
UZUNİSA-EYMÜR YILDIRIM HATTI
Geçtiğimiz Pazar günü köye giderken, Karadeniz-Akdeniz yolu çalışmalarının son sürat devam ettiğini gördük. Ama, Dedeli Viyadüğü, yapılalı çok olmasına rağmen hâlâ trafiğe açılmamış. Sanırım, orada bir problem var. Bâzı evlerin duruşu öyle gösteriyor.
Çavuşoğlu Sapağı’ndan öteye de genişletme çalışmaları başlamış. Katırcıoğlu, Yemişli, Uzunisa, Dedeli yol boyunda örneklerine bol miktarda rastlandığı gibi burada da çok yerlerde kazılar evlerin balkonuna dayanmış ki, gelip-geçene bile rûhî sıkıntı veriyor. Vicdanını rahatsız ediyor!
Vatandaş olarak köylerde dahî evlerimizi dar yerlere yapmaya, işi sıkıntıya getirmeye meraklıyız. Sanki şehrin en göbeğinde bir arsa mübârek! Çıkmaz sokak gibi, ya da gürültüden başın ışımayacak yerlere konaklayacaksan, köye ev yapmanın esprisi ne?
Bu insanlara zamânında buralardan yol geçeceği illâki söylenmiştir. Gel gör ki, “ev yaparsam yol geçiremezler; yerimin, hiç olmazsa birazını kurtarırım” düşüncesi, işte böyle sürüncemeli bir noktaya getiriyor bizi. Ellerin köylerinden, memleketlerinden geçen geniş yolları anlata anlata bitiremiyoruz; ama iş bize gelince, evimizi bir-kaç metre daha içeriye götüremiyoruz!
Şimdi, ya evini yıkacaksın, ya da, balkonuna sürter gibi geçen, camları zangırdatan, tası-tabağı cangırdatan vâsıtaların tozuna-nazına, sazına-cazına katlanacaksın! Bir gün de, uykunun en derin yerindeyken duvarına toslayıp da seni havaya zıplatırsa kızmayacaksın. Adam ne demiş; “denizden ne çıkarsa yerim!” İşte böyle; o zaman, nasîbine çıkana îtiraz etmeyeceksin!
Köye vardığımızda ilk işimiz bu sezon kendi ellerimizle diktiğimiz fidanlara bakmak oldu çocuklarla. Derken o arada, harman boyunda çilekleri gördük. Bir, iki derken, çocuklar ocaklar arasında dağılıp gittiler. Oraydı-buraydı falan, bayağı yekûn teşkil etti toplananlar. Çocuklar o civarda bir tabaktan fazla köy çileği toparladılar. Arada, ağızlarına attıkları hâriç! En küçüğümüz Yûsuf Kerem, tabaktan da yemeğe kalkınca engel olundu tabiî:
Ama, anne, toplayın, sonra yine siz yiyeceksiniz dedin ya!
Tamam, sözümdeyim; ama reçel olduktan sonra!
Köy gerçekten bolluk-bereket. Her ne zaman gitsek, çiçekleri, yaprakları, cıvıltıları ve temiz havası yanında mutlakâ somut bir şeyler de ikram ediyor bize. İşte dutlar olmuş! En çok, geçenlerde babamın teneke içerisinde getirdiği salkım duta hayret ettik. Daha bir ay olmadan, şimdi meyvesi var. Kıpkırmızı. Tadına baktık; ekşimtırak! Demek ki cinsi böyle.
Bir dut daha var. O bildiğimiz normal parmak dut. Karadut aynı zamanda. Gelecek haftaya yemezseniz, peşinizden yollara dökülür! Kirazdı, vişneydi, erikti derken; işte fındık. Ondan sonrası zâten saymakla bitmez. Külliyen hasat mevsimi.
Çilek toplaya toplaya harmanın yukarılarına, bizim evin bulunduğu Azaklı Dağ dediğimiz tepeye vardık. Bir de ne görelim; orada, köy câmimizin bir hoparlörünü bizim tepeye dikilen direğe taşıyan telefon kablosu paramparça. Direk te; tâbiri câizse çii-parça olmuş! Aslı çiğ-parça mı, çığ-parça mı; onu da bilemiyorum. Dilbilimcilere havâle ediyorum!
Her neyse, mübâlağasız, 50 m. çapında civâra, ocakların arasına, dallara irili-ufaklı parçalar hâlinde dağılmış. Biraz ileriye gittik, öbür direk te aynı şekilde. Sonra öğrendiğimize göre, 1,5 km aşağıdaki câmiden gelen kablo ve direklerinin, bizim taraftaki yarı bölümü tamâmen aynı şekildeymiş. 10 gün kadar önce yıldırım atmış.
Hani, ne derler; KORKAN ALLÂH’TAN KORKSUN! Sen ne olursan ol, nerede olursan ol, hangi makâma, mevkîye gelirsen gel, hangi rakama ve rakıma yükselirsen yüksel HADDİNİ BİL! Neyin varsa, hepsi de Allâh’ın elinde! Ol der, olursun, öl der ölürsün! Bu kadar basit! Ben ve yâ sen, ya da o, her kim olursa, ona, -anlayacağı dil her neyse ondan- demek gerekir ki; Ey kardeş! Kıllığı bırak, kulluğa gel! Bu bir kardeşlik borcudur aynı zamanda.
Direkleri fotoğrafladım. Lâkin, dehşeti yansıtması mümkün değil. Yûsuf’u da kareye aldım. Parçalanan direkten fırlayan, kablosu dahi çözülmüş fincanı eline almak istemedi, korktu. Çarpar diye düşündü. Manzaradan etkilenmiş olmalı.
Döneceğimiz zamanlara yakın ALTUN TEYZE’ye gittik. O bizi sever ve hep görmek ister. Biz de onu severiz. Eskilerden anlattırırız. Eskiden ineklere, danalara, atlara, eşeklere verdikleri isimleri bile anlatsa yeter bize! Sonra, torunlarına çay yaptırtır. Yanında da Yokuşdibi dürmesi veyâ fasülyesinden turşu oldu mu, değme keyfine gitsin. Ama, hepsinden önemlisi, tatlı dil, güler yüz. Rabbim selâmet versin!
Köyden dönerken radyoda Mahmut Esat COŞAN Hocamız ÜÇAYLAR’ı anlatıyor: “RECEP Allâh’ın ayı; bol TEVBE edelim. ŞÂBAN Peygâmberimizin ayı; bol SALAVÂT getirelim. RAMAZAN zâten bizim ayımız; ümmetin ayı, rahmet ayı. Kısaca, Recep EKİM, Şâban BAKIM, Ramazan BİÇİM, yâni hasat ayı. Hepsini de iyi değerlendirelim” şeklinde konuyu özetliyordu.
İnşâllâh diyor, ÜÇAYLAR sürecinin bizlerin ve Muhammed Ümmeti’nin, ülkemiz ve tüm İslâm Âlemi’nin hayrına tecellî etmesi ve siyâsî, kültürel, ekonomik her anlamda bereketler getirmesi dileğiyle, siz sevgili okurlarımıza selâm, sevgi ve saygılar sunuyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
14.06.2010