
İKİ GÜZEL MİSAFİR
Evet, nerede kalmıştık? Hatırlayacaksınız, cumartesi gün cumâyı yazmış, sonrasını da bugüne bırakmıştık. İşte, o an geldi.
Her neyse, cumâ gün namazı kıldıktan sonra mağazaya dönmüş, gazete, kitap, takvim yaprağı bir şeyler okuyup karıştırıyorduk. Babam da, çoğu kez yaptığı gibi bulmaca çözüyordu. Aynı zamanda müşteri bekliyoruz. Dost-ahbap, tanıdık-tanımadık niceleri gelip-gidiyor. Her insan ayrı bir âlem, her kes ayrı bir dünyâ…
Derken, o arada, elinde baston, hafif eğilip sekerek yürüyen, gözü alabildiğince çakır, yüzü olabildiğince pamuk bir amca, hiç te yabancı gibi olmayan bir rahatlıkla girdi içeri. Selâm verip, hemen kapının yanındaki koltuğa oturdu.
Hoş-beşten sonra, fındıktan, fiyatlardan falan konuşuluyor. Ben, ilk defâ gördüğüm bu güzel amcayı izliyorum. Tatlı konuşuyor. Hem sevimli. Gözlerinin içi gülüyor. Şimdikilerin ifâdesiyle, pozitif bir sîmâ. Babam, adıyla hitap ettiğine, kırk yıllık dost gibi konuştuklarına göre, çok eskiden tanışıyor olmalılar. Bense, belki ilk defâ görmesem de ilk defâ fark ediyorum
Babam, meraklı izleyişlerimi fark etmiş olmalı ki;
“Oğlum, Şâkir Amcayı tanıyor musun? Kim olduğunu biliyor musun?”
“Recep Hoca’nın babası. Köprü Başı Câmii İmamı Recep Hoca!”
“Evet, nasıl da benziyor? Bu anlamda biraz kafa yorsam çıkarabilirdim!”
“Recep benim büyük oğlum. İki oğlum daha var. Kız-erkek epey kalabalıklar.”
Şâkir Amca 28’li. 83 yaşında. Mâşâllah, oldukça dinç. Kendisi rençber. Babası, dedesi, sülâlesi okumuş. Günümüz Seydileri de oldukça faal insanlar. Hem okumuşlukta, hem de ticârette. Nitekim ortanca oğlu Isparta’da Doçentmiş. Küçüğü de eğitim-öğretim üzre müdürlük hizmeti görüyormuş.
Recep Hoca deyince, Şâkir Amca anlatmağa başladı: Gençliğinde, bir gün Hâfız Mehmet KONAK Hoca’yla karşılaşıyor. Hoca, onu daha uzaktan görür-görmez;
“Ne haber kâtil?”
diye sesleniyor. Şâkir Amca neye uğradığını şaşırıyor. Kendi tâbiriyle, sinek öldürmekten korkan adam nasıl kâtil olacaktı?
Meğer, hocanın kastı bizim küçük Recep’miş. Şâkir Amca köyde, o zamanlar çok revaçta olan, tabanca mermisi dökme işi yapıyormuş. Sâdece mermi döküyorlar, kalaycıların yaptığı gibi köy köy dolaştırıp satıyorlar. Büyük oğul Recep de ona yardımcı oluyor. Köy yerinde büyük çocuk, her anlamda en büyük destek anlamına geliyor âileye.
Ancak, babasının “Dinini diyânetini, Kur’an okumasını öğrensin, bir de bize teravih kıldırabilsin yeter!” diye gönderdiği Recep, kursta, kısa denilecek bir zaman içerisinde çok daha fazlasını öğreniyor. Başarılı oluyor. Göze giriyor. Ancak, dönem sonu, her çocuk gibi o da evine dönüyor. Ama, Mehmet Hoca kâbiliyeti keşf etmiş. Bu çocuk zay’olmamalıydı. Onun için babaya böyle hitap etmişti.
Sonuçta, Mehmet KONAK, en geç 3 yıl içerisinde hâfız yapmak üzere çocuğu Kur’an Kursu’na alıyor. Ve de başarıyor da. Babanın, “bize teravih kıldırsın yeter!” diye hayâl ettiği çocuk, Ordu’nun ardında yıllarca hatimle namaz kıldığı Recep Seydi Hocası olarak, câmi hizmetindeki mümtaz yerini alıyor.
Şâkir amca, tam da adına uygun, ganî gönüllü, mütevâzı, ehl-i şükür bir insan. Her cümlesinin arasında “Çok şükür” diyen bir amca. Bugünün insanının da şükürsüz ve kanaatsiz olduğunu vurguluyor. Eski günlerle bugünleri kıyaslıyor.
“Bizim zamanımızda şu sâhilden Giresun’a günde geçen araba sayısı üçü, beşi geçmezdi. Şimdi her kapıya gidiyor. Bu günlere çok çok şükür. Bunu bilmek, görmek, şükretmek lâzım!”
Tam o sıra, Tam o sıra, zamanımızda oldukça örneği azalan sünnet üzre sakal bırakmış, yaşça daha küçük bir sakallı amca daha girdi içeri. Onu tanıyoruz. Sık sık geliyor. Kabadüz Başköy’den Sâlih ŞENSOY. Sohbete o da katıldı. Tanıştırırken;
“Bu amcanın da senin gibi hâfız oğlu var. Köprübaşı Câmii İmam-Hatîbi Recep Seydi’nin babası!” dedik. O da, oğlunu Bulancak’ta Nûri Hoca’da okuttuğunu, bir yandan hıfzını yaparken bir yandan da Bulancak İHL’ye devam edip bitirdiğini, zamanın okul müdürü Erol AKÇAY’ın kendilerine çok yardımcı olduğunu minnet ve şükranla ifâde etti.
Evet, SÂLİH Amca’nın oğlu Hamza Bey’le biz de bir defâsında burada karşılaşmış ve tanışmıştık. Kendisi Konya Selçuk İlâhiyât Fakültesi mezunu. Hamza ŞENSOY şu anda Yomra Fen Lisesi Din-Ahlâk Öğretmeni olarak görev yapıyor.
Her iki amcaya da imrenmek gerek. İkisinin de hâfız çocukları var. Dolayısıyle, âile olarak da din-diyânet üzre yaşıyorlar. Evlâtları, topluma, en çok lâzım olan şeyi öğretmeye çalışıyorlar.
Bir hâfız olarak en yakınlarından başlamak üzere 70 kişiye şefaatçi olacakları müjdesi var Efendimiz (SAV)in. Ne mutlu onlara! Rabbim çelik-çocukları ve sevdikleriyle berâber mutluluklarını sonsuzlaştırsın…
Sözlerimizi, Şâkir Amca’nın da o gün tekrarladığı gibi, Yûnus Emre’nin meşhûr dizeleriyle bitiriyoruz:
MAL SÂHİBİ, MÜLK SÂHİBİ;
HANİ BUNUN İLK SÂHİBİ?
MAL DA YALAN, MÜLK DE YALAN!
VAR, BİRAZ DA SEN OYALAN!...
Güzel demiş, hem de güpgüzel demiş, değil mi sevgili okurlar ves’selâm?!…
ORDU HAYAT GAZETESİ
04.04.2011