TAMER, ŞENOCAK ve ATİLLÂ;
ALİ KABAN DA OLACAK İLLÂ!
Sanırım Eylül ayıydı. Yalı Câmi’de namazı kıldıktan sonra merdivenlerden inerken fark ettim Tamer Bey’in de öbür yandan aşağı indiğini. Tam çayocağına dönmüşken Mehmet ŞENOCAK’la hapahap olduk. Araya fındık mevsimi ve tatil girdiğinden olacak epeydir de görüşememiştik. Ayaküstü merhabalaşıp ufak bir hasbihâl ettikten sonra o, birden Tamer Bey tarafına doğru yöneldi. Bir kenarda, kulis yapar gibi bir şeyler konuşmaya başladılar.
Gözlerime inanamadım. Çünkü, daha önceki seçimlerde Mehmet Bey hep muhâlif taraftaydı. Tamer Bey’le her anlamda en çetin mücâdeleyi yapan da oydu. Bir süre sonra, sözleşmişler de bir yere gidiyorlarmış gibi ayaklandılar ikisi birden.
“Hayrola Mehmet Bey. Ne iş, nereye böyle?” dedim uzaktan; cevâp ânında geldi:
“Biliyorsun seçim var. Mâlum, ben kimi tutarsam o kaybediyor. Şimdi de Tamer Bey’leyiz! Başka yolu yok” demez mi?
Şaşırdım ve araştırdım. Durum aynen öyleymiş. Hattâ, listede adı bile varmış diye duydum. Her neyse. Sonuç Mehmet Bey’in istediği gibi mi bilmiyorum ma, dediği gibi oldu. Tamer Bey arzuladığı sonuca bu defâ ulaşamadı. Hayırlısı olsun. Ama, kendisine kaç kere işi tadında bırakmasını söyledik. Onunkisi bile bile lâdes oldu. Takdir böyleymiş.
Biz, tabi, böyle makamlara gelemediğimiz için rahat konuşuyoruz. Tatmadığımızdan ne desek boş. Bu iş öyle bir iş ki, dışardan göründüğü gibi değil olmalı. Zamanla bir tutku hâline geliyor ve gönül hoşluğuyla bırakılamıyor demek ki!
ATİLLÂ ÖZTÜRK DEYİNCE…
Gelelim, başhekim olayına. Aynı zamanda köylümüz olan Atillâ Bey’in adını ve köyümüzden bir doktor yetiştiğini, onun Ulubey’de bulunduğu yıllarda duydum. O günlerde, tâbiri câizse efsâne bir doktordu. Meslek olarak yine öyle. Başhekimlik görevini deruhte etmesine rağmen mesleği ve hastaları konusunda ilgi ve hassâsiyetinde en ufak bir azalma olmadığı konuşuluyor.
7 yıl önce Ordu’ya geldikten sonra sergilediği hizmet performansıyla da hep öyle olageldi. Bizzat tanışmamız da bu süreçte oldu. O da, tevâfuklarla ve de kısa diyaloglar şeklinde.
ALİ KABAN ve EYMÜRLÜLER!
Geçen yılın yaz aylarıydı. Köyümüzle ilgili faaliyetlere katkılarından dolayı, muhtarımızın başkanlığında bir heyet olarak kendisine teşekkür ziyâretine gitmiştik. Hastânede müfettişlerin bulunduğunu duymak bizi şaşırtmıştı. Bunun arkasında da, Ali KABAN bey’in sıra dışı, zorlama kokusu bulunan uygulamalarının olduğunu düşünmüştük.
Mâlum, o günler, Ali KABAN Bey’in fırtına estirdiği günlerdi. Uygulamalarıyla tüm ulusal basının gündemine taşıyordu Ordu adını. Bu arada, akıl dışı uygulamalara koyduğumuz tavırdan dolayı gazetemize baskıları da devam ediyordu. Benim yasaklılığım sürüyordu yâni.
Tevâfukan, müdür olarak görev yapan kardeşimin okulundaki spor uygulamalarıyla ilgili olarak ta vâli beyin müdâhaleleri söz konusuydu. Konağının yakınındaki okulun bahçesinden gelen gürültülerden rahatsız olup, uyarılarda bulunduğu, sporla ilgili düzeneklerin kaldırılması yönündeki talepleri haber olarak dolaşıyordu gazetelerde.
İşte, Atillâ Bey’i ziyâretimizde bu bağlamda bir espri de yapmıştık:
“Vâli Beyimizin bu Eymürlülerle zoru ne ola ki?”diye!
TIP ve SİYÂSET VİRÜSÜ
Her neyse, bu işin latîfe tarafı. Sonuçta, o soruşturmadan bir şey çıkmamış bu günlerde öğrendiğimize göre. Peki, bundan sonraki gelişmeler noktasında Sn. Atillâ Bey, kendisiyle ilgili girişimleri hiç fark edemedi mi? İşleri ne güzel götürürken sisteme siyâset virüsünün girdiğini, birilerinin çıkar için yeni yeni işler çıkardığını, bunun da hayra alâmet bir durum olmadığını, gidişin iyiye varmayacağını anlayamadı mı?
Diyelim anlayamadı; tam bu noktada, zamânında, kendisine referans verenlerin çağrı ve uyarılarına neden kulak asmadı? Gidip bir çaylarını içerek meramlarını dinleme ihtiyâcı duymadı? Elini-kolunu bağlayan mı vardı?
KAR YAĞMAYAN DAĞ OLUR MU?
Anlaşılan o ki; maalesef, belki tarzını ve tavrını beğenmediği Ali Kaban Bey gibi o da aynı yolu tâkip ederek, bildiğinden şaşmadı. Elbette onun gibi onun da güvendiği dağlar olmalıydı! Nasreddin Hoca’nın sazı misâli bir tel tutturdu gitti. Ancak, ses hoşa gitmedi; biri oraya çekti, öteki buraya ve bu iş burada bitti.
Demek ki, bâzı şeyler virüslerle, mikroplarla uğraşmaktan daha zor ve henüz tıbbî anlamda çözüm ve tedâvisi de yok. Tıp ve teknik ne kadar ilerlerse ilerlesin, doktorlar ne kadar hâzık olursa olsun yine de insanlar hep insan kalıyor ve de olacaklara çâre bulunamıyor.
Bu noktada, son söz olarak Sağlık-Sen Başkanı Bilâl İNANLI Bey’in, kadirşinâslık örneği ve hislerimizin tercümanı olan teşekkürüne katıldığımı belirtiyor, Sn. Başhekimimizin, kendisinin, kişiliğinin ve ağırlığının farkında olarak izleyeceği bundan sonraki yol haritasının onu sonsuz mutluluklara taşımasını temennî ediyorum.
HOŞ SADÂ, BOŞ SADÂ…
Gidenler gidiyor. Kalanlar kalıyor. Önemli olan iyilikle kalmak ya da gitmek. Herkes kendisini az-çok bilir. Yapanlar da ne yaptığını. Sonuçta, kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Siyâseti kirletenler, sistemleri zorlatanlar, bürokrasiyi horlatanlar, ahlâklı ve nâmuslu kalmak isteyenleri tırlatanlar, soysuzları milletin tepesinde zırlatanlar; her kes, her kes bir gün bir hiç olacak. Herkesin yaptığı yanına kalacak!? Yanına kalıp da ne olacak? Onlarla gidip huzûra varacak!
İyilikleri çok olup da, hesap-kitap sonunda kendisine bol bol artanlara ne mutlu!
İşi gücü fitne-fesat, çıkar-hasat olanlara da Rabbim hidâyet versin, ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
01.12.2010