Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4609040
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.69.214.54
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
BALONLAR, BARONLAR, UÇURTMALAR..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BALONLAR, BARONLAR, UÇURTMALAR…

Ordu’muz bu yılın ağırlık teşkil eden ilk yarısını, oyunla-oynaşla ve de hay-huyla geçirdi. Bir etkinlikler yoklaması ve değerlendirmesi açısından, eğitim-öğretim döneminin başladığı Eylül’e doğru çeksek baz dilimini, sonuç yine de pek değişmiyor. Dememiz o ki; şöyle dişe dokunur ne bir icraat, ne de bir faaliyet söz konusu oldu, yaklaşık bu 10 aylık dönemde.

Ne hükümetin, ne belediyenin, ne sivil toplum kuruluşlarının, Ordu ölçeğinde hâfızada iz bırakacak bir katkısı olmadı ekonomik, kültürel, siyâsî piyasaya. Bu sene şu hizmet yapıldı, şu faaliyete imza atıldı denecek, milletin hayrına ağırlıklı ve ağır başlı bir etkinlik ya da eser yok ortada. Söylemek istediğimiz bu. Öteden beri gelen rutin hizmetler, elbette ki bunun dışında.

Belediye ile Üniversite elele vermiş, hattâ iş birliği yapmışçasına, dans, eğlence, konser, bale, şenlik, festivâl, kulüp kavramları eksenli gençlik ağırlıklı, çağdaş denilen ne idüğü ve târih öncesini mi, yoksa sonrasını mı çağrıştırdığı belirsiz, uçarı etkinliklere imza attılar.

Beri yanda, millî-mânevî değerleri önceleyen sivil toplum kuruluşları horul horul uyudular. Festival havaları onların da başını döndürmüş, neye uğradıklarını şaşırtmış olmalı! İşi hükümete havâle etmiş olmalılar ama, buralarda işler diğer yerlerde televizyonlara yansıyan güzel haberlere paralel gitmiyor. Sonuçta, Ordu davul-dömbelek, çalgı-çengi, cistak cistak havalarına teslimdi bu dönem.

Deliye her gün bayram misâli hep uçtuk uçtuk dönem boyu! Hele, şu son 3 aydır her taraf balonlarla lebâleb. Gün geçmiyor ki balon kuşakları bir caddeyi kuşatmasın. Hafta geçmiyor ki, bir yerlerde bir yeni mağaza açılışı yapılmasın. Havaya öyle bir kapıldı ki vatandaş, açanlar yer değiştirip bir daha, bir daha açılış yapıyor. Biliyor ki, millete de seyir lâzım zâten. Husûsî tâkipçileri bile var açılışların.

Balonlar, müzikler, danslar: Açılın beyim açılın, ki açılsın şanslar!

Şaka bir yana, kriz, mriz edebiyâtı yapılıyor ama, açılış bayağı çok. Bunu balonlardan, vatandaşın uçarcasına yürüyüşlerinden, hiçbir şey anlaşılmayan, bir defâ Türkçe bile olmayan müzik adı altındaki anlamsız gürültülerden anlıyoruz da, bir-kaç ay ya da yıl sonrası meydana gelen saçılış ve de kaçılış durumları ne âlemde; onu bilemiyoruz. Onun alâmet-i fârikalarına dâir belirtileri algılamakta zorlanıyoruz.

Mutlulukları çoğaltmak için açılışları duyurup paylaşıyoruz da, hüzünlere talep olmayacağı kesin kes bilindiği için kapanışların hüznü, uçtuğu havalardan, balon patlayınca hızla yere çakılanların üzerine binip canını çıkarıyor. Da, kimseciklerin haberi dahî olmuyor.

Aslında, açılışlarda olduğu gibi kapanışlarda da şöyle, ikramsız da olsa programlar düzenlense de, vara-yoğa herkes açılışa özenip de neyi varsa döküp-saçmasa oldum-olası! Böylelikle, hem kendisini mâcerâya sürüklemez, hem de çevresine hayâl kırıklığı yaşatmamış olur!

İşte kömürcü kardeşler size en çarpıcı örnek! Ne hayâllerle çıktılar yollara! Mağazalarına, marketlerine görkemli açılışlar yaptılar belki. Hocalara hayır dualar ettirdiler. Vekilleri, bakanları dâvet ettiler. O kalabalığın getirdiği havaya kapıldılar, uçtular, uçtular.

“Uç uç, tâ ötelere geç!” dediler adamcağızlara; sonra ne oldu?  Olanları gazeteler yazdılar sessiz sessiz. Kim duydu, hiç kimse!? Onlar şimdi kendi dertleriyle baş başa! Bir havanın, bir cıvanın, balonların kurbanları! Evet, balonların ve uçuranların suçu var da, çocuk olmadığı hâlde, balonlara atlayanların suçu yok mu? Var ama, olan olduktan sonra geriye dönüş yok!

Uçmak dedik ya, bir de uçurtma şenliğimiz var. Güzel bir şenlik. Çocuğu yaşlısıyla her kes orada k; çok çok güzel bir şey. Temiz hava, deniz, doğa, ağaç, güneş, çayır-çimen. Rûhlar uçurtmalarla birlikte kanatlanıyor.

Sizin anlayacağınız; uçmaya, uçurmaya, uçurtmaya devâm. Derken, sâhilde uçmayan bir uçakla karşılaşıyorsunuz; FIRTINA UÇAĞI. O da, Ordu’ya özel bir FIRTINA, Ordu’ya özel bir UÇAK!

Ya OR-Gİ. O da cansız şimdilik. Dolayısıyla Ordulu şu sıralar “havalarda uçmak!”la meşgûl sâdece. Bir de kendi havaalanından havalanırsa, keyfi o zaman kıvâmına erecek! Bu gidişle o da olur ki, zâten dönüşü olmayan bir yol.

Ama, tüm bu uçmaları yaparken, Yunus’umuzun “Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ide bir söz” dediği UÇMAK’ı, yâni CENNET’i unutmayalım. Eğer hayâtımızın sonu UÇMAK’a değil de TAMU’ya, yâni CEHENNEM’e varırsa, dünyâdaki tüm bu uçmanın, uçmaların hiçbir anlamı ve bir bereketi olmaz. Dünyâda uçalım, uçuralım, dağlar taşlar aşıralım, ama bu âlemin öte yakasını değerlendirme dışı bırakmayalım sevgili dostlar. Bize güvenen ve peşimize düşen vatandaşları da ateşe sürüklemeyelim. Biraz da halkımızın millî-mânevî tarafını besleyen bir şeyler yapalım. Kuru kuruya uçurmayalım yâni! Her uçuşun, bir de konuşu olduğunu unutmayalım, unutturmayalım.

Tüm bu yazmalarımızın, çizmelerimizin, okundurma ve dokundurmalarımızın,

bâzı noktalara dikkât çekmelerimizin sebebi de yalnızca bu. 

Yoksa, kimseyle alıp-vereceğimiz yok -Allâh’a şükür- ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

16.06.2010


Mar`12
26
ORDUNUN RÛHU..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDU’NUN RÛHU…

Yaşadığımız köyler, beldeler, şehirler ya da bölgeler bizim için son derece önemlidir. Çünkü insanlar yaşadıkları yörenin ahlâkından izler taşırlar. Nitekim, bu gün bile, tanıştığımız bir insana hemen sorduğumuz “nerelisin?” sorusunun arkasında biraz da, karşımızdakinin ahlâkına dâir bir araştırmanın izleri vardır.

Nasıl ki, müşriklerin yaptıkları, Müslümanlar için Mekke’yi yaşanmaz kılmış, Müslümanları hicrete yöneltmişse, bu gün de şehirlere bu açıdan bakabilmek, bir değerlendirme yapmak mümkündür. Demek ki, yaşanan şehirdeki ortam önemlidir. İslâmı yaşamaya elverişliyse ne âlâ, ya değilse?!

Eğer, bize yanlışları ilhâm eden bir çevre söz konusuysa ve burayı değiştirmemiz imkân dâhilinde değilse, o zaman en azından mahalle değiştirmek bizim için bir çözüm olabilir. Havasından, suyundan, çamurundan, tozundan dolayı değiştirdiğimiz gibi, bu anlamda değiştirmemiz de son derece doğaldır. Tabiî, hayâta bir imtihan gözüyle bakıyor da, onu kazanmayı önemsiyorsak.

Bu anlamda, şehirlerin, bölgelerin şöhretleri önem arz eder. Konya isminin çağrıştırdıkları ile Antalya’nın ki bir değildir takdir edersinizki! Bodrum ya da Üsküdar, Erzurum veyâ İzmir aynı hayat tarzını çağrıştıran yerler olabilir mi sizce? Kim diyebilir ki, önemli olan kişinin kendi durumudur, çevre önemli değil?!

En çarpıcı bir örnek olarak, şunu söyleyebiliriz ki, câmiye yakın bir evle, çok uzaklardaki bir evin durumu, mânevî avantaj bakımından aynı olabilir mi? Ezan okununca hemen yönelip abdest alarak namaza yetişebileceğin bir yerle, diğerleri bir olabilir mi? çevremizdeki şahsiyetler, komşular, arkadaşlar ve genel insan karakter durumları da bu anlamda değerlendirme dışı olabilecek şeyler değildir.

Hz. Mevlana’nın bir yerde; “Belh şehrinde dedemin mübârek kâlpleri incindiği için, bu diyâr kıyâmete kadar mâmur olmaz!” buyurduğu rivâyet edilir. Bu sözü yorumlayan ulular da “Bu sözlerden hisse kapıp riayet edebini anlamak ve gereğini yerine getirmek gerekir.” demişlerdir.

Riâyet edebi için, bir şehrin riâyet edilecek işâret taşları olması gerekir. Bunlar da o yörenin yetiştirdiği ve onun sokaklarına, caddelerine, toprağına, suyuna bir rûh olarak sinen izlerin sâhibi olan şahsiyetlerdir. Bu anlamda, Ordumuz gayret fakiri olarak gözüküyor. Ordu deyince akla gelen bir isim yok. bir Süleyman FELEK var. Sağolsun, şehri kurmuş, ama sonra n’olmuş? Bir şey yok! Burada, doğru-dürüst bir adam yaşamamış mı?

Elbetteki yaşamış ama, kim bunlar? Bu konuda hiçbir çalışma yapılmamış. Bence, bu bâkir alan ilgi bekliyor. Bu anlamda, önceki gün Ensar Vakfı Ordu Şûbesi’nce BEKİR BERK için yapılan anma programı iyi bir örnek teşkil etti. Tebrik ediyorum. Ancak, bu ve benzeri çalışmalar devâm etmeli.

Eskiler, “ŞEREFÜL MEKÂNİ, BİL’MEKÎNİ” demişlerdir. Yani ‘bir mekanın, yerin, yörenin şerefi o mekanda yaşayanlara bağlıdır, onların durumuna göredir. O diyârda yaşayan, ya da oradan gelmiş geçmiş şahsiyetlerin mânevî konumuna bağlıdır” demişlerdir.

 Konya deyince “MEVLÂNÂ DİYÂRI” deriz. “Demek ordansın ha” deriz! “Gez dünyâyı, gör Konya’yı demişler” deriz! Hemen, mânevî çağrışımlar sökün eder; hayırlar, hasenâtlar gelir akla.

Ensar Vakfı’nın geçen günki programından sonra, onu tanıyanlar, “Orduluyum!” diyene, “demek BEKİR BERK’in memleketindensin ha?!” diyecektir. Bize onun gözüyle bakacak, sevdiği bir insan bağlamında bize daha bir yakınlık duyacaktır.

Bunun peşi gelmeli. BUHARALI ŞEYH ŞÂKİR, GACAROĞLU AHMET EFENDİ, DURMUŞ ERGÜN vs. İlim-irfan dünyâmızdan hemen aklımıza geliveren bu üç isim, iyi bir başlangıç olabilir. Kültür, Edebiyât, Sanat, Basın ve Folklor vs. ile ilgili diğer isimler de ayrıca tespit edilir. Onlar için de ayrı programlar düzenlenir. Bunlar, şahıslar bazında, şehir kültürünün oluşmasına katkı sağlarlar. Toplumsal, kültürel hayâtımızın işâret levhalarını oluştururlar. Ortaya çıkanların toplamı, şehrin kimlik ve kişiliğini oluşturur.

Yaz tâtili, eğitimcilerimiz ve meraklılar için bu anlamda materyâl toplanacak, çalışma yapılacak bir imkân zemîni olabilir. Eylül sonrası yeni eğitim, kültür çalışmaları ve bu anlamda atak noktasında omuz verici gayretlere bizim, gençlerimizin ve toplumumuzun ihtiyâcı var.

Bu çerçevede yapılacak büyük, küçük tüm çalışmalara sayfalarımızın açık olduğunun da bu vesîleyle bilinmesini istiyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selâmlıyoruz ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

15.06.2010


Mar`12
26
UZUNİSA-EYMÜR YILDIRIM HATTI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

UZUNİSA-EYMÜR YILDIRIM HATTI

Geçtiğimiz Pazar günü köye giderken, Karadeniz-Akdeniz yolu çalışmalarının son sürat devam ettiğini gördük. Ama, Dedeli Viyadüğü, yapılalı çok olmasına rağmen hâlâ trafiğe açılmamış. Sanırım, orada bir problem var. Bâzı evlerin duruşu öyle gösteriyor.

Çavuşoğlu Sapağı’ndan öteye de genişletme çalışmaları başlamış. Katırcıoğlu, Yemişli, Uzunisa, Dedeli yol boyunda örneklerine bol miktarda rastlandığı gibi burada da çok yerlerde kazılar evlerin balkonuna dayanmış ki, gelip-geçene bile rûhî sıkıntı veriyor. Vicdanını rahatsız ediyor!

Vatandaş olarak köylerde dahî evlerimizi dar yerlere yapmaya, işi sıkıntıya getirmeye meraklıyız. Sanki şehrin en göbeğinde bir arsa mübârek! Çıkmaz sokak gibi, ya da gürültüden başın ışımayacak yerlere konaklayacaksan, köye ev yapmanın esprisi ne?

Bu insanlara zamânında buralardan yol geçeceği illâki söylenmiştir. Gel gör ki, “ev yaparsam yol geçiremezler; yerimin, hiç olmazsa birazını kurtarırım” düşüncesi, işte böyle sürüncemeli bir noktaya getiriyor bizi. Ellerin köylerinden, memleketlerinden geçen geniş yolları anlata anlata bitiremiyoruz; ama iş bize gelince, evimizi bir-kaç metre daha içeriye götüremiyoruz!

Şimdi, ya evini yıkacaksın, ya da, balkonuna sürter gibi geçen, camları zangırdatan, tası-tabağı cangırdatan vâsıtaların tozuna-nazına, sazına-cazına katlanacaksın! Bir gün de,  uykunun en derin yerindeyken duvarına toslayıp da seni havaya zıplatırsa kızmayacaksın. Adam ne demiş; “denizden ne çıkarsa yerim!” İşte böyle; o zaman, nasîbine çıkana îtiraz etmeyeceksin!

Köye vardığımızda ilk işimiz bu sezon kendi ellerimizle diktiğimiz fidanlara bakmak oldu çocuklarla. Derken o arada, harman boyunda çilekleri gördük. Bir, iki derken, çocuklar ocaklar arasında dağılıp gittiler. Oraydı-buraydı falan, bayağı yekûn teşkil etti toplananlar. Çocuklar o civarda bir tabaktan fazla köy çileği toparladılar. Arada, ağızlarına attıkları hâriç! En küçüğümüz Yûsuf Kerem, tabaktan da yemeğe kalkınca engel olundu tabiî:

Ama, anne, toplayın, sonra yine siz yiyeceksiniz dedin ya!

Tamam, sözümdeyim; ama reçel olduktan sonra!

Köy gerçekten bolluk-bereket. Her ne zaman gitsek, çiçekleri, yaprakları, cıvıltıları ve temiz havası yanında mutlakâ somut bir şeyler de ikram ediyor bize. İşte dutlar olmuş! En çok, geçenlerde babamın teneke içerisinde getirdiği salkım duta hayret ettik. Daha bir ay olmadan, şimdi meyvesi var. Kıpkırmızı. Tadına baktık; ekşimtırak! Demek ki cinsi böyle.

Bir dut daha var. O bildiğimiz normal parmak dut. Karadut aynı zamanda. Gelecek haftaya yemezseniz, peşinizden yollara dökülür! Kirazdı, vişneydi, erikti derken; işte fındık. Ondan sonrası zâten saymakla bitmez. Külliyen hasat mevsimi.

Çilek toplaya toplaya harmanın yukarılarına, bizim evin bulunduğu Azaklı Dağ dediğimiz tepeye vardık. Bir de ne görelim; orada, köy câmimizin bir hoparlörünü bizim tepeye dikilen direğe taşıyan telefon kablosu paramparça. Direk te; tâbiri câizse çii-parça olmuş! Aslı çiğ-parça mı, çığ-parça mı; onu da bilemiyorum. Dilbilimcilere havâle ediyorum!

Her neyse, mübâlağasız, 50 m. çapında civâra, ocakların arasına, dallara irili-ufaklı parçalar hâlinde dağılmış. Biraz ileriye gittik, öbür direk te aynı şekilde. Sonra öğrendiğimize göre, 1,5 km aşağıdaki câmiden gelen kablo ve direklerinin, bizim taraftaki yarı bölümü tamâmen aynı şekildeymiş. 10 gün kadar önce yıldırım atmış.

Hani, ne derler; KORKAN ALLÂH’TAN KORKSUN! Sen ne olursan ol, nerede olursan ol, hangi makâma, mevkîye gelirsen gel, hangi rakama ve rakıma yükselirsen yüksel HADDİNİ BİL! Neyin varsa, hepsi de Allâh’ın elinde! Ol der, olursun, öl der ölürsün! Bu kadar basit! Ben ve yâ sen, ya da o, her kim olursa, ona, -anlayacağı dil her neyse ondan- demek gerekir ki; Ey kardeş! Kıllığı bırak, kulluğa gel! Bu bir kardeşlik borcudur aynı zamanda.

Direkleri fotoğrafladım. Lâkin, dehşeti yansıtması mümkün değil. Yûsuf’u da kareye aldım. Parçalanan direkten fırlayan, kablosu dahi çözülmüş fincanı eline almak istemedi, korktu. Çarpar diye düşündü. Manzaradan etkilenmiş olmalı.

Döneceğimiz zamanlara yakın ALTUN TEYZE’ye gittik. O bizi sever ve hep görmek ister. Biz de onu severiz. Eskilerden anlattırırız. Eskiden ineklere, danalara, atlara, eşeklere verdikleri isimleri bile anlatsa yeter bize! Sonra, torunlarına çay yaptırtır. Yanında da Yokuşdibi dürmesi veyâ fasülyesinden turşu oldu mu, değme keyfine gitsin. Ama, hepsinden önemlisi, tatlı dil, güler yüz. Rabbim selâmet versin!

Köyden dönerken radyoda Mahmut Esat COŞAN Hocamız ÜÇAYLAR’ı anlatıyor: “RECEP Allâh’ın ayı; bol TEVBE edelim. ŞÂBAN Peygâmberimizin ayı; bol SALAVÂT getirelim. RAMAZAN zâten bizim ayımız; ümmetin ayı, rahmet ayı. Kısaca, Recep EKİM, Şâban BAKIM, Ramazan BİÇİM, yâni hasat ayı. Hepsini de iyi değerlendirelim” şeklinde konuyu özetliyordu.

İnşâllâh diyor, ÜÇAYLAR sürecinin bizlerin ve Muhammed Ümmeti’nin, ülkemiz ve tüm İslâm Âlemi’nin hayrına tecellî etmesi ve siyâsî, kültürel, ekonomik her anlamda bereketler getirmesi dileğiyle, siz sevgili okurlarımıza selâm, sevgi ve saygılar sunuyorum ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

14.06.2010 
 


Mar`12
26
BEKİR BERK DEYİNCE..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

“BEKİR BERK” DEYİNCE…

Bugün Bekir BERK deyip yola düşseniz ve rast geldiklerinize, “bu, yan yana gelmiş iki kelime size neyi hatırlatıyor?” şeklinde bir soru sorarak dolaşsanız, tahmin ediyorum ki insanların kâhir ekseriyeti, “o da ne, nasıl şey ki?” der gibi bakacaklardır yüzünüze. Onun, bir insan adı olup-olmadığı tereddüdü bile depreşebilecektir zihinlerde!

Çünkü, ülkemizin tanıdığı, hattâ dünyâ kültür çevrelerince hiç olmazsa ismen tanınan bu şahsiyet, ne yazık ki, kendi doğum yeri olan Ordu’da, neredeyse hiç bilinmez. Çünkü tanıtılmamıştır. Böyle bir kültürel tezâhür söz konusu olmamıştır. Burada bir ihmâl varsa bu hepimizindir. Tanımayanlarda değil, tanıyıp da, insanlara tanıtmayanlardadır noksanlık.

Hâlbuki, ülkemiz bir mazlum ve maznun insanlar diyârıdır. Bin yıllık İslâm hizmetkârlığı, dünyânın yeni efendilerince cezâlandırılmak istenmiş; bu zulüm projesi, ülkemize el altından tensip ettikleri güçlerce de en şiddetli bir şekilde uygulamaya konulmuş.

Kânun, hak, hukuk hiçe sayılarak keyfî bir şekilde sergilenen zulümler milletimizin bağrında onulmaz yaralar açmış. Yüreğini dağlamış. Sâdece anası değil, yedi ceddi ağlamış!

Milletin cihan harplerinde, üç kıtâda, onlarca cephede, istiklâl savaşında yaşadığı çileler, yorgunluklar yetmemiş, bu defâ da kendi içinde, içindeki beyinsizler eliyle hırpalanmaya çalışılmış. Âileler parçalanmış, nesiller mahvolmuş. Toplum yapısı tepeden tırnağa tepetaklak edilmiş. Yeni sevdâlara düşülüp, yeni yollara gidilmiş, yeni yeni yokuşlara sürülmüş, kaşlardan-bayırlardan uçurumlara fırlatılmış, yarlara atılmış!

Mazlûm halkımız inançlı, kararlı ama, bir o kadar da yoksul ve çâresiz. Şaşkın. Ne yapacağını, nereye gideceğini, derdini nereye ve kime yanacağını bilemiyor. Aynı zamanda kimsesiz ve savunmasız. Gittikleri yerlerde, derdini dinleyen, hâlinden anlayan yok! Anlayacak olanlarla da, yan yana gelmesine bile fırsat verilmiyor. Hem gece, hem gündüz; müthiş bir tâkip söz konusu.

Suçlanman için kitap okuman yeterli. Hayır hayır, evinde kitap olması bile yeterli. İstersen hiç okuma. Kafaya koymuşlar ya bir kere; bahâne kıtlığı mı var? Bir şekilde bir şeyler buluyorlar.

Her neyse; sizin anlayacağınız, ceberutlar meydanı boş bulmuş; zulümlerini her anlamda hoyratça ve pervâsızca uyguluyorlar ve durmaksızın, büyük bir aşk ve şevkle sürdürüyorlar. Haçlıların, asırlardır biriken kinlerinin öcünü, kendileri eliyle aldıklarının farkında olamayacak kadar sâfiyâne bir içtenlikle ve acımasızca yerine getiriyorlardı uhdelerine tevdî edilen görevleri.

Tâ ki, Bekir BERK adında, soyadının taşıdığı anlamda ŞİMŞEK gibi bir avukat, bir savunma kahramanı piyasaya çıkana kadar. Adam, hakîkâten ŞİMŞEK! Sâdece risâle dâvâları değil, İslâm adına her kimin tutuklandığını duysa, hemen soluğu orada alıyor.

Hücrelerde çâresizlikten, sâhipsizlikten, açlıktan, susuzluktan, ümitsizlikten bitme noktasına gelmiş insanlar, kendileri için gelmiş, -ziyârete bile olsa- korkmadan, çekinmeden gelebilmiş bir insanı karşılarında görünce şaşırmayıp ta ne yapsınlar? Hele, bu insanın bir de, kendisini savunmak için yüzlerce km. yol kat edip gelmiş bir avukat olduğunu düşünün! Oradaki sevinci, mutluluğu hayâl edin!

Öyle ya, avukat ne? Kim görmüş o târihlerde? Kim, niye tutuklandığını tam olarak biliyor mu ki her şeyden önce? Kimin aklı eriyor avukat tutmaya, aklı erse nerde bulacak ve de hem aklı erse cebi erecek mi? Ama, bu avukat için, MAZLUMLARIN AVUKATI BEKİR BERK için hiç biri önemli değil bunların!

Dağ, taş, dere, tepe, güney, kuzey, doğu, batı tanımıyor bu adam. Kar, kış, tipi, boran engel değil. Kendini, hak dâvâyı savunmaya programlamış ve hedefe kilitlenmiş. Bu uğurda hiçbir şeyi gözü görmüyor! Hiçbir mevhum ya da mutlak âkıbet, onu yola koyulmaktan alıkoyamıyor. Bununla ilgili ilginç hâtıralar, ilgili internet siteleri, kitap, dergi ve gazetelerde bol miktarda mevcut.

Bakmayın yöremizde, yâni kendi memleketinde tanınmadığına. Meğer İstanbul’da her sene anılıyormuş da ondan bile haberimiz yokmuş! Bilgisayara tıklayınca bununla ilgili bir sürü haber çıkıyor karşınıza. Adına düzenlenmiş özel bir internet sitesi bile var!

İnşâllâh bundan sonra, Bekir Berk’i hemşerileri de anacaklar ve bilgisayar sitelerinde ve zihinlerde, BEKİR BERK MEMLEKETİNDE ANILDI başlıkları altında verilecek haberlerle, vefâ ve kadirşinâslık hânesindeki yerlerini alacaklar.

Bu anlamda bu akşam Ensar Vakfı Ordu Şûbesi bir anma programı yapıyor. Sanırım bu Ordu’da bir ilk ve Vakfın yeni yönetiminin de ilk etkinliği olacak. Nereden bakarsanız bakınız güzel bir başlangıç. İnşâllâh bereketlere vesîle olur.  Böyle bir Besmele’nin, Ensar Vakfı’mız ve güzel Ordumuz için hayra alâmet ve aynı zamanda bunun, anlamlı bir tevâfuk olduğunda hiç şüphe yok.

Çünkü BEKİR demek, her şeyde SIDK demek, dâvâda SADÂKÂT demek. BERK demek, ŞİMŞEK demek, YILDIRIM demek, IŞIK demek, merhamete GÖZ KIRPMAK demek. Karanlığın böğrüne saplanan bir HANÇER, zulmetin tâ kâlbine inen bir KILIÇ, zâlimlerin suratında şaklayan bir ŞAMAR, kısaca, Hakka-hukûka, hakîkâte adanmış bir ÖMÜR demek BEKİR BERK.  

Nereden bakarsanız bakın sevgili dostlar; BEKİR BERK, adıyla, sanıyla SIDK-SADÂKÂT, BED ve de BERK-BEREKET; kanı ve de canıyla HAREKET demek.

Mâlum; NERDE HAREKET, ORDA BEREKET!

Hoş geldin üstad. 18. yılda ve zâten hiç yaşlanmamış rûhunla hoş geldin aramıza ey Bekir BERK. Sana çok ihtiyacımız vardı. İyi ki geldin. Gençlerimiz seni tanıdıkça ve hepimiz senin hak-hakîkât, adâlet tutkunu ve mücâdele azmini örnek aldığı sürece, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Dâvet edenlere ve emek verenlere teşekkürler. Hepimiz bu akşam Ensar Vakfı’ndayız. Bu vesîleyle, ilk defâ bir araya geleceğimiz yeni Ensar kadrosunu kutluyor, başarılar diliyoruz.

Ayrıca, Ordumuz için de “Bekir BERK’li yeni dönem hayırlı olsun!” diyor,

bu vadîdeki gayretlerin somutlaşarak devâm edeceğine inanıyoruz…

Son söz, son kelâm; Bârekâllâh ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

13.06.2010


Mar`12
26
PARA ARTTIKÇA NE OLUR?
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

PARA ARTTIKÇA NE OLUR?

            Bu gün söz atalarda ve ustalarda. Birkaç da, kırık-dökük ara nağmemiz var…

Bakalım sizler için seçtiğimiz sözler, deyimler ve dizeleri nasıl bulacaksınız?

İşte bizler, işte sizler ve de işte, yararlanacağınızı umduğumuz sözler:

SÖZLER, DEYİMLER, DİZELER:

Büyük insanların ideâlleri, sıradan insanlarınsa hevesleri vardır!

*

Eldeki yara, duvardaki delik gibidir.

*

Ben umarım bacımdan; bacım ölür acından!

*

Utanma bazar, dostluğu bozar!

*

Para arttıkça, para sevgisi de artar!.. UVENAL

*

Göz yummakla gece olmaz. Üflemekle güneş sönmez…

*

Edep öğrenilmeden ilim öğrenilemez!

SÜFYÂN-I SEVRÎ

“Baş, dil ile tartılır.” “Bülbülün çektiği dili belâsı”

*

Dil söyler, saklanır; baş, belâya katlanır!

*

Lâfını bilmeyen hödükler, sönmüş ateşi körükler!

*

Ağızdan çıkan, başa değer!

*

Ayı yoğurdu yer; maymun yüzüne çalar!

*

Horozu çok olan köyün, sabahı geç olur!

*

Elin yanında eşeğin kuyruğunu kesme; kimi kısa der, kimi uzun!

*

Çalışanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar.

Çalışmayanlar ise, kendilerini kötülükten kurtaramazlar!

Hz. ALİ (kv)

Bir hakîkâti savunurken, ona önce kendimiz inanmalıyız.

Sonra da, başkalarını inandırmaya çalışmalıyız.

Hz. ALİ (kv)

Maddî hayattan hoşlananlar, deniz suyu içenlere benzerler.

İçtikçe susuzlukları artar. M. ARABÎ

Borç, köle olmanın başlangıcıdır. Victor HUGO

Hayâtımdaki bütün hatâlarım ana terbiyesi görmeyişimdendir.

Şefkâtin en büyük âmili analardır. J.J. RUSO

Tuzağa saçtığın tâneler cömertlik sayılmaz ki!  MEVLÂNÂ

Kurdun elinden çobanlık gelmez!  SÂDÎ

İyi bir gezginin amacı bir yere varmak değildir. LAO TZU

İSTİKÂMET

Yardım eyle Yâ Rabbi, bırakma bana beni

Koşturma yâdellerde, râm eyle sana beni

Aldatmasın yıldızlar, şaşırtmasın yaldızlar

Yürüt hep hakîkâtten, doğrudan yana beni…

N.K.

Hiçbir olağanüstü durum, gelişme, gerekçe ve sebebin bizleri, aslâ ve aslâ,

Hak ve hakîkâtten ayıramayacağı bir şuur ve kararlılıkla yaşayabilmemiz,

ve gerçek bir kul olarak, ak alınla huzûra gidebilmemiz dileğiyle ves’selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

11.06.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 65 66 67 68 69 [70] 71 72 73 74 75 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4591)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...