.
Gerçi, köy ve dolayısıyla mezarlık çok gelişmiş. Yeni lüks evler, villalar. Mezarlar hep mermer. Yazılar, süslemeler, edebiyâtlar o biçim. Her biri bir fakirin yıllık ihtiyaçlarını karşılayacak kadar mutantan. Hele, mezarlığın çevresinde grup grup âile mezarları, ayrı ayrı mahalleler gibi. Şimdi hemen hemen bütün köyler böyle. Yüce Mevlâ bizleri, mezarların dışları kadar içlerini de îmar etme hassâsiyetiyle yaşayanlardan eylesin. Âmin.
KİMİ MAKBERE, KİMİ ASKERE
Bir de askerler gidiyor bu sıra. Hepsi bizim yavrularımız, ciğerpârelerimiz. Yolları ve bahtları açık olsun. Akşamları otobüs terminâlleri ana-baba günü. Biz de ilk defâ olmak üzere ve iki yeğenimizi birden dün askere uğurladık. Biri Mehmet Âkif ŞENSOY; İzmir’e jandarma olarak gitti, diğeri de Göktuğ KAHRAMAN, Malatya’ya istihkâmcı. “Rabbim sizleri iyi insanlarla karşılaştırsın!” diye duâ ederek uğurladık onları. Önemli olan da bu. Zîra, çevrende iyi insanlar olduktan sonra her yer güzel. Kötü insanlarla saraylar da zindân olur.
Yeğenlerimle, Türk Milleti’ne mahsus özel ve geleneksel bir poz olarak, ellerimi omuzlarına atmak sûretiyle bir fotoğraf çektireyim dedim. Ama, adamların ikisi de asker gibi asker! Aralarında askıda kaldım. Allâh, hepimizin yavrularını kem gözlerden korusun. Dünyâda da, âhirette de iyilerle karşılaştırsın hepimizi, çocuklarımızı, ümmet-i muhammedin tüm göz nurlarını sevgili okurlar.
Ölenlere ganî ganî rahmetler, kalanlara da en güzelinden bol bol sabırlar diliyoruz.
Askerlerimizin de sıkıntıları az, teskeresi tez olsun. Bekleyenlerinin yüzleri gülsün.
Rabbim cümlemizin, hayat askerliğini, vazîfelerini ve terhisini de hayırlı eylesin.
Dünyâ gurbetindeki hicretlerimizin sonunda vardığımız nihâî noktayı da,
Efendimiz(SAV)in ebedî medînesi eylesin ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
12.12.2010 |
|
|
ÇAYCI KARDEŞ! AĞABEY NEREDE?!
Öteden beri düşüne geldiğimiz ve “en başta gelen ihtiyacımız” olarak gördüğümüz çayhâne meselesi hâlâ bir türlü gerçekleşememiştir. Yıllarca, bir çok arkadaşa, “bizlerin, vakıftan, dernekten, şundan bundan önce bir çayevi’ne ihtiyâcımız olduğu”nu söylemişizdir. Hattâ, ciddî ciddî yerler arayıp, insanlara tekliflerde bulunmuşuzdur. Ama olmamıştır.
Hüseyin ÇİÇEK Hocamıza sorun. Bu konuyu ne kadar konuşmuşuzdur. Bize, çayı içilecek, uğranmadan, muhabbeti alınmadan, çayı yudumlanmadan geçilemeyecek ve bizleri tebessümünde buluşturacak bir “ağabey” kişiliğe ihtiyâcımız var. Şu an Ordu’da, “bir araya gelip çay içelim, hem arkadaşları da görürüz” diyebileceğimiz bir birleştirici yerimiz yok.
En son, Belediye’nin altında kafeterya işleten Osman DANIŞ Ağabey’e yaptım bu teklifi: “Âbi sen bizim hepimizin ağabeyisin zâten de, artık farklı bir Ağabey’i ol. Buradan zâten çıkacaksın bildiğim kadarıyle. Çünkü Belediye merkez binâyı yenileyecek. Yeni taşınacağın yeri şöyle güzel, biraz daha geniş, büyüğünden ve şehrin müsâit bir yerinden seç. Fiyatlar biraz daha gariban işi olsun. Herkes gelebilsin. Bu fonksiyonu bu şekliyle devam etsin ama, ayrı bir bölümü kültür, sanat ve edebiyatla uğraşanların, basın-yayın-kitap dünyâsına ilgi duyanların, vatandaşlarımızdan okuma ve sohbet meraklılarının uğrama ihtiyâcı duyabileceği kültür-kafe niteliğinde düşün ve tasarla” falan dedim. “Buna âcil ihtiyâcımız var!”
O da, “Güzel fikir, olabilir, inşâllâh. Bir değerlendirelim” dedi. Bu noktada geldiğimiz yer şimdilik burası. Ama, anlatmak istediğimiz meramın gerçekleşmesi meyânında sonuca doğru yaklaştığımızı söyleyebiliriz. Konu, en azından olgunlaşma trendinde.
Mustafa ÖZATA arkadaşımızla da bu konuyu çok paylaştık. Onu bu iş için birebir görmüşümdür hep. Ama şartlar el vermemiştir. Hayâtın cilveleri onu, belki hiç aklından geçmeyen mecrâlara sürükledi. Gerçi, siyâsetin de gönül insanlarına ihtiyâcı var ama, oralara herkes gidebilir de, bu bizim dediğimiz ağabeylik fonksiyonu nâdir kişilerin yapabileceği bir şey.
Sonuçta, bu sonuç bizim sonucumuz. Biz de bunu söylemek istiyoruz zâten; Ordu’da kültür ciddîye alınmıyor. Para, siyâset, menfaat, keyif ve zevkler ön plânda. Tüm yatırımlar oralara. İhâle tâkipleri ve siyâset için eleman üstüne eleman tutanlar, iş yerlerinde yüzlerce kişi çalıştıranlar, parti için, pılı-pırtı için tüm imkânlarını seferber edenler, kültür, sanat, dergi, kitap deyince burun kıvırıyorlar. İnsana, onun kâlbine ve rûhuna hitap edecek kültürel çalışmalara yatırım yapmayı düşünmüyorlar. Bunun vebâlini hepimiz çekeceğiz.
Belki de, her şey bir ihtiyaçtan doğuyor. Dolayısıyla, Ordu henüz böyle bir noksan söz konusu olacak bir kültürel kıvâma eremedi. Başta İstanbul olmak üzere, bir çok büyük şehirlerde ünlü kıraathâneler var. Özellikle kültür- edebiyat-ilim çevrelerini bir araya getiren ve ortak noktada buluşturan mekânlar.
Meselâ, hemen akla gelen bir örnek olarak KÜLLÜK, onun ardından MARMARA KIRAATHÂNESİ’ni zikredebiliriz. Burada, MESERRET de hemen geliveriyor akla. Bu muhtevâda onlarca kıraathâne adı zikrediliyor kaynaklarda ülke çapında.
Bir yolculukta, şirketin Terme’deki tesislerinin kitap reyonundan tevâfuken aldığım KÜLLÜK ANILARI isimli kitabında Nevzat Sûdî, Beyazıt Camii’nin Beyazıt’a bakan kapalı kapısı önündeki ''Küllük Kahvesi”ni, oraya uğrayan kişilikleri, acı-tatlı, dramatik hâtıraları ve gözlemlerini uzun uzun anlatıyor.
Aslında KÜLLÜK, öyle âhım-şâhım bir yer de değildir yapı olarak anladığım kadarıyla. Bir lokantanın öbür yarısı gibi bir şey. Ama fonksiyonel olarak büyüktür. Bir dönemin beyin ve kâlp insanlarının meşveret ve muhabbet mektebidir. Bir çok yazar, ünlü eserlerini Küllük ekseninde kaleme almışlardır. Mehmet Niyâzi, DÂHÎLER ve DELİLER kitabında Küllük müdâvimlerini anlatır. Kurgu onun üzerinedir.
Bizim bir KÜLLÜK sevdâmız olamaz. Çünkü, oranın ölçüsüne vurunca, edebiyatçıyı nerede bulacaksın burada? Her ne kadar kendilerini farklı görüp de yüksek edebiyât havaları estirerek piyasaya burun kıvıranlar olsa da, sonuçta o kategoriye girme şanslarının ne olacağı tartışılır. Dolayısıyla, biz, “edebiyâtçılar” demeyelim de kendimiz adına “edebiyat severler, kültürle, kitapla teşrîk-i mesâisi olanlar” bir araya gelebilelim. Lâzım değil, adı KİTAPSEVERLER DERNEĞİ olsun. Gidince çay bulunsun. Bir de tebessüm. O kadar. Edebiyat olamasa da edep olsun, şiiriyet olsun, yeter.
Yöre olarak ta öyle. Örnek için çok uzağa gitmeğe gerek yok. Bu dediğim fonksiyonda çayevleri Fatsa’da, Ünye’de, Bulancak’ta var. Buralara gittiğimizde, arkadaşların hemen birlikte çay içebileceğimiz böylesi yerleri bulunuyor. Otantik, sempatik, kitaplı, dergili, iskemleli, setli, sedirli, ağaçlı, yapraklı. “Ağabey”li olamasa da, en azından “kardeş”li bir yer!
Belki de, çerçevesini çizdiğimiz mâhiyet ve vasıfta böyle bir, hattâ bir-çok yer vardır da haberimiz yoktur. Meramımıza uygun, oyunsuz, gürültüsüz, patırtısız böyle mûtenâ bir yer gözümüzden kaçmış olabilir. Haberdar edildiğimiz takdirde onları da değerlendirmeye hazırız. Ancak, takdir edilir ki, bu bir gönül işi. Oyun masaları kadar para getirmeyebilir. Herkesin göze alabileceği bir şey değil. Para olsaydı, bu iş çoktan keşfedilirdi. Ama, yine de aslâ ümitsiz değiliz. İlçelerde olan, buralarda da behemehâl olacaktır. Belki de az sooora ve de çok yakında!
Sevgili okurlar! “Kamyon edebiyâtı!” diyerek hafife almaz ve de kınamazsanız,
son söz olarak sizlere ve tüm kendilerimize, müsâadenizle şöyle sesleneceğim:
“HASET ETME NE OLUR; ÇALIŞ, SENİN DE OLUR!” İnşâllâh ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
10.12.2010 |
|
|
YAPRAKLAR DÖKÜLÜRKEN…
Değerli okurlar. Bu sıra hep cenâzelerden, ölümlerden hüzünlerden konuştuk. Çoğu da daha çok genç denecek yaşta ebediyete uğurladıklarımızın. Sanki bir yaprak dökümü yaşıyoruz. İşte son olarak dün, bir öğretmen arkadaşımız, Ayhan ÖZÜDOĞRU ve âilesi biricik Ufuk oğullarını sonsuzluğun kucağına belediler. Zor imtihan. Rabbim sabırların en güzelini ihsân eylesin inşâllâh.
UFUK ÇOCUKLAR
“Su gibi yavrum gitti, senin çocukların sınıf arkadaşı gitti” diye inilderken metâneti, vakarı yine üzerindeydi Ayhan arkadaşımızın. İçindeki yangın hissediliyordu. Alevi dışarıya vuruyordu. Ama o mütevekkildi. Elden gelen bir şey yoktu. emir, yüce yerdendi.
Evlerinin önündeki merâsimde, eğitim câmiası adına, Altaş Koleji Müdürü Erol AKÇAY Bey konuştu. Aynı zamanda öğrencileri olan Ufuk’tan söz ettiği, onun tatlı hâtıraları ve sevecen, esprili, nâzik kişiliğine vurgu yaptığı konuşmasında, Ufuk’un adı gibi geniş ufuklu, soyadı gibi de özden doğru ve dürüst bir genç olduğuna vurgu yaptı. En sonunda, Efendimiz (SAV)’in de 7 çocuğundan 6’sını bizzat toprağa verdiğine değinerek, bizlerin de O’nun gibi, sabırlı olmamız, gözyaşlarımızı içimize akıtmamız gerektiğini belirtti. Sözlerini, yavrularıyla cennette buluşmaları temennîsiyle, anne-babaya, âileye, yakınları ve öğretmenlerine sabırlar dileyerek bitirdi.
Helâlleştirmeyi yaptıran Hocamız Ahmet ŞİMŞEK de, başta eğitimciler olmak üzere, iş çevreleri, bürokratlar ve konu-komşudan kalabalık bir cemaatin katıldığı merâsimi, bilhassâ böyle genç ölümlerinin hepimize ibret olması dileğiyle bitirdi.
Orta Câmi’de kılınan öğle namazının ardından cenâze defnedilmek üzere Şenköy’e götürülerek ebedî istirahatgâhına tevdî edildi. Rabbim mağfiret eylesin. Mekânı cennet olsun.
ANNELER ve ÇOCUKLAR
Bir önceki gün de, trafik azâsında ölen, soyadları da GENÇ olan karı-koca iki insanımız da genç denilecek bir yaşta, Kirazlimanı Câmii’nde kılınan namazın ardından toprağa verildiler. Utku Acun İÖO’nun öğretmenleri, bir gurup öğrenciyle berâber merâsime katıldılar. Çünkü, ölenler öğrencilerinin velîleriydiler.
Ondan bir gün önce de şâir Şinâsi TEPE’nin annesini cenâzesi vardı. Hattâ konu etmiştik. Orada bir şey gördüm ki, anneler çocukarını hep kundaklara sararlar, onlar için olanca fedâkârlıkları yaparlar; ama gel gör ki, evlâtlar onları topraklara belerler. Bu da mukadderâtın bir cilvesi. Ve elbetteki bu işin görünen yüzü. Görünmeyen yüzünün farklı olduğu şüphesiz. Çünkü, mutlakâ hikmetler var.
Yine, ondan önce sopayla dövülerek hunharca öldürülen gencin hazin hikâyesini biliyorsunuz. Aslında bunlar, sâdece onların değil, hepimizin hikâyesi. Ölen de, öldürenler de bizim çocuklarımız sonuçta. Ölenin durumu kötü de kalanınki iyi mi? bu zor durumları niye kendi ellerimizle başımıza sarıyoruz ki? Tamâmen câhillikten; yâni İslâmsızlıktan, onun özüne nüfuz edememekten. Hep satıhta kalmaktan!
UNUTULMAMASI GEREKEN!
Sevgili dostlar! Ne olursak olalım, nereye gelirsek gelelim, aslımızı, neslimizi, kendimizi, yerimizi, gerçek aynasındaki durumumuzu unutmayacağız. Bir an bile gaflet etmemenin gayretinde olacağız. Bir an boşluk verdiniz mi savrulur gidersiniz belirsizliklere doğru, Allâh korusun.
Güzellikler güzel, ama aldanmayacaksın. Allâh’tan daha güzeli yok. Bulduğun güzelliklerden O’na yol arayacaksın. Aksi takdirde, yalancı güzellikler senin felâketin olur. Yollar güzel, bas gitsin; olmaz. Hava güzel, uç gitsin; olmaz. Mahsul güzel, iç gitsin; olmaz. Gençlik güzel, vur gitsin; câmi-cumâ; şimdilik dur gitsin olmaz. Nereye gittiğini, niçin gittiğini; nereden gelip nereye gitmen, nereye gitmemen gerektiğini bileceksin!
Hazırlıklı olacaksın. Tetikte olacaksın. Azrâil kapıya tak ettiğinde, gözünü açmak için vakit çok geç olmadan, erken davranacaksın. Bir gün işe gitmeden oluyor mu? Bir gün yemeden, bir gün içmeden; oluyor mu? O zaman, her şey dengeli gidecek. Hep karnını doyurmakla kalmayacaksın, alnını da secdelere vuracaksın. Hakkın huzûruna duracaksın!
HAYÂL Mİ, GERÇEK Mİ?
İşte bak, geçen hafta kaç genci birden uğurladık. Çoğu da evlerinin tek çocuğu. Ne hayâlleri vardı kimbilir? Başta anne-babaların. O gün dışarı çıkarken, ya da direksiyona geçerken nereye varacaklarını düşünüyorlardı gençlerimiz acabâ? Ama, evdeki hesaplar her zaman çarşıya uymayabiliyor, bilindiği gibi.
Sevgili dostlar! Artık, lütfen hayâlleri geçelim. Ya da hayâlleri, gerçek hizmetinde olanlardan seçelim. Nereye düştüğümüze hayret etmeden, nereye koştuğumuzu anlamaya gayret edelim. Bu işin sonu yok arkadaş. Evimize, ocağımıza, yuvamıza, çocuğumuza, dolayısıyle her şeyden önce kendimize sâhip çıkalım. Yaprak dökümleri, dizideki gibi anlamsız dökümler, heder olmalar şeklinde gerçekleşmesin.
Sonu, bahara çıkan bir döküm olsun dökümlerimiz. Buna özenip dikkât edelim.
Her neyse. Câmilerin-cumâların ve de câmia ve cemâatimizin kıymetini bilelim.
Din kardeşlerimize, sanki son defâ görüyormuşçasına saygıyla muâmele eyleyelim.
Cumâlarımız mübârek; yüreklerimiz sevgi dolu, hakîkâtli bir yürek olsun,
Mevlânın lûtfuyle herkes, iyilikler, güzellikler, mutluluklar bulsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
09.12.2010 |
| Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir. |
|
«« « 1 2 3 [4] 5 6 7 8 9 » »»
|
|