Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4609026
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.71.1.168
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
ORUÇ ŞEHRİNE VEDÂ GÜNLERİ..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORUÇ ŞEHRİNE VEDÂ GÜNLERİ…

Mâlum, fındık mevsimiyle Ramazan mevsimini birlikte idrâk ettik ve inşâllâh güzel de götürüyoruz. Allâh kolaylığını veriyor. Yeter ki samîmiyetle arzu edilsin. Şeytanın vesveselerine kulak kabartıp da, hemencecik bahânelere mürâcaat edilmesin. Ne mutlu. Bu, bir taşla iki kuş gibi bir şey. İnşâllâh, hem fındık, hem de Ramazan hasatlarımız bol, harmanlarımız bereketli olur. Yüce Rabbim, özellikle sıcak dönemlere denk gelmesi sebebiyle oldukça zorlu geçen bu çifte süreci lâyıkıyla değerlendirmeyi, oruçluyla ilgili, cennetin dilediği kapısından gireceğine dâir ilâhî vaadleri ziyâdesiyle hak etmeyi bizlere nasîp eder. Bu da, önce niyet, sonra azim, kararlılık ve biraz da gayret istiyor. Efendimiz (SAV)’in de belirttiği gibi Ramazan, sonuçta bir sabır ayı. Ve, “Şüphe yok ki Allâh sabredenlerle berâberdir.” Bakara 153

İşte sabrettik. Ne kaldı şunun şurasında. Önceki günden bu yana “ELVEDÂ, ELVEDÂ, ELVEDÂ YÂ ŞEHR-İ RAMAZAN!” demeye başladık bile. İşte bu kadar. Ne kaybettik ki? Sevap desen ganî. Allâh Teâlâ buyurur ki;

“Kulum, yemesini-içmesini ve şehvetini benim rızâm için terk etmiştir. Oruç, yalnız benim için tutulur. Ve onun hesapsız mükâfâtını ancak ben veriririm, başka ibâdetler ise on misliyle ödenir.”

Evet, Rabbimiz, diğer ibâdetler için bire on, bire yediyüz derken, oruç için bir sınır koymamıştır. Oruç kolay değil, hele bâzıları için neredeyse imkânsız bir şey gibi de gelebilmektedir; ama işte sonucu da o kadar tatlı ve sürprizlidir. Yeter ki biz, her şeye rağmen tutma kararlığında olalım. Rabbimizin hazînelerinin sınırı mı var ki?

Ancak, yalancı cennet mesâbesindeki dünyâya ve onun, yine Allâh’ın lütf u ihsânı olan nîmetlerine, çeşit çeşit güzelliklerine aldananlar, ufak bir bahâneyle, yalancı cenneti hakîkisine tercih eder bir manzara sergiliyorlar. Allâh’ın verdikleriyle, Allâh’ın emir ve yasaklarını ihlâl ediyorlar. Dünkü yazımızda da vurgulamaya çalıştığımız gibi, kâhir çoğunluğu oruç tutan memleketimizde, ne Hak’tan, ne de halktan çekinmeden, mâsum çocuklara, rehber yoksunu gençlere kötü örnek oluyorlar. Böylelikle günâhlarını daha da katmerli hâle getiriyorlar. “Bırakın bizi. Cennetiniz sizin olsun. Bize dünyâ yeter. Gerisi de bizi hiç ilgilendirmiyor. Sizi de enterese etmez!” demeye getiriyorlar.

Haklılar. Herkes kendi yolunu kendisi seçer. Herkes kendi sonucuna kendisi gider. Ancak, bizim hemşeriler, vatandaşlar, komşular ya da arkadaşlar ve de her şeyden önce bir insan olarak beklediğimiz biraz saygı. Nezâket. Çocuklarımıza kötü örnek olmamaları. Gizlice yemeleri. Mâzereti olanlar için şeriat ruhsat veriyor ve de bunun âdâbını da belirtiyor. Oruç yenilecekse bile, bunun da kitaba uygun yapılması gerekiyor. Bundan ötesi apaçık isyân anlamına gelir. Rabbimiz böyle bir durumdan cümleyi korusun. Âmin.

Ramazan, ayrıca hatim ve mukâbele mevsimi. Okurken şu âyet geldi önümüze:

Kasas 58:   “Biz, nîmetler içinde şımaran

nice memleket halkını helâk etmişizdir.”

Evet, sevgili okurlar; şımarıklık hiç iyi bir şey değil. Bu anlamda, diğer yöreleri pek bilmiyorum ama, şehrimizin durumu iç açıcı görünmüyor. Bir şükürsüzlük, nîmetlere nankörlük, aldırmazlık, kayıtsızlıktır almış başını gidiyor. Kimse ne yaptığının ve de ne yapmadığının farkında değil. Bir sürü misâli, şuursuzca, basın-yayın ve dizilerin gazıyla, nefislerinin de yordamıyla akıp gidiyorlar meçhûllere doğru. Bundan hepimiz sorumluyuz.

Bu yöre bizim, hepimizin ve onun gidişâtındaki sorumluluklar da hepimize âit. Tercihlerimiz, beğenilerimiz ve oylarımızla; toplumsal faaliyetlerimiz, kişisel ya da çevresel örnekliklerimizle bu genel manzaranın bir parçasıyız. Onda, kıyısından köşesinden, az ya da çok bir payımız var. Dolayısıyla, kimse kendini bir yana çekemez. Her kes üzerine düşeni yapmalı, çocuklarını, gençlerini, geleceğini, onların ve de kendilerinin âhiretini düşünenler bir inisiyâtif peşinde koşmalıdırlar. Edilgenlikten etkenliğe, seyirci koltuğundan sahneye geçilmeli, söylenecekler söylenmeli, mârifetler gösterilmelidir. Yanlışlıklara dur demek, işin doğrusunu sergilemek, ve bilhassâ çelik-çocuğumuz adına bunu yapmak zorundayız. Aksi  takdirde, ne dünyâmız, ne de âhiretimiz, oturduğumuz yerden hayâl ettiğimiz gibi olmayacaktır.

Zîrâ, bu iş yıldan yıla arta arta toplu bir çılgınlığa doğru gidebilir. Daha yaz aylarının girmesiyle toplumda bir hayâsızlık yarışı başlamıştı. Sokaklar, caddeler çıplaklık yarışındaydı. Topluma ve gençliğe yön veren yerel çevreler de eğlence eksenli organizasyon yarışındaydılar. Bunun ardından mübârek Ramazan geldi. Kendisini dünyâ süs ve lezzetlerine, gösterişe, teşhîre böylesine kaptırmış bir toplum, karşısında Ramazan’ı görünce birdenbire kendisini ne kadar frenleyebilirdi ki?

Güneydoğulu işçiler, çetin şartların insanları. Çoğu, açlığı, yoksulluğu yaşıyor, tanıyor. Oruç ona ağır gelemeyebiliyor. Bu insanlar dirençli ve güçlü insanlar. Her bâdireye hazır, gözü pek, irâdelerine sâhip insanlar. Oruç ne ki? Ve nitekim de, hemen hemen hepsi, günboyu sıcakta çalışmalarına rağmen oruç tuttular.

Burada, bir eli yağda, bir eli balda olanlar, canı isterse çalışanlar, canı istemese yatanlar ise çeşitli bahâneler üreterek orucu teğet geçebiliyorlar. Çünkü, üç öğüne üç daha katanların, yeme-içme sürecinden kopmaları daha zor olabiliyor. Yârın başa gelebilecek belâ ve musîbetler karşısında nasıl direnecekler?İşte rabbimiz de, sabrı yaşayalım, bu nîmetleri fark edelim, yokluğunu da,varlığını da görelim, her hâlükârda şükretmeyi bilelim, bunun için de fakirleri anlayalım, onlara yardımcı olalım diye, imtihanın ötesinde ayrıca bir de ders olarak orucu emrediyor. Tutup da, her anlamda istifâde edenlere ne mutlu!

Oruç şehrine, yâni Şehr-i Ramazan’a vedâ günleri yaklaştı. İnşâllâh bereketlerle, birlik-berâberlik, sevinç ve mutluluklar içerisinde kardeşçe yaşadığımız daha güzel ve feyizli nice ramazanlara ve bayramlara ulaşırız.

Cumâmız mübârek, oruç şehrimizin mânevî caddeleri ibâdet feyziyle aydınlık,

Hem Ramazan, hem de fındık harmanlarımız bereketli olsun. Yüreklerimiz

dünyâ ve âhiret bayramlarına kavuşacak olma ümitleriyle dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

26.08.2010


Mar`12
26
ŞEN OLASIN ORDU ŞEHRİ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ŞEN OLASIN ORDU ŞEHRİ!

Artık yerli işçi bulmak zor. Çünkü, şimdi her kesin kendi fındığı var. Yukarı ilçe ve köylerden gelenler de fazla duramıyorlar. Buralarda mevsim geçmeden, onların da fındığı başlıyor. Bu sebeple, yöremizin fındık toplama ihtiyâcı artık yurdumuzun doğu kesimlerinden gelen işçiler vâsıtasıyla gideriliyor. Rabbimiz, insanları birbirlerine sebep olarak yaratmış. Onlar olmasa, bölgemizde fındıklar dalda kalacak gibi gözüküyor. Rabbimiz, bizlere birbirimize muhtaç olduğumuzu gösteriyor. Anlamayı ve özümsemeyi de nasîp etsin inşâllâh.

Köyümüzdekilerden gördüğümüz, bildiğimiz kadarıyla, istisnâlar hâriç, gurbet şartlarının elverişsizliği, çalışma ve hava durumlarının ağırlığına rağmen çoluk-çocuk hepsi de oruçlarını tutmaya çalışıyor. Onlara telefon geliyor memleketlerinden, “biz burada gölgede ağzımız kurumuş, yanıyoruz, yattığımız yerde oruçta zorlanıyoruz, gelin de görün!” diye. Her telefon açan, “sıcaktan ölüyoruz!” diyormuş. Yine iş olsa da yapsak diyorlar. Buralar yeşillik, serin. Çalışıyor olsak da, buralarda oruç bizim için daha kolay diyorlar. Ama, iş bulamayınca dün bir kısmı gitmek durumunda kaldılar. Yolları ve bahtları açık olsun.

Bu yıl fındığı, iki bölüm hâlinde patoza verdik. İlk harman patozcularımız oruç tutmuyorlardı. Patozcuların, iş yoğunluğu sebebiyle genelde tutmadıkları biliniyor, ya da konuşuluyor. Ama, geçen gün tevâfuk eden patozcularımız Termeli ve kardeştiler; ikisi de oruç tutuyorlardı. Bilâl ve Cemâl kardeşler, genel intibânın aksine, isimleri gibi güzel ve temiz yüzleri, ayrıca iş titizlikleri ile dikkât çekiyorlardı. Güzel, temiz, sağlam insanlarla iş yapmanın ayrı bir tadı-tuzu var. Rabbim, sayılarını çoğaltsın. Âmin.

DÖNERLİ RAMAZANLAR

Maalesef, bu kentin Ramazan manzaraları pervâsızları oynuyor. OBKT’si, ve inadına siyâsî tercihleriyle meşhur kentimizin, oruçsuzluk damarı da şöhret yolunda gibi. Ordumuzda, yerel yönetim ve akademik çevrelerin, yıl boyu sergiledikleri ve genel havayı yansıtan etkinliklere bakarak bunun gâyet normâl olduğunu söylemek mümkün. Atalarımız, ne ekersen onu biçersin dememişler mi? İşte ortada. Şunu kabul etmek gerekir ki, AkParti iktidarıyla birlikte millî-mânevî değerleri önceleyen çevrelerde bir rehâvet söz konusu. Faaliyetler yok denecek kadar az. Ordu’ya hâkim hava zevk ve eğlence eksenli bir âlem. Her hâlde, adımızın Ordu olmasına güveniyoruz!

İşçilerin ekmek hesabı dolayısıyla, bir fırıncı arkadaşla sohbet imkânımız oldu.

“11 lokantaya ekmek veriyorum. Ramazan başında, 2’si hâriç diğerleri ekmek almayacaklarını bildirdiler. Gelişen zaman içerisinde iş tersine dönerek, ekmek almayanlar ikiye düştü!” Müşterilerin lokantacıları zorladığını ve tekrar açmak durumunda kaldıklarını belirtti. Ben de, “köyden indim şehre, şaşırdım birden bire!” darb-ı meselinin ifâde ettiği gibi, işçileri uğurlamak için geldiğimiz şehirde, Güzelordu’nun, OTOGAR çevresindeki kahvehânelerinin doluluğunu görüp, dışarıya atılan masalardan gelen taş ve çay kaşığı seslerini duyunca şaşırmadım desem yalan olur. Şehrimizin bu kadar hızlı yozlaşacağını tahmin edemezdim doğrusu. Fırıncının beyânına göre, Köprübaşı’nın oralarda, lokantalar Ramazan öncesi dönerlerinin aynısını hazırlıyorlarmış müşterileri için.

Memleketi anlamak zor. Sağ oylar çoğalıyor. Medyaya göre, dincilik artıyor. Gelgelelim, oruçsuzluk, edepsizlik, çıplaklık, hayâsızlık çoğalıyor ve de aleniyet almış başını gidiyor. Mâşâllâh, vatandaş, Allâh’ın bildiğini kuldan saklamıyor! Ne kadar açık-seçikler görüyorsunuz. İsyânları bile harbî! Saklama ihtiyâcı duymuyorlar. O kadar şeffaf, böylesine demokrat ve de haddinden fazla dobra! Bu ise, Müslümanlığa sığmadığı gibi Hristiyanlığa da sığmıyor. Çünkü, batılıların öteden beri oruçlulara saygı adına, onların gözü önünde yememeyi bir nezâket olarak sergilediklerini biliyoruz. Bu anlamda, bizimkileri, sonradan görme laikçiler olarak nitelemek en isâbetlisi olacak gâlibâ.

Şu ya da bu şekilde oruç tutmayanlar, aslında, kendi zaaflarının kurbanı olduklarının pekâlâ farkındalar. Onlar da biliyorlar ki, sonuçta, ibâdete ihtiyâcı olan bizleriz. Gerçekte, fındık hasadı, hayat hasadına örnek teşkil edecekken, tam tersi olarak, engel olabiliyor maalesef. Fındık hasadı, mâneviyât kesadını getirirse bunun kârı ne olabilir ki zarardan başka?! Gaflet denen şey bu olsa gerek! Rabbim cümlemizi korusun.

ASIL KAHRAMANLIK!

Ayrıca, bu günâhını saklama ihtiyâcı bile duymayanlara, bunun bir kahramanlık olmadığını, asıl kahramanlığın, olumsuz arzu ve isteklere karşı direnmekle olabileceğini söylemek gerekir. Nitekim, Peygâmber Efendimiz (SAV) de, Bedir Savaşı’ndan dönerken ashâbına, asıl savaşın nefisle yapılan savaş olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, bugünün pervâsızlarına, aşk çağlayanı Mevlânâmızın şu sözlerini tekrar hatırlatmak yerinde olacaktır:

“Nefsinle savaşa girişince; “Ben orucu öyle ucuza satmam!” diye kendini yere at, ellerini çırp, ayaklarını vur, diret!

Sen, canının içinde Kur’an nûrunu istiyorsan, şunu bil ki, oruç, bütün Kur’ân’ın tertemiz nûrunun sırrıdır!”

            İşçiler artık memleketlerine dönüyorlar. Birisinin, vedâ sürecinde dediği gibi; “İyi davrananların iyiliği söylenir. İşte gidiyoruz. Herkesin bahçesi, evi-barkı, suyu-odunu kendisine kaldı. İyiliği ya da kötülüğü de yanına! Ne oldu yâni?!” Dünyâ da böyle. Aslında, birilerini kaale almadan, hor görerek bir şeyler yapanlar, kimseye değil, tüm kötülükleri kendilerine yapıyorlar.

Sözün özü, netîcede mülk Allâh’ın. Ve dönüş de O’na. Her kes arzu ve hevesleri, kendisi ve çevresindekilerle imtihan oluyor. Ve de, herkesin hesabı kendine.

Rabbim cümlemizi, Ramazan iklîminin mânevî atmosferi bereketiyle,

Ömür boyu, her hâlükârda, dâimâ, iyilik ve güzellikleri şiâr edinerek

hesabını kolaylaştırma şuuruyla yaşayanlardan eylesin ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

25.08.2010


Mar`12
26
BAŞBAKAN, ANAYASA, BABAYASA, ORDU
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BAŞBAKAN, ANAYASA, BABAYASA, ORDU!

Sayın Başbakanımız dün Ordu’ya geldi. Onca yorgunluğa, strese ve yöremizin, -bana göre kendisinin ve ilimiz adına gösterdiği gayret ve hizmetlerin hatırını pek de hoş tutmamasına rağmen, geniş yürekliliğinin bir tezâhürü olarak, güzel şehrimizi ziyâret halkasına katarak şerefyâb etti. Aramızda dolaştı. Tebessümlerini esirgemedi. İftarda, terâvihde, çadırda, meydanda, yollarda bizlerle oldu. Bu bizim için oldukça sevindirici.

Biz Ordulular, normal ve efendice bir uslûbun ötesinde, verilen sözlere de rağmen, hâlâ o nezâketsiz HAVAALANINIZI YAPMAYANA OY VERMEYİN dolaylı dayatmasını sürdürmekte değil miyiz? Kaldı ki, havaalanının temeli atılandan bu yana, kendi partileri de dâhil, hükümet olmayan parti yok. Onlara da mı oy vermeyecekler, ağızlarına bakmayacaklar acabâ? Yoksa, bu Başbakan, millî-mânevî değerlere bağlı, her şeyden önce İmam-Hatipli, üstüne üstlük bir de hanımı örtülü diye mi böyle, farklı,  hoyrat bir tutum sergileniyor?

Şunu kâbul etmemiz gerekiyor: Ordumuz il geneli olarak sağduyulu olsa da, kent merkezimizde sol duyu hâkim. Sağcıyım diyenlerin hatırı sayılır bir bölümünün yaşantısı da soldakilerden farklı değil. Binâenaleyh, Tayyip Bey ve partisini kendi hayat görüşlerinin dışında bir yerlerde olarak değerlendirdikleri ve onun varlığını kendi eyyâmcı hayat tarzlarına ters gördükleri için, onu karalamak adına her şeye sarılıyorlar. Aksi takdirde, AkParti’nin hizmet performansını takdir etmemek objektif bir akılın kârı değil.

Ordu’ya yapılan hizmetleri insaf gözü olanlar görüyor. Görmek istemeyenlere ne yapabilirsiniz ki? Yurdunu, milletini, memleketini, en çok sevdiğine inananların hiç birinden daha az sevdiğine katiyetle ihtimâl vermediğimiz sayın başbakanımızın başarısına duâcıyız. Rabbim selâmet versin. Vatan-millet-sakarya vuvuzelasıyla, işi gürültüye getirmek, kargaşa çıkarmak isteyenlere fırsat vermesin.

Onun 22 Ağustos’ta Ordu’ya geleceği açıklandığından bu yana, ziyâretin eksenine bile, İLK SİVİL ANAYASA ve dolayısıyla bu bağlamda REFERANDUM gibi hayâtî bir sebep varken, fındık konusu yakıştırıldı. Başbakan fındık için geliyordu, daha doğrusu gelmeliydi! Mutlakâ bir müjde verecekti, vermeliydi. Yoksa EVET alamazdı. Aksi takdirde, dallardan sandıklara ÇUVALLAR DOLUSU red akardı. RED, batı diliyle KIRMIZI DEMEKTİ. Tayyip Mayyip tanımaz, kırmızı kart gösterirdi. Ordu bu! Yapar mı yapardı! Örnekleri de yok değildi. Orduyla şaka olmazdı!

Sizin anlayacağınız, fındığa para vermezse Anayasanın ne önemi vardı? Fındık ta fındık. Memleketin başka meselesi yok. Başbakanın, Karadenizli, bilhassa Ordulu’dan başka vatandaşı, memleketin de fındıktan başka ürünü yok! Bir Başbakan fındığa, şimdiye kadar ve hâlâ verdiklerinin ötesinde ve çok çok üstünde, daha da havalardan fiyat veriyorsa Başbakandır. Aksi takdirde ne işe yarar? Yoksa, O’nun, değil anayasasından babayasasından bile n’olur, ne hayır gelir? Fındığı bilmeyen hiçbir şey bilmiyor demektir!

Diğer ürünleri es geçerek ve onlara verilenin çok üstünde olarak fındığa, bir hemşeri olarak torpil geçmeyen Başbakan’ın anayasasından bize ne?! Böyle başbakanı, değil hemşerimiz, kim olursa olsun BABA yasalarına havâle ediyoruz. Onun hakkından AK olmayan BABALAR gelsin. Tanrımıza hamd’olsun. Milletimiz var olsun. ULUSAL ULUS çok yaşasın. Âmin.

Değerli okurlar. Memleket için gece-gündüz çalışan, bizler gibi, milletin içinden biri, kapalı kapılar ardından gelmeyen, değerlerimizle barışık, çalışkan bir başbakanımız var. Ben inanıyorum ki, fındık için de elinden geleni yaptı, yapıyor. Başbakan ve bu hükûmet için, fındık adına bir şey yapmadığını söylemek ancak politik karşıtlık ya da art niyetle yorumlanabilir. Bunun ayrıntılarını diğer köşe arkadaşlarımız yazdılar. Ben de oraya girmeyeyim. Ama biz, gerçekten çok hazırcı bir millet olduk. Fındığın para etmesi için, çok daha fazlasının, başkalarının haklarından alınarak bizlere verilmesini istiyoruz. Tıpkı kömür verilir, un verilir, şeker verilir gibi!

Sanki, biz vatandaşlara düşen hiç görev yok. Sanki bizler, üretici, sanâyici, tüccâr ya da sivil kuruluşlar olarak bize düşeni lâyıkıyla yapıyor, ürünümüze gereğince sâhip çıkıyoruz gibi. Sağlık ve benzeri hizmet alanlarında olduğu gibi, o da ayağa gelmeli der gibiyiz! Her şeyi başbakan yapacak besbelli! Hattâ, mümkünse bir de toplatsa yok mu, işte o zaman biraz işe yaramış olurdu! O zaman, o da belki, bir oy alabilirdi. O kadar da kadir bilmez değillerdi ya. Çok sağolsunlar!

Sevgili okurlar. Fındık konusunu daha çok yazacağız. Merâmımızı detaylandıracağız. Mâlum, fındık yuvarlak. Her tarafa yuvarlanabildiği gibi, her türlü de yorumlanabiliyor. Biz sâdece insaf peşindeyiz. Akl-ı selimin gerektirdiklerini dillendirmeye çalışıyoruz. Ki, gerek kendimize, gerek hizmet edenlere, gerekse memlekete karşı haksızlık etmiş olmayalım.

Ordumuza hoş geldiniz Muhterem Başbakanımız. Şerefler verdiniz.

Her hâlükârda, “DURMAK YOK, YOLA DEVAM!” diyorsunuz.

Biz de, EVET diyoruz. Bu aydınlık yolda durmak yok; olmamalı…

Rabbim mahcûp etmesin; yolunuz ve bahtınız açık olsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

22.08.2010


Mar`12
26
FINDIKTA HAYRET MAKÂMI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

FINDIKTA HAYRET MAKÂMI

Mâlum, mevsim dolayısıyla her kes gibi, doğal olarak bizler de köylerdeyiz. Fındığın, içimize işlemiş bulunan o doyulmaz câzibesi herkesi köyüne-köşküne çekti; yakınlardan, uzaklardan. Gâye, sâdece “Fındık dalda kalmasın!” değil. Fiyâtlarla ilgili gelen haberler de yapılacak işler açısından bir önem arz etmiyor. Şu an her birerlerimiz bağlarda-bahçelerde, kaşlarda-bayırlarda uğraşıyoruz. Fındık bizim bir gerçeğimiz. Ne derseniz deyiniz, neye sayarsanız sayınız; onu yaşamak durumundayız!

Hayâtı taşıdığımız sürece, onu da taşıyacağız. Çünkü o da, bizim ve yöre insanımız için şu veyâ bu şekilde bir hayât mesâbesinde. Bir nîmet her şeyden önce. Yüce Mevlâ her topluma, her yöreye ayrı nîmetler ihsan etmiş ki meşgûl olup faydalansınlar, fert ve toplum olarak geçimlerini sağlasınlar. Bir kul, bir insan, bir vatandaş olarak, ilgilenmek, nîmete iltifat etmek ve de sebeplenmek boynumuzun borcu.

Fındık mevsimini yaşarken, bir hasat ameliyesinin ötesinde, tabiatla birlikte, çocukluğumuz ve geçmişimizle de karşı karşıya geliyoruz. Bâzen de, bilhassâ dinlenme aralarında, bahçelerdeki çimenlere oturduğumuzda, ya da şöyle ufak bir serinlik turuna çıktığımızda çoğu şeyi sanki ilk defâ görüyormuşçasına keşif durumları yaşıyoruz. Çarşı-pazarın hay-huyundan ve beton dünyânın donukluğundan uzaklaşınca duyargalarımız daha bir hassaslaşıyor âdetâ.

Bu anlamda, fındığa gelmek ya da gitmek, bir nevî kendimize gelmek-gitmek gibi bir şey oluveriyor! Çünkü, ne de olsa çiğnenen toprak. İşin aslı o. Fasıl ne olursa olsun, geliş oradan, gidiş oraya. Sonuçta hem ten, hem de ruh genlerimizde toprak var. Fındık bahçelerinde böylesi duygular sökün ediyor, daha bir kendimize dönüyor, toprakla bütünleşiyoruz sanki.

SERİNLİKTEN DERİNLİĞE…

Şöyle, dinlenmek ya da serinlemek için bir gölgeye oturduğunuzda ister istemez bir şeylere dikkât kesiliyorsunuz. Şimdilerde, Ramazan dolayısıyla, yemek için oturulması da söz konusu olmadığından, arılar, sinekler, örümcekler gibi çeşit çeşit böcekler, kıskıç dediğimiz şeyler, kertenkeleler, seyrek de olsa sincaplar, her yerde, her taşın altında karşımıza çıkan karıncalar; daha neler, neler dikkâtimizi çekip çeşitli noktalara yoğunlaştırıyor…

Bir arıya ister-istemez bakıyorsunuz. Vız vız ederek delici bir sesle geliyor ve bundan dolayı niyetinden şüpheleniyorsunuz çünkü. Ama, derdinin siz olmadığını, sarısından, morundan, kırmızısından çeşit çeşit çiçekleri, atlamadan, sırayla bir bir ziyâret edişinden anlıyorsunuz. Rızkı peşinde düştüğü bu yoldaki coşkulu seyrini ibretle izliyorsunuz.

Hele, çevrenizde bir armut ağacı varsa, vızıltılar bir kovan yanındaymışsınız gibi artıyor. Bir de bakıyorsunuz, kendiliğinden yere düşüp parçalanmış ballı bir armut üzerine 15-20 tânesi birden üşüşmüş arıların. Arı gibi(!) çalışıyorlar. Görevleri neyse onun peşindeler…

NEDEN, MOR-BEYAZ?

Aman YâRabbi! Börtü-böcek bir yana, ne kadar da çok ot, çimen, dal, yaprak, ağaç bitki var! Renk renk bir sürü çiçek! Morlar ağırlıkta. Acabâ, her coğrafyada bu böyle mi? Bu renk çiçekler buralarda çok da, OrduSpor rengimiz bundan dolayı mı MOR-BEYAZ?! Kim bilir, belki de en başta orman güllerinden alınmıştır bu renk?! Belki menekşelerden, belki de mor ağırlıklı floranın genel şavkımasından!

Sizin anlayacağınız, şâir gibi, bizler de ilk defâ bakıyoruz sanki, yıllar yılı yaşadığımız kıyılara-köşelere. İlk defâ görür gibiyiz altında hayâtımızın acı-tatlı günlerinin geçtiği ağaçları, tırmandığımız gövdelerini, sallandığımız dallarını. Sıradan yaşadığımız, üzerine basıp geçtiğimiz yeşillikleri şöyle odaklanarak incelediğimizde, mercekle yakın plâna aldığımızda, her şeyin nasıl ayrı bir dünyâ ve ayrı birer olağanüstülük taşıdığını fehmedebiliyor, şuur altından, idrâk boyutuna çıkarabiliyorsunuz.

Aşağıdaki şiiri okuyunca, şâirimizin de benzeri duyguları yaşadığını göreceksiniz. İşte, hepimizin duygularına tercümân olacak o mısralar:

HAYRET

İlk defa bakıyorum, Rabbim, her şeye.
Yeryüzünü yeniden görür gibiyim:
Bakıyorum renkler var: Mavi, yeşil, mor,
Gökyüzünde bulutlar uçup gidiyor.
Yollarda insanları, kuşu, köpeği,
Öğreniyorum, yeni baştan sevmeyi.
Şu âlem, ayân ettiğin bize,
Ağaç, dal, yaprak, meğer her şey mucize!
Anlıyorum her işte meramını,
Sevmeyi, ölmeyi, ömrün devamını.
Anlıyorum, şu kuş neden yuva yapıyor.
Anlıyorum, Allahım, kalbim niçin çarpıyor.

Ziyâ Osman Sabâ

            Çok sevimli, arı-duru, ezberlenesi bir şiir. Şâirine rahmetler diliyoruz.

            Bizi, gayrette hayrete, hayrette gayrete getirdi. Rûhu şâd olsun.

            Yüreklerimiz, Hakk’a sevgiyle, halka saygıyla dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

20.08.2010


Mar`12
26
İRÂDE AYI, SABIR MEVSİMİ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

İRÂDE AYI, SABIR MEVSİMİ

Rabbimize şükürler olsun, iyilik ve güzellikler harmanı olan bir Ramazan ayına daha hep birlikte kavuştuk. Maddî hasat mevsimiyle, mânevî hasat mevsimini bir arada idrâk ediyoruz. İkisi de sabır istiyor. Aslında, her şey sabır işi ama, alışılmışın dışında olarak ve 30-40 yıl arası yıllarda bir yaz mevsimlerine dönerek iş yoğunluğu, sıcak ve uzun günlerle birlikte gelen Ramazan daha bir sabır istiyor.

Hani, atalarımız ne demiş: SABIR ACIDIR AMA MEYVESİ TATLIDIR.

Dolayısıyla, gerçek irâde sâhiplerinin kendilerini ispat etme günlerindeyiz.

Diyeceksiniz ki ZOR! Önemli olan da zoru başarabilmek değil mi?

Yüce Rabbimiz neden sık sık sabra vurgu yapıyor olabilir? Elbette öneminden dolayı.

“Ey îmân edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allâh’tan yardım dileyin.

Şüphe yok ki, Allâh sabredenlerle berâberdir.”Bakara 153

Tefsirlerde, buradaki sabrı iki şey üzerinden açıklarlar; TAAT ve BELÂ. Sabır sâdece belâlara karşı değildir. İbâdetler de sabır ister. İşte bugün başladığımız oruç bunun tâ kendisidir. İrâdesine güvenip tutanlara Allâh (CC) kolaylığını ve sevâbını verecektir.

Tabiî ki bol tarafından. Nitekim, NÎMETLER KÜLFETLERE GÖREDİR denilmiştir.

            Öyleyse, bu ayda, âyet ve hadislerde belirtilen, gerçek anlamda bir mâzereti olmayan mü’minlerin, oruç tutmaması söz konusu olamaz. Çünkü, bu ay ORUÇ ayıdır. Emirler açıktır. Bahânelere sarılmakla kişi kendini bile kandıramaz. İşte âyetler:

“Ramazan ayı öyle bir aydır ki, Kur’ân-ı Kerîm o ayda indirilmiştir. (O Kur’an ki) insanlara hidâyet rehberidir. O’nda, doğru yolun ve Hak ile bâtılı ayırt eden hükümlerin nice açık delilleri vardır. Öyleyse, sizden kim, Ramazan hilâlini görür, (bu aya erişir)se oruç tutsun.” Bakara 185

“Ey îmân edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Tâ ki, (oruç tutarak) kötülüklerden sakınasınız.” Bakara 183

Yaşımız îtibârıyle bizlere, yaz mevsimi oruçları tutmak nasîp olmuştu. Yaşımız 15-18 arasıydı. O zamanlar fındık işleri daha da ağırdı. Büyük bir bölümü insan gücüyle oluyordu. Birçok işi de bizzat kendimiz yapıyorduk. Çuvallar 70-80 kg. arasında oluyordu ve çoğunlukla sırtta taşınıyordu. Uzak taşımalar atla yapılıordu. O zamanlarda denilenlere îtiraz da edemiyordunuz. Söylenenleri yapma istersen.

Sonuçta, en çok susuzluk zorluyordu insanı. İftarda ilk işimiz suya koşmak oluyordu. İç babam iç; mîdemiz, o zamanlar musluklara takarak balonvârî şişirdiğimiz plâstik çocuk emzikleri gibi oluyordu.

O zamanlar geldi geçti. Bugünlere geldik. Şimdi örfler ve gelenekler zayıfladı. Herkes, deyim yerindeyse, kibarlaştı. İnsanlar iyice nâzikleşti. Doktorlar ve din görevlileri yufkalaştı. İşi ciddîye alanlar konuşamaz oldu. Çünkü, sanki böylelerine dolaylı bir baskı var gibi. Hemen, ya radikal, ya hoşgörüsüz ya da kötüleme anlamında ŞERİATÇI falan şeklinde yaftalamalar oluyor. Aslında bunların hiç biri de samîmî bir dindar için anormâl şeyler değil. Bilâkis, hassâsiyetler elzem. Hangi gerçek müslümana dînini yaşamayı ciddîye alması yakışmaz ki?

Çevremizde, komşularla berâber misâfir olarak bulunan 100 civârında fındık işçisi var. Hepsi de doğulu. Konuşmalarından ve hazırlıklarından anlaşıldığı kadarıyla hepsi de oruç tutacaklar. Ama geleneksel, ama yöresel; dinlerine bağlılar ve irâdelerine sâhipler. Zâten, namazlarını da kılıyorlar çoğu. Benim merak ettiğim, acabâ ev sâhibi bizlere mi daha zor gelecek bu oruç, yoksa akşama kadar dallar ve çuvallarla, yamaçlar ve bayırlarla boğuşan bu çoğu çocuk yaştak insanlara mı?

Yazımızı, olaylara sevgi gözüyle bakan Mevlânâ’nın sözleriyle bağlayalım:

“Oruç, özlem çekenlerin gönüllerini, canlarını öyle tâzeleştirir ki, zavallı balığı bile su o kadar tâzeleştirmez.

İslâmın binâsı şu beş direk üstüne kurulmuştur: Kelime-i Şehâdet, Zekât, Hac, Oruç, Namaz. allâh’a yemin ederim ki, bu direklerin en kuvvetlisi, EN BÜYÜĞÜ ORUÇTUR!

Nefsinle savaşa girişince; ‘Ben orucu öyle ucuza satmam!’ diye kendini yere at, ellerini çırp, ayaklarını vur, diret!

Oruç ayına girdiğin zaman, o aya kavuştuğun için Hakk’a şükrederek, sevinerek, neşeli olarak gir! Çünkü, Ramazan’ın gelişinden üzülenlere, gamlılara oruç haramdır. Onlar, oruca lâyık değillerdir!”

Rabbimiz bizleri hep birlikte ve her anlamda oruç tutanlardan, onun derinlik ve serinliğine erenlerden, bu KUR’AN ayını, gerçek bir bayram idrâkiyle değerlendirip, mânevî harmanını bereketlerle sonuçlandıranlardan eylesin ves’selâm….

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

10.08.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 58 59 60 61 62 [63] 64 65 66 67 68 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4591)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...