
HAYAT OKULU
İnsan hayâtı emellerle ve elemlerle doludur. Herkes kendince tutturduğu bir düzen içerisinde ömrünü geçirir. Bu arada, zamanın ve de yılların nasıl geçtiğini de anlayamaz. Çoğu defâ ne yaptığının, nereye gittiğinin, yanının-yönünün farkında bile değildir yaşayıp giderken. Kendisini, kendisince bir mecrâya öylesine kaptırmıştır ki, onca çabanın sonunda bir hiçe gittiğini anladığında iş işten çoktan geçmiş olabilir. Ama, yine de, çıkmayan candan ümit kesilmez gerçeği ışığında, zararın neresinden dönülse kârdır diyerek dizginlere sarılabiliriz. Süleyman ATABEYOĞLU Bey’in bizimle tanıştırdığı şu aşağıdaki vatandaşın tecrübelerinden yararlanarak daha erken davranıp, aklımızı başımıza toplayabiliriz. Bakınız ne diyor bu amcamız:
<!--[if !vml]-->Bir şairin dediği gibi: “Hayat, mutlulular için kısa, mutsuzlar için ise uzundur, çekilmez hale gelmiştir.” Yukardaki sözlerde, keyiften çok hayıflanma var. “Yanlış yaptım gâlibâ” türünden bir pişmanlık düşüncesi hissediliyor.
Evet, bu noktada, şunu söyleyebiliriz ki; hayâtın keyfi çıkarılmalıdır. Onun değeri bilinmelidir. Ancak bu, onu lâyıkıyla değerlendirmekle, hiçbir dönem ve evresini boşa geçirmemekle, zamanı ve hayâtı israf etmemekle olur. Aksi takdirde, zamânı, mekânı ve de cümle imkânı bize verip emânet eden, onu koruyup korumadığımızı, lâyıkıyla değerlendirip değerlendirmediğimizi bize sorar: (Mü’minun Sûresi, 115. Âyet)
“Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi mi sandınız?
Efendimiz (SAV) de şöyle buyuruyor;
“İki nîmet vardır ki, insanların çoğu ondan gâfildirler: Sağlık ve boş zaman!”
Yukardaki amcanın da, farkında olmadan söylediği bunlardan başkası değil aslında. Ancak, sonunda pişman olmamak için, hayat boyu, Rabbimiz Hazretlerinin bize gâye olarak gösterdiği şu gerçeği dâimâ göz önünde bulundurmalıyız:
“O (Allah) ölümü de, hayatı da hanginiz daha güzel iş işliyecek diye, imtihan etmek için yaratmıştır.” (Mülk,2)
Değerli dostlar! Bu şuurla yaşandığı sürece hayâtın bir anlamı olur. Bir ay önce düğüne gittiğimiz evlere, bir ay sonra cenâzeye gidiyoruz. Herkes kendi hayâtını ve gerçeğini yaşıyor. Kimse, geleceğin ne getireceğini bilmiyor. İşin sıkı tutulması, hayâtın hiçbir an hafife alınmaması gerekiyor.
Hayat, sonuçta bir okuldur; bizler de öğrencileri. Ya da, yaşadıklarımızın bir tiyatro olduğunu var sayarsak, burada herkes kendi seçtiği rolü oynuyor. Bize düşen rolün ne olduğunu merak edip, asıl kaynağından öğrenip, üzerimize düşenleri harfiyen yerine getirmeye çalıştıktan sonra hayıflanacak duruma düşmekten kurtulur, son âna kadar ümitlerle ve mutlu yaşarız. Aksi takdirde, hem burada, hem de ötede mutsuzlardan oluruz Allâh korusun.
İşte bu anlamda, bir yazarın dediği gibi: “ Hayat için önemli olan onun uzunluğu ya da kısalığı değil, bize düşen rolün iyi oynanıp oynanmadığıdır.”
Yine, diğer bir yazarın ifâdesiyle;
Ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız önemlidir.
Yaz deyip tozmayalım, istikâmeti bozmayalım ves’selâm!
ORDU HAYAT GAZETESİ
30.06.2010