|
|

“YILLARIN İZİ”NDE
Geçen hafta sonu köye gittiğimizde, tavan arasından indirdiğimiz eski dergi, gazete ve kitaplar arasında Mâhir İZ Üstâdımızı anlatan bir broşürle karşılaştım. Bir çırpıda okudum yeniden. ENSAR VAKFI haber bülteninin ücretsiz eki olarak verilmiş 1993 yılı temmuzunda. Meğer, bir-kaç gün sonra üstadımızın ölüm yıldönümüymüş. Üstâd’ın en yakın talebesi olan ve bizim de İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden hocamız olan Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK’le yapılan röportajdan oluşuyor broşür.
Bu vesîleyle hocamızı arayayım, bir hâl-hatırını sorayım, sesini duyayım dedim.
Hocam nasılsınız, ne âlemdesiniz?
Hayrola, oralara geleceğimi mi hissettin yoksa?
Hayır hocam, Mâhir İZ Hocamızla ilgili broşür geçti elime de eski kitaplar arasında. Hem merak ettim, acabâ üstadla ilgili yeni yazı yazacak mısınız diye?!
Aslında doğru da, ben de yola çıkıyorum. Hafta sonu Batum’da konferansım var. Samsun’a kadar uçakla, oradan da bir arkadaşla sâhil boyu gideceğiz. Yarın akşam inşâllâh Ünye’deyim. Arkadaşım oralı. Ona dedim ki, orada bir sohbet düzenle, gitmişken hasbihâl edelim.
Tamam, hocam. İnşâllâh, yarın akşam görüşürüz.
Sonuçta geçen akşam, Ordu’dan Şenel ÖZATA ve M.Esad KILIÇKAYA’yla 3 kişi olarak Ünye Çakırtepe’de, İlim Yayma Cemiyeti ve Ensar Vakfı’ndan eğitimci ağırlıklı arkadaşlarla beraber 3 saate yakın sohbet ettik hocamızla. Sağolsun, yorgun-argın olduğu hâlde, özellikle kendisinin bunu arzulamasından, geç vakitlere kadar bizlerle samîmî hasbihâllerinden dolayı hocamıza teşekkür ediyoruz.
Hocamızın, hocası Mâhir İZ gibi, gençlerle ve hem ülke, hem de dünyâ gündemiyle ilgilenen bir hoca olduğu için başta siyâset, edebiyât ve diyânet olmak üzere ülke çapında etkili yerlerde bulunan bir çok öğrencileri ve arkadaşları mevcut.
Bu sebeple sohbet Erbakan Hoca’dan Erdoğan’a, Abdullâh GÜL’den Ali Bardakoğlu’ya, Mehmet ÇAVUŞOĞLU’dan Ömer ÇAM’a bir çok konulara doğru dolaşıp durdu. Bunlara yeri geldikçe değineceğiz.
Biz bu gün özellikle 36. ölüm yıldönümü vesîlesiyle hocamızın hocası, dolayısıyla hepimizin hocası ve üstâdı olan MÂHİR İZ’i konu edeceğiz. Merhum, aynı zamanda, daha önce konu ettiğimiz ve önümüzdeki günlerde de değineceğimiz gibi, çoğumuzun tanıdığı merhun Prof Dr. Mehmet ÇAVUŞOĞLU’nun da hocasıdır.
Biz, muhterem Osman ÖZTÜRK hocamıza, broşürdeki yazıdan aklımızda kalan “başmuâvinlik” konusunu hatırlattık en başta. Olay şu: Söz konusu röportajı yapan A. Emin ÇİMEN, hocamıza soruyor. O da cevaplıyor bir bir. İsterseniz, hocamızın, o akşam da tekrarladığı düşüncelerini buradan iktibas edelim:
<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Siz, Mâhir İZ hocanın “başmuavinlik” rütbesine layık gördüğü çok yakın talebesi idiniz. Öncelikle bize Mâhir İZ’i kısaca tanıtır mısınız?
<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Önce bahsettiğiniz “başmuavinlik” pâyesi hakkında birkaç kelime söylemek isterim. YILLARIN İZİ, s.405’de yer alan bu ünvanın aslı bidâyette “SER-HALÎFE” idi. Lâkin hâtırât (YILLARIN İZİ) tab’ edilirken: “Bu isim senin başına iş çıkarabilir. HALÎFE diye resmî makamlar peşine düşebilir. Bunu, “BAŞMUÂVİN” yapayım demişti.
“Merhum hocam; baba ve ana cihetinden âlim bir âileye mensuptu. Çocukluğundan beri hususi hocalar nezdinde İslâmî bir tahsil görmesinin yanı sıra, kadı olan babasının ve şeyhulislâm olan dayısının sohbet meclislerinde yetişmişti. M.Âkif, Ferid KAM ve isimleri hâtıratta geçen pek çok âlim, fâzıl, edîb zevât ile hemhâl olmuştu. Dolayısıyla, çok cepheli bir kültür ve fazîlet âbidesiydi. Hurâfelerden ve ezbercilikten âzâde bir İslâm tebliğcisi idi. Türk, Arap ve Fars edebiyatına bu lisanları iyi bilmesiyle bihakkın vâkıf idi. Çok güzel şiir okur ve heyecanıyla insanı tesiri altına alıp, âdetâ sözlerini muhâtabının hafızasına nakşederdi. Dünya ve dünyalıklara hiçbir zaman metelik vermedi. Daima veren el olmayı tercih etti. Öyle ki, hocayı yakînen tanıyanlar bile onun maaşıyla geçinen birisi olduğunu bilemezlerdi…
Sözünün, tam manasıyla eriydi. Randevularına daima vaktinden önce gelirdi. En küçük tebliğ fırsatını bile kaçırmaz, değerlendirirdi. Camide gördüğü gençlerin elinden tutmak en büyük zevki idi… Selâmlaştığı her gence dedesinin yazısını bilip bilmediğini sorduktan sonra muhakkak bir şey vermek isterdi.
Sözün özü şu ki; hiçbir zaman, “adam, aldırma da geç git!” demedi, aldırdı ve daima hakkı tutup kaldırdı.”
Size burada, Mâhir İZ’i anlatmaya sahifeler yetmez. En iyisi YILLARIN İZİ adlı, özellikle yakın târih ve sosyo-kültürel hayatla ilgili engin ve zengin bilgi, fotoğraf ve sahnelerle dolu hâtırat kitabını okuyunuz.
Ya da, Mâhir İZ yazınca, ekranların sizin önünüze getireceği bilgileri değerlendiriniz. Özellikle yagmurdergisi.com’da Cihan OKUYUCU, eilahiyat.com’da Ahmet KARATAŞ, www.iz.com’da M.Ertuğrul DÜZDAĞ’ın yazıları ilk göze çarpanlar.
Abdullâh Mâhir İZ, izinden gidilip örnek alınacak, Allâh’ın kullukta, dostlukta, kardeşlik, diğergâmlık, fedâkârlık ve asrın idrâkine her anlamda örneklikte mâhir bir kuluydu. Rabbimiz mekânını cennet eylesin. İçinde bulunduğumuz Üç Aylar ve idrâk ettiğimiz Mîraç hürmetine, onun ve cümle ehl-i îmanın taksîrâtını afveylesin.
Yüce Mevlâ bizleri Resûlü ve O’nun izinden gidenlerin izinden yürütsün.
Cumâmız mübârek olsun, yüzlerimiz de her iki cihanda gülsün ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
08.07.2010 |
|
|
ERKAN TEMİZ’E PİLÂV MEKTUBU!
Sevgili Erkan Bey Kardeş. Bilmiyorum, bizi sizlerle ilgili söz söyleme makâmında görür müsünüz? Ama, âcizâne günlerdir ele almayı plânladığım düşüncelerimi bu gün burada serdetmek istiyorum.
Sevgili Kardeş! Size, “Bırak şu siyâsetin peşini artık!” demek istiyorum öncelikle. Lidere rağmen kazandınız. Yine feshedildiniz. Siz, “arkasını bırakmayacağız, hukûkî yollara baş vuracağız, mücâdele edeceğiz!” diyorsunuz. İşte, gelinen nokta burası. Sonuçta, vefâ denen şey yok ortalarda. Bir kalemde çizgi ve stop!
Hem de söz konusu olan, ülke siyâsetinin en güvenilir olarak değerlendirilen bir özge çizgisi. Maalesef, sizin gibi birçok değerli arkadaşımız siyâset peşinde tüm birikimlerini hebâ ettiler. Ordu ölçeğine göre konuşuyorum. Birçok partide yıllarca il ya da ilçe başkanlığı yapanlar var. Şu veyâ bu sebeple hâlâ sürdürenler, yeni başlayanlar var. Herkes bir yerlerde, darmadağınık.
On yıllardır günleri günlere, geceleri gecelere eklediler. Sonuç; sıfır, elde var, yine sıfır! Evlerinden, âilelerinden, kazançlarından, sağlıklarından, misyonlarından hep vere geldiler.Gel gör ki, siyâsete ayırdıkları zamânı, harcadıkları parayı, sarfettikleri o canhıraşâne eforu misyonları ve eğitim sürecinde kazandıkları yüksek ideâlleri için kullanmış olsalardı, bugünün Ordusu çok daha farklı olabilirdi diye düşünüyorum.
Her şeyden önce, şu, hep şikâyetçi olduğumuz siyâset, Ankara’nın çok çok aksine, böylesine bereketsiz olarak şekillenmezdi. İmam-Hatip câmiasına böylesine duyarsız, alâkasız bir tezâhür söz konusu olmazdı.
Bugün Ordu siyâsetinde beklediğimizi bulamıyorsak, ortada gözle görünür bir problem varsa, onun sebebi biziz; daha doğrusu “BİZ” olamayan bizleriz.
Bizler, biz olamadığımız için kimse bizi ciddîye almadı.
Siyâsîler almayınca, onların ağızlarına bakanlar da birbirlerine hiç ehemmiyet atfetmediler. Makam-mevkî sâhibi olanlar, onlara yaranmak adına birbirlerini görmezden gelmeyi bulundukları yerlerin güvencesi olarak gördüler. Şu âna kadar bir derneğimiz bile yoktu. Şimdi elhamdülillâh ORİMDER var; sizin öncülük ettiğiniz. Artık ona yoğunlaşınız.
Şu an derneğin durumu hakkında ayrıntılı bilgi yok elimizde. Son olarak gazetemizde haber yapmıştık. Haberi görüp görmediğinizi bilmiyorum. Dernek için yer tutulduğu, toplantı yapılacağı, açılış için büyük bir program düşünüldüğü konuşuluyordu.
Aslında, bu dönem, Ticâret Liselilerin yaptığı gibi bir PİLÂV GÜNÜ bile yapılabilirdi. Yine de zaman geçmiş değil. 1 Ağustos çok uygun bir târih. Bu konuda büyük bir talep var. İstenirse yetiştirilebilir. Dernek için de en güzel açılış bu PİLÂV GÜNÜ olabilir. Katılım da çok olur. Çünkü, civar ilçelerde her okul bunu yapıyor. İlâhiyâtlar yapıyor. Geçen hafta sonu ilimizden birçok arkadaş tâ Konya’ya pilâv gününe gittiler. Ankara’ya gidenler oldu. TOKAT İHL’de de PİLÂV GÜNÜ yapıldığını ulusal gazeteler yazdı. Dün, HABERORDU Portalı’nda
Ünye İmam Hatip Mezunları 18 Temmuzda Çet Dağında
diye bir haber vardı. Koskoca Merkez İl İmam-Hatip mezun ve mensupları ise beklemede. Bence, yarından tezi yok çalışmaya başlanmalı. 1 Ağustos güzel bir zamanlama. Herkesin fındık için memlekette bulunduğu ve kimsenin de hasada başlamadığı bir târih.
Bunun için, her senenin Ağustos ayının ilk pazarı sâbit bir zaman olarak tespit edilebilir. Bu konuyu açtığım, mâlî durumu müsâit olan arkadaşların olaya sıcak baktığını gözlemledim.
Şu an dernekteki durum ne, bilemiyoruz. “Biz kurarız herkes uyar!” diye düşünülürse yanılırız. Dediğim gibi, bu anlamda her kesin topluca dâvet edileceği PİLÂV GÜNÜ çok önemli. Orada oluşacak tabloya göre vitrin oluşturulursa daha iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü, isimlerin garazsız-ıvazsız insanlardan oluşması çok çok önemli. Yoksa, ORİMDER’in internet sitesinde serdedilen bâzı aykırı düşünceler haklı çıkarsa bir ümîde yazık olur. ORİMDER her anlamda ümittir. Siyâsete girmeden siyâsete yol gösterecek yegâne yerdir. Ama önce kendisi, siyâsetten, makam-mevkî, mal-mülk edinme, kazanç elde etme, reklâm olarak kullanma kaygısından, atlama taşı olarak değerlendirilme tasalarından uzak, hasbî olabilmeyi, öyle bir imaj sergilemeyi becerebilmelidir.
Bunu becerdiği, ağırbaşlılığını ispat ettiği takdirde çok büyük işler yapabilecek potansiyele sâhiptir. Yapmak, aynı zamanda boynunun borcudur. Hepimizin üzerine terettüp eden şeyler, öncelikle öndekilerin yapması gereken şeylerdir.
Bunları ve benzeri konuları yazmaya, fikirlerimizi paylaşmaya devam edeceğiz işâllâh.
Şimdilik bu kadar sevgili kardeş. Daha asıl söyleyeceklerimize gelemeden yerimiz bitti. Yine görüşmek üzere, tüm hayırlı çalışmalarınızda üstün başarılar diliyor, sevgiler sunuyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
07.07.2010 |
|
|
DÜNYÂYA İSYÂN ETMEYEN RUH!?
Ne güzel, uyumlu-duyumlu, sayımlı-suyumlu yaşamak varken; bu isyân lâfı da nereden çıktı şimdi? İnsan isyânkâr mı, yâni bu günkü pratik ifâdesi ve genel geçer anlamıyla agresif ve de maganda rûhlu mu olmalı? Toplumun, hattâ ükenin, hattâ ve hattâ tüm insanlığın huzûrunu bozanlar böyleleri değil mi?
Dünyâ deyince, hangi dünyâ; ve isyân deyince hangi isyân? Kime isyân, neye isyân; niçin, neden ve nasıl isyân? Bunlar tabiî, enine-boyuna irdelenmesi gereken şeyler. Ancak biz, tüm bunları, günlük olarak yaşamaktayız. Her yerde, her mekânda, her an. Hayât yolunun kıvrımları hep isyânın ve de itaatin yansımalarıyla dolu. Hattâ, hayâtı itaat ve isyânlar manzûmesi olarak değerlendirmek bile mümkün. Nitekim insan, sonuç îtibârıyle de, ya saîdlerden( itaat ederek mutluluğa erenler) ya da şakî, (isyânkâr olup mutsuzluğa dûçâr olanlardan) olur. Yâni, bir bakıma, insan dünyâdayken de ya isyân, yâ itaat hâlindedir; âhirette de, bunun bir sonucu olarak sözü edilen bu iki gruptan birine girer.
Aşağıdaki sözleri okudukça bunu daha iyi anlayacağız. İtaattan, isyândan kasıt ne, yerine göre kime isyân, kime itaat bunu göreceğiz. Her itaat aynı zamanda isyândır. Her isyân da bir bakıma bir itaatin gereği ve sonucudur.
Mübârek üç aylar mevsimindeyiz. Bu aylar size bu iki kavramdan daha çok hangisini ilhâm ve ihtar ediyor? İşe buradan başlamak sûretiyle sözleri okuyalım ve tüm sözlere bu iki mefhumdan oluşan bir gözlükle bakalım:
Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar,
Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler
ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!
NİSÂ-69
Recep Ayı, özellikle mânevî felâketlerden kurtulma vesîlesidir.
Şâban, itaat ayıdır. Ramazan ise ilâhî ikrâmı bekleme ayıdır.
ZÜNNÛN MISRÎ
Recep Allâh’ın ayıdır. Dolayısıyla bu ay;
Allâh’tan af dileme, tevbe-istiğfârı çoğaltma ayıdır.
MAHMUD ESAD
Ey îmân edenler! Hepiniz toptan, Allâh’a tevbe ediniz ki,
korktuğunuzdan emîn, umduğunuza nâil olasınız.
NUR SÛRESİ 31.Âyet
Her kim, (günahından) tevbe ve istiğfâra devam ederse, Allâhü Teâlâ o kimseyi
her darlık ve sıkıntıdan kurtarır, her gam ve kederden âzade kılar,
onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır.
EBÛ DÂVUD
Ey insanlar! Allâh’a tevbe ve istiğfâr ediniz. Ben, günde yüz kere tevbe ediyorum!
MÜSLİM
Şu Rahmete bakın ki; insanlar tüm âzâlarıyla günâh işlerken,
sadece diliyle yaptığı tövbe ile affolunuyor!
AZİZ MAHMUD HÜDÂÎ (K.S.)
Tevbekârlarla sohbet edin; zîrâ, onların kâlpleri daha yumuşaktır!
Hz. ÖMER
İnsan, nisyândan alındığı için, nisyâna mübtelâdır.
Nisyânın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır!
BEDÎUZ’ZAMÂN
Dünyâya isyân etmeyen ruh, Allâh’a teslim olmamıştır!
NÛRETTİN TOPÇU
Bu dünyâ bir zindandır; biz de içindeki mahbuslar. Del duvarı, kurtar kendini!
MEVLÂNÂ
Bir yandan ÜÇ AYLAR, öbür yandan yaz. Yaz dostum yaz! Neyi yazacaksın? Bir taraf açıyor-saçıyor isyâna çekiyor, bir taraf; aldanma, itaate gel diyor. Kimin sesine kulak vereceksin; hakkın ya da nefsin?! İmtihan emirlere uymakla uymamak arasındaki ince çizgi üzerinde ki, bir ucu sırata uzanıyor. Oradan da yukarılardaki sonsuz mutluluğa ya da aşağılardaki mutsuzluklara!
Kır nefsin zincirlerini diyeceğim ama, demesi kolay. Kolay olmadığı için, Rahman ve Rahîm olan Rabbimiz Üç ayları bir fırsat olarak sunuyor. Öyleyse sen de, gel diyen bu müşfik sese kulak ver ve nefsine köleliği değil, Rabbine kulluğu seç.
Yalnızca O’na teslim ol ve kurtar kendini ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
02.07.2010 |
|
|
SARAYBURNU’NDAN ESKİPAZAR’A;
İMAM-HATİPLİLER GELDİ NAZARA!
Geçen cumâ namazını Bulancak Sarayburnu Câmii’nde kıldık. Hepinize o câmiyi görmenizi, az da olsa katkıda bulunmayı görev bilmenizi tavsiye ederim. Târihe mâl olabilecek kalite ve evsafta bir câmi. Rabbim, emeği geçenlerden, maddî, mânevî katkıda bulunanlardan râzı olsun.
Benim, asıl vurgulamak istediğim, orada beni görür-görmez, “Niye artık pilâv gününden haberimiz olmuyor, çağırmıyorsunuz?!” diye bizi sorgulayan ağabeyin sitemi oldu. Dönüp baktığımda, sakallı, şalvarlı bir ağabey, ama sîmâ bana yabancı gelmedi. “Ben de Ordu mezunuyum. 2. dönem, Yusuf Ziya SİPAHİ!” dedi ve bu Câmiin dernek başkanı olduğunu söyledi. Eskiden Eskipazar’da yapılan pilâv günlerini kaçırmadığını, arkadaşlarla hasret gidermek için çok güzel bir fırsat olduğunu belirtti.
Aynı şekilde, ondan bir-kaç gün önce, son olarak gittiğim yaylada, Çambaşı’nda bile, bana sorulan ilk şey pilâv günü oldu. Emekli imam, o köyden, Zekeriyâ UYANIK Hocamız da: “Hani, daha Eskipazar’a gelmiyorsunuz. Pilâv yemiyoruz, niye?!” dedi. Ben de, Bulancak’ta olduğu gibi burada da içimi döktüm biraz. İlgili olması gerekenlerin hiç ilgi göstermediğini, yardımcı olunması gerekirken âdetâ gelinmesin diye bakıldığını, öyle olunca da yorulduğumuzu, yenilerin de gündemine böyle bir konunun henüz teşrif edemediğini belirttim. Ancak, Ordu İmam-Hatipliler’in ORİMDER adıyla dernekleştiğini, ENSAR VAKFI’nın da kadrosunun yenilenip gençleştiğini söyledim. Artık, onlardan hareket beklediğimizi vurguladım. Ki, doğrusu da budur.
Çok daha önceki yıllarda, internet sitesinde duygularını paylaşan, Bekir AKKAYA Bey, bakınız ne diyor:
“Ben Ordu İmam Hatip Lisesi’nden 1981-1982 dönemimde mezun oldum. 1987 yılından bu yana da yine Ordu’nun bir ilçesi olan Kumru’da öğretmen ve Kumru Öğretmenevi Müdürü olarak görev yapmaktayım. Kendi ilim ve kendi ilçemde görev yapmamdan kaynaklanan sebepten olsa gerek o yıllardaki okul arkadaşlarımdan bir çokları ile görüşüyorum. Sık sık Ordu’ya giden biri olarak ta bir çok öğretmenlerimle de görüşme imkanım oluyor. Son zamanlarda ise hiç görüşemediğim bazı arkadaşlarla da telefonda görüşme imkanım oldu. Hepsinin arzuları hep aynı. En az yılda bir kez de olsa bir araya gelme imkanı olabilir mi?
Ben şahsen daha önceleri Nuri Kahraman’ın Başkanlığını yaptığı Ordu Ensar Vakfı’nın öncülüğünde yapılan birkaç etkinliğe katıldım. Ve çok ta güzel oluyordu. Birçok arkadaşla bir araya gelip geçmişi anıyorduk. Bilmediğim nedenlerden dolayı bu bir araya gelişler yok oldu. Şimdi böyle bir şey daha kolay ve çok katılımlı olur diye düşünüyorum. Şimdi hem telefonla ve hem de internet yolu ile duyuruların yüzlerce insana ulaşması çok kolay.”
Gerçekten, bizden önceki arkadaşların başlattığı, bizlerin de ağır-aksak ta olsa yürütmeye çalıştığı o PİLÂVLI KIR GEZİSİ günlerinin tadı damakta kaldı. Özleniyor, anılıyor, soruluyor. Bu kadar tahmin etmezdim. Bizim gazetede çalışan Dursun Usta bile geçenlerde, bizimle alâkasını bilmeden, lâf arasında bu konuyu gündeme getirdi. “Eskiden, Eskipazar’da şenlik oluyordu. Hattâ, bir defâsında yarışmaya bile katılmıştım. Çuval yarışı, halat çekme gibi şeyler vardı. Ben o zamanlar küçüktüm tabiî. Bisküvi yemede derece yapmıştım. Hem de tâ oraya kadar yürüme gitmiştik sabahtan, arkadaşlarla! Çok eğlenceli olmuştu!” falan dedi. “Kimin düzenlediğini biliyor musun o etkinlikleri?” şeklindeki sorumu da, “Hayır bilmiyorum!” şeklinde cevapladı.
Yine, Anadolu Gençlik Derneği’nden bir grup gelmişti mağazaya. İçlerinde, Korgan’lı olup, şu an Ordu’da görev yapan, ilâhiyâtçı bir öğretmen arkadaş da vardı. Tanışma sırasında, O da, Korgan İHL’de okuduğu yıllarda, Eskipazar’daki İmam-Hatip Günü’ne katıldığını ifâde etti. Ben de o zaman,
“Biz, örnek olsun diye epey yıllar bu KIR GEZİSİ etkinliğini sürdürdük. Artık sizler yetiştiniz, sizler bu güzelliklere sâhip çıkmalısınız!” dedim. Bu tür birleştirici, kaynaştırıcı, özgüven sağlayıcı hayırlı faaliyetlerin canlandırılıp, güçlendirilmesi, hem üzerine görev düşenler, hem câmia, hem de millet, memleket açısından hayırlı ve faydalıdır. Artık, verilen aranın uzadığı görülmeli, gençler meseleye sâhip çıkmalıdır.
TİCÂRET ve İMAM-HATİP
Bunun bir örneği olarak, Pazar Günü, kuruluşundan bu güne tüm ORDU TİCÂRET LİSESİ mezunlarının dâvet edildiği, AYIŞIĞI’nda gerçekleştirilecek bir PİLÂV GÜNÜ programı var. Bizi imrendiren ve yazımıza da vesîle teşkil eden bu güzel organizeye öncülük edip emek verenleri ve cümle ilgilileri tebrik ediyor, bu birlik-berâberlik ve vefâ gününün câmiâlarına ve memlekete hayırlar getirmesini gönülden diliyorum.
Bu mübârek günde, Ticâret Liseli kardeşlere bilvesîle başarı ve güzellikler dilerken, darısı, hayırlısından, başta İmam-Hatipliler olmak üzere tüm câmiaların üzerine diyor, Rabbimizden, milletimizi birlik-berâberlik ve dirlik-düzenlikten ayırmaması niyâzıyla
hepinize sevgi, saygı ve mutluluklarla dolu bereketli ömürler diliyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
01.07.2010 |
|
|

HAYAT OKULU
İnsan hayâtı emellerle ve elemlerle doludur. Herkes kendince tutturduğu bir düzen içerisinde ömrünü geçirir. Bu arada, zamanın ve de yılların nasıl geçtiğini de anlayamaz. Çoğu defâ ne yaptığının, nereye gittiğinin, yanının-yönünün farkında bile değildir yaşayıp giderken. Kendisini, kendisince bir mecrâya öylesine kaptırmıştır ki, onca çabanın sonunda bir hiçe gittiğini anladığında iş işten çoktan geçmiş olabilir. Ama, yine de, çıkmayan candan ümit kesilmez gerçeği ışığında, zararın neresinden dönülse kârdır diyerek dizginlere sarılabiliriz. Süleyman ATABEYOĞLU Bey’in bizimle tanıştırdığı şu aşağıdaki vatandaşın tecrübelerinden yararlanarak daha erken davranıp, aklımızı başımıza toplayabiliriz. Bakınız ne diyor bu amcamız:
<!--[if !vml]-->Bir şairin dediği gibi: “Hayat, mutlulular için kısa, mutsuzlar için ise uzundur, çekilmez hale gelmiştir.” Yukardaki sözlerde, keyiften çok hayıflanma var. “Yanlış yaptım gâlibâ” türünden bir pişmanlık düşüncesi hissediliyor.
Evet, bu noktada, şunu söyleyebiliriz ki; hayâtın keyfi çıkarılmalıdır. Onun değeri bilinmelidir. Ancak bu, onu lâyıkıyla değerlendirmekle, hiçbir dönem ve evresini boşa geçirmemekle, zamanı ve hayâtı israf etmemekle olur. Aksi takdirde, zamânı, mekânı ve de cümle imkânı bize verip emânet eden, onu koruyup korumadığımızı, lâyıkıyla değerlendirip değerlendirmediğimizi bize sorar: (Mü’minun Sûresi, 115. Âyet)
“Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi mi sandınız?
Efendimiz (SAV) de şöyle buyuruyor;
“İki nîmet vardır ki, insanların çoğu ondan gâfildirler: Sağlık ve boş zaman!”
Yukardaki amcanın da, farkında olmadan söylediği bunlardan başkası değil aslında. Ancak, sonunda pişman olmamak için, hayat boyu, Rabbimiz Hazretlerinin bize gâye olarak gösterdiği şu gerçeği dâimâ göz önünde bulundurmalıyız:
“O (Allah) ölümü de, hayatı da hanginiz daha güzel iş işliyecek diye, imtihan etmek için yaratmıştır.” (Mülk,2)
Değerli dostlar! Bu şuurla yaşandığı sürece hayâtın bir anlamı olur. Bir ay önce düğüne gittiğimiz evlere, bir ay sonra cenâzeye gidiyoruz. Herkes kendi hayâtını ve gerçeğini yaşıyor. Kimse, geleceğin ne getireceğini bilmiyor. İşin sıkı tutulması, hayâtın hiçbir an hafife alınmaması gerekiyor.
Hayat, sonuçta bir okuldur; bizler de öğrencileri. Ya da, yaşadıklarımızın bir tiyatro olduğunu var sayarsak, burada herkes kendi seçtiği rolü oynuyor. Bize düşen rolün ne olduğunu merak edip, asıl kaynağından öğrenip, üzerimize düşenleri harfiyen yerine getirmeye çalıştıktan sonra hayıflanacak duruma düşmekten kurtulur, son âna kadar ümitlerle ve mutlu yaşarız. Aksi takdirde, hem burada, hem de ötede mutsuzlardan oluruz Allâh korusun.
İşte bu anlamda, bir yazarın dediği gibi: “ Hayat için önemli olan onun uzunluğu ya da kısalığı değil, bize düşen rolün iyi oynanıp oynanmadığıdır.”
Yine, diğer bir yazarın ifâdesiyle;
Ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız önemlidir.
Yaz deyip tozmayalım, istikâmeti bozmayalım ves’selâm!
ORDU HAYAT GAZETESİ
30.06.2010 |
|