GÖLKÖY “İRFAN”I
Geçen hafta sonu, KIRK KERE İRFAN yazısıyla söz ettiğim İrfan ÖZBİLEN Ağabey Gölköylü. Anlattıkları, öyle üç-beş yazıyla bitecek gibi değil. Biz, yalnızca tanıtmak ve genel hatlarıyla ipucu vererek yerel târih meraklılarını haberdar etmek ve de ilgilileri harekete geçirmek adına bir-kaç yazıyı sizinle paylaşmak istiyoruz; o kadar. Yoksa, geçen yazıda da belirttiğimiz gibi, bize göre bu işin boyutu biyografilik. Ama, tabiî bu, bir ilgi, merak ve yetişme tarzı meselesi.
Her neyse; İrfan Ağabey, Ordu Endüstri Meslek Lisesi 1961-62 dönemi mezunu. Ordumuzun tanınmış mühendis-müteahhitlerinden Remzi KAYAHAN’la okul arkadaşı. O yıllarda aynı okula devam eden amcalarımızı da tanıyor.
“Bizim zamanımızda müdür Hakkı ÇAVULDUR’du. Baban Sâlim Âbi de tanır. Yakışıklı bir adamdı. Hanımı da Kız Sanat Okulu Müdiresiydi. Biz Metâl İşleri bölümü öğrencisiydik. Zâten bir de, Marangozlukla, Torna-Tesviye bölümleri vardı. İmkân nerde? Sâdece iki makine vardı koskoca okulda!”
Okuldan mezun olunca, o da sanatkâr âilenin tâmirhânesinde çalışmış doğal olarak. O zamanlar, öyle fazla araba nerde; hele minibüs, otobüs gibi kapalı olanları?! Yükü de, yolcuyu da kamyon ya da kamyonetler taşıyor! Hem, yol nerde doğru-dürüst? Fren nerde, rot nerde; düzen-takan nerede?
“Şu sizin BEDFORD çok namlı arabaydı. Baban yeni almıştı. Çok temiz tutuyordu. Gıcır gıcır, yeşil mâvisi bir araba. Gören, dönüp bir daha bakıyor. Biz de genciz; yeni olduğu için çok heves ediyoruz.”
“Sene 54’de bizim de 48 model Ford’umuz olmuştu, kamyon. Ona, yolcu taşımak için Görele’de kasa yaptırdık. Zâten bölgede kasa sâdece orada yapılıyordu. Ordu’da frezeci yoktu, Bulancak’a gidiyorduk. Penceresi aşağı-yukarı, elle çalışıyordu. Böylelikle, Gölköy’e ilk kapalı arabayı biz getirmiş olduk.”
İrfan Ağabey’in kendi çevresiyle ilgili anlattıklarından not alabildiklerime gelince, şöyle bir şeyler;
“Babam Fatsa, Tokat, tam 22 sene okumuş. Arapça, Osmanlıca icâzet almış. Adı; Abdullâh Şükrü. Kişi olarak, sözü dinlenen, hitâbeti ve güzel konuşmasıyla kendisini dinleten, sohbeti özlenen, ulemâdan bir insan. 50 sene fahrî hatiplik yapmış. Sonraları devlet maaş tahsis etmek istemiş ama kabul etmemiş.
Meselâ, bizim bir edebiyât öğretmenimiz vardı Ordu’da, Endüstri Meslek Lisesi’nde okuduğumuz yıllarda. Babama hayrandı. Muzaffer AKDOĞAN diye bir adam.
Yusuf isimli Amcam Mısır El’Ezher Üniversitesi’nde okumuş, İstanbul Süleymâniye Medreselerinde ve Şeyhülislâmlık makâmında görev yapmış, ilmiyyeden bir insan. Dedemden daha âlim. Çanakkale’ye katılıyor ve orada kalıyor, yâni şehit oluyor.
Ahmed Amcam da Kurtuluş savaşı sırasında Kütahya’nın Köte yöresinde Yunanlılarla çarpışırken şehit düşüyor. Onun – o zamanki tâbirle karalı’sı, yâni- şehitlik beratı gelmiş, ama Yusuf Amcamın ki gelmemiş.
Bir amcam da Tokat’tan Sarıkamış’a geçerken yolda hastalanmış. 20-25 günde zar-zor Gölköy’e gelebilmiş. Öyle bir hâle gelmiş ki, görenler tanıyamamış. Onun adı da Mehmet.
Sülâle olarak Tokat’tan, Turhal kazâsı TUCUK Köyü’nden -ki bir Türkmen köyüdür- buralara ilk gelişimiz 1700’lü yıllarda olmuş. Dedemiz, kadılık ve müftülük yapmış, Müftü Ali Osman Efendi olarak mâruf. Gölköy, yâni o zamanki adıyla HAPSAMANA MÜFTÜSÜ.”
Burada, Ahmet ÇAKIR Bey;
“-Dedeleri kadı bunların. “Müftünün Şükrü” derlerdi. Babası da kadı. Üç göbek kadılık yapmışlar burada!” sözleriyle araya girerek İrfan Bey’in sözlerini teyid etti.
İrfan Ağabey, kaldığı yerden devam ediyor:
“ Dedemizin çocukları, yâni babamlar 5 kardeş. Mehmet Amcamı görünce o da tanıyamamış. Saç-sakal karışık. Durum permeperişan. Hemen banyo yaptırmış. Sakalını traş ettirmiş. Şöyle bir çeki-düzen vermiş hâline. Ancak, 3 gün sonra ölmüş evde!
Dünyâ Harbi sonlarında erkek nâmına kimse kalmamış civarda. Dedem, Gölköy’de KADI. O zaman,
“Benim üç oğlum harp kaybı. Bir oğlum var, onu da geri hizmete jandarma yazdırın” diye ricâ etmiş. Bunun üzerine babamı Rize’ye veriyorlar, Lütfullâh Amca’mı da Trabzon’a jandarma olarak gönderiyorlar.
Babam eski yazıyı zâten biliyor doğal olarak ama, yeniyi de öğrenmiş. Rize’de bölük komutanlığı yapıyor. Şapka isyânında orada. Atatürk’ün el yazısıyla taltifnâmesi var babamın; ne de güzel yazmış. M. Kemâl yazıyor altında. İmzası da var.”
Soruyorum kendisine; “Ağabey, bu belge duruyor mu?” diye ve, cevâbı, “EVET” oluyor.
Geçmişlerimize rahmet, kalanlarımıza sıhhat ve âfiyet;
Cumâlarmız mübârek olsun, gönüllerimiz sürûrla dolsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
20.05.2010