Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4609042
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.71.254.142
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
ÇAMBAŞINDA BİR PAZAR
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ÇAMBAŞI’NDA BİR PAZAR

Hafta sonu Çambaşı Yaylası’na gittik. Yollarda genişletme ve yenileme çalışmaları son hızıyla devam ediyor. Kimse, “çalışılmıyor” diyemez. Yerleşim yerlerindeki güzelleşme ve belediyelerin çalışmaları gözden kaçacak gibi değil. Özellikle Yokuşdibi, Turnalık, Çambaşı, bir el değmişlik alâmetlerini belli ediyor.

Obalar da çok güzel. Vatandaşlar olarak da artık, her şeyimize daha bir özeniyoruz. Evlerimiz, bahçelerimiz, yollarımız, bağlaklarımız daha bir düzenli-takanlı. Bunu fark etmemek mümkün değil. Hele, bizim gibi seyrek gidenler için her şey âşikâr.

Biz, sabah erken çıktığımızı zannederken, daha Gıligıli Çeşmesi’nde karşıladı bizi, kalabalık manzaraları. Turnalık’tan sonra çeşmeye yakın meydanların arabalarla ve kahvaltı sofralarıyla dolu olduğunu gördük. Susuz Obası’nın oradaki Çakırak Çeşmesi’nin etrafında, bir araba daha girecek yer kalmamıştı.

Sabah pırıl pırıl bir hava vardı. Kabalak, Çambaşı’nın hemen berisinde çok şirin bir oba. Şimdi göleti de var. Hemen içinden dere geçiyor. Karşı yamacındaki karlar henüz tamâmıyle erimiş değil. Daha doğrusu, son bir-iki, nümûnelik kar kürtüğü var. Obanın kıyısından Çambaşı’nın girişine kadar karların eteği sıra güzel bir koruluk da mevcut. Daha ne olsun. Hava mis. İnsanlar da bu fırsatı kaçırmamışlar. Âilece kahvaltı yapıyorlar ağaçlar ve su şırıltıları arasında. Ne güzellik, ne mutluluk.

Çocukluğumuzda, her sabah hayvanları ahırdan alıp da, yayılmaları, yâni, otlamaları için bıraktığımız, o zamanlar ağaç kütüklerinin de yığılı olduğu, şimdi ise tamâmen yerleşim yeri hâline gelen Mezarlık Boğazı’nı dönüp de Çambaşı karşınızda gözükünce, arkada fon oluşturan, alacalı-bulacalı kar kütlelerinin, dalmaçyalıları akla getiren manzarasıyla birlikte yaylanın büyüsüne kapılıyorsunuz.

Eskiden köy okulları çarşıdakilerden çok daha önce dağılırlardı. Okul dağılır dağılmaz âilece yaylada alırdık soluğu. Göç pikapla giderdi. Hayvanları da Gümüşlük, Oluklu yolu üzerinden yaya olarak götürüp-getirirdik. Fındık mevsimine kadar üç ay bilfiil yayla yapardık. Kur’an’ı, 7 kardeş hepimiz de yaylada öğrenmişizdir. Şimdi, yılda bir kez, bir günlüğüne de olsa varıp dönebilmeyi kâr biliyoruz.

Her neyse; asfalttan ayrılıp, Gümüşhâneliler Mahallesi olarak tanımlanan tarafa döndük. Son virajı dönüp evle karşı karşıya geldiğimizde babamla annemin evin yanlarında bir şeyler yaptıklarını gördük. Onlar, dünden gelmişlerdi. Son bir aydır her hafta sonu gidiyorlar. Bizimkisi, bizim için de onlar için de sürpriz oldu bugün.

Annem, hava güzel olduğu için evde ne varsa günlemek, yâni havalandırmak için dışarıya atmış. Babam da, tırpanla evin etrafındaki otları biçiyor. Eskiden ot olması mümkün değildi. Hayvan çoktu. Hazırı da bizim hayvanlarımız için gerekiyordu. Kovuşturmakla baş edemiyorduk. Şimdi ottan yollar bile yürünmez hâlde. Dolayısıyla behemehâl biçilmesi gerekiyor.

Biraz çalıştıktan sonra babam ve oğullarımla çarşıya indik. Yeni câmi çok güzel. İmam arkadaşımız da yeni ve daha çok genç. Sempatik ve yaşından olgun bir duruşu var. Fatsa, İslâmdağ’dan. Hâfızlığını da orada yapmış. Namazın peşinden salâ verildi. Giresun tarafındaki obalardan birinde adam, oğlunun düğününde jeneratör çalıştırırken cereyana kapılıp ölmüş. Namazı ikindiden sonra kılınacakmış. Çarşıda denk geldiğimiz, Fen Lisesi Öğretmeni Mürsel KARAHASAN’ın komşusuymuş. Cenâze için gelmiş. Köyle yakın olduğu için mezarlıkları yayladaymış. Allâh rahmet eylesin. Evlâtları ve yakınlarına da sabır versin. Her iki âlemde de saâdetler ihsân eylesin. Âmin.

Öğleden sonra evdekileri de alarak, hep berâber çarşıya indik. Gelmeden önce, güneşe rağmen düşen bir-kaç damla bize dışarıdaki her şeyi toplattırmıştı. İyi de öyle oldu. Çünkü, biz çarşıdayken, ikindiye yakın bir fırtına koptu ki, sormayın! Derken dolu düşmeye başladı. Her taraf, kar yağmışçasına bembeyaz oldu. Arabanın içine büzüştük. Sanki yukardan dolu değil de çakıl yağıyor. Öylesine iri ve sert. Gök te gürlüyor bu arada. Karşı yakalardan kamçı şaklatmasına benzer yıldırım sesleri geliyor. O an için insan kendisini öylesine çâresiz hissediyor ki! Kelime-i tevhit okuyoruz, salavâtlar getiriyoruz. Bize, kendisini bildirene, Rasûlünü tanıtana çok şükürler olsun.

Asıl görülecek manzara; daha 15-20 dakîka öncesine kadar orda-burda her hâliyle pervâsız, kabadayıcasına yürüyen, lüksler içerisinde, benliklerine mağrur havalı havalı dolaşan insanların, arabalarına atlayıp kaçışlarıydı ki, hakîkâten ibretâmizdi. Taksinin içinde beklerken, bir ara, kırmızı arka ışık zincirinin Mezarlık Boğazı’na kadar vardığını gördüm.

Ve dedim ki; KORKAN, ALLÂH’TAN KORKSUN! Rabbim herkese, haddini bilme, kulluğunu bilme, duruşunu, varışını bilme şuurunu ve uyanıklığını versin! Kendisini, bir şey sanıp, havalanıp da, -şeytan misâli,- gururun, kibirin ateşine yananlardan eylemesin!

Sevgili dostlar! İşte yine yerimiz bitti. Yaylayla ilgili ve bağlantılı olarak vurgulamak istediğimiz bir diğer konuyu, bir başka yazıya bırakmak durumundayız. İnşâllâh diyoruz.

Ve diyoruz ki, bizim gidişimiz hem bizler, hem de anne-babamız için ilaç gibi geldi. Çok güzel bir gün geçti. En güzeli de, dönerken onların hayır duâlarını almak, memnûniyetlerini hissetmek oldu.

Rabbim, cümlemizi, güzelliklerin farkında olanlardan, güzelliklere güzellik katmaya çalışanlardan ve anne-babası, akrabâları, komşuları, din kardeşleri ve tüm hakşinâs insanlarla berâber, hasetsiz-fesatsız güzel güzel geçinerek, hem dünyânın, hem de âhiretin güzelliklerine ulaşanlardan eylesin ves’selâm…


ORDU HAYAT GAZETESİ

22.06.2010


Mar`12
26
ŞEHİTLERİN KANINDA GEMİ YÜZDÜRMEK
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ŞEHİTLERİN KANINDA GEMİ YÜZDÜRMEK!

Söylemesi, demesi, haberleştirmesi kolay.“Vatan-Millet-Sakarya, Şehid” de güzel edebiyât!

Ama, gel sen bunu bir de şehid analarına, babalarına, çocuklarına, eşlerine ve yakınlarına sor!

Yüreği gerçek sevgilerle yananlara, gece-gündüz, insanlarımızın mutluluğu için koşanlara sor!

Her fırsatta, bu şehitler diyârı ve evlâtları için duâ ederken, gözyaşları dolup taşanlara sor!

Kimsenin burnu kanamasın, yüreği yanmasın; eşler, çocuklar ağlamasın diye didinenlere sor!

Mehmet Âkif merhûmun“Dicle’nin kenarında bir kurt kapsa bir koyunu,

Gelir de Adl-i İlâhî Ömer’den sorar onu!” beytinde ifâde ettiği türden bir

hassâsiyetle canhırâş ve cansiperâne çalışan, hizmet kat sayısını artırmak için coşanlara sor!

Rabbim cümlesine, cümlemize, yürek yanığı miktârınca sabır ve tahammül versin… Âmin…

Samîmiyetinde şüphe olmayan yönetici ve askerlerimize de metânet ve ferâset ihsân eylesin.

Hepimize yaşatılan bu olumsuzluklar karşısında, müsebbiblerle berâber, gülerek sevinenlere,

eğer bu hıyânetlerinden kaynaklanıyorsa CEBBÂR ve KAHHÂR ismiyle muâmele eylesin!

Sebep eğer gafletse, Yüce Mevlâ akıl-fikir versin, hidâyet nasîp eylesin! Başka ne diyelim?!

Sırf muhâlefet duyguları ve oy kaygılarıyla şu olaylara fırsat gözüyle bakanlara ne denilebilir?

Hepimizin selâmeti adına canını veren şehitleri, kendi iktidarlarının basamağı olarak görmek,

onların kanı üzerinden gemisini yüzdürmeye çalışmak hangi vicdanın kabul edeceği bir iştir?!

Ki, siz iktidara gelince bu işi nasıl çözeceğinize dâir elinizde hiçbir plân, proje, formül yok!

Sâdece, bu iktidar yanlış yol üzerinde, süreci hızlandırdı kabîlinden yuvarlak söylemler!

Peki sen ne yapacaksın? Gerekeni yapacağız! Diyelim ki öyle; garantisi ne? Bu hükümetin yapamayacağı şeyi, mevcutlardan herhangi birinin yapacağına samîmiyetle inanan var mı?

ERDOĞAN’ın yapamadığını BAHÇELİ ya da KILIÇDAROĞLU mu yapacak?

Siz buna hakîkâten inanıyor musunuz? Allâh rızâsı için, lütfen söyleyin; objektif olun!

Yaklaşık 10 yıldır iktidarda, artık tüm bürokrasiyi ve memleketi köşe-bucak tanıdı, biliyor.

Sen iktidara gelip, ortalığı tanıyana kadar, eğer PKK’ysa ülkeyi baştan aşağı kana boyar.

Ama, derseniz ki, bizim ERGENEKON kültürümüz var. Hattâ,  ERGENEKON’umuz var! Bir şekilde bu işin içinden çıkarız! Bu işler bizim işimiz. Bizimkilere der; olayı durdururuz!

Siz iktidara gelirseniz belki şu olur: Türkiye ile uğraşmaktan vaz geçerler! NİYE Mİ?

Onların menfaatlerine uygun davranırsınız. Onların dediğini yaparsınız. Olur, biter!

Şunu demek istiyorum: Siz de biliyor ve îtirâf ediyorsunuz ki, bu Amerika’nın bir oyunu.

Amerika demek istiyor ki; ya benim politikalarıma paralel hareket edersin, ya da gidersin!

Senin bu yaptıkların benim İsrâilimi, has evlâdımı endîşelendiriyor! Bunâ müsâde edemem!

Kusura bakma! Hizâya gel! Hizâya gelmezsen biz adamı hizâya getirmesini biliriz!

Sizler, doğuştan hizâda olduktan sonra, kan bir süre daha durur; ama ya daha sonra?!

AMERİKAN EMPERYÂLİZMİ dersiniz, TÜRKLÜK GURUR ve ŞUÛRU dersiniz,

ama, siyâsî ya da ekonomik menfaatler uğruna, dayatma politikaların emrine girersiniz!

Halkçılıksa, Milliyetçilikse; AkPARTİ’den daha Halkçısı ve de Milliyetçisi var mı?

Şu, halka götürülen hizmetlere bakınız. Hangi birini anlatalım? Hem, konumuz bu değil.

Gerek duyulursa yazabiliriz de uzun uzun; ama, vatandaş görüyor, biliyor ve bizâtihî yaşıyor.

Türk İlleriyle münâsebetlere ve Türk Dünyâsına yönelik kültürel çalışmalara bakınız.

Muhtemel bir başka iktidarın, mevcut hizmetleri koruyabileceğinden dahî şüphe duyuyoruz.

MESELE ŞU: Düğmeye dıştan basıldığı noktasında dost-düşman herkesin müttefik olduğu,

dostların kaygıyla, düşmanların ve onların yerli iş birlikçilerinin sevinçle karşıladığı, bu, bir nevî dayatma olan bilinçli EYLEMLER  karşısında pes mi edeceğiz; yoksa diretecek miyiz?

Diğer bir ifâdeyle, düşmanın tehditlerine boyun mu eğeceğiz, yoksa dik mi duracağız?

Bize yakışan, bize göre olan hak bellediğimiz kendi yolumuzda, tâviz vermeden gitmektir!

Başkalarının dayattığı yollara râzı olanların kendi geleceklerine ulaşma şansları yoktur.

İnanıyoruz ki Rabbimiz, hep olduğu gibi yine, güzel yurdumun ve onun güzel insanlarının yardımcısı olacak, istiklâlimizi tamamlayacak nihâî muvaffakiyet, dönüp-dolaşıp gelerek,

 Anadolu’nun taşına-toprağına sinmiş, şehitlerin kardığı o asil rûhun evlâtlarını bulacaktır.

Duâmız, dâvâmız, inancımız bu. Aklımıza takılan yerler varsa da, çıkar yol burada.

Rabbim, millete, memlekete, insâniyete samîmiyetle hizmet edenlerin yardımcısı olsun.

Şu veyâ bu gerekçelerle fitnelik, fesatlık, hasetlik yapanlara fırsat vermesin ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

21.06.2010


Mar`12
26
KURANLA TÂTİL ARASI; GERÇEK BİR GÖNÜL YARASI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

KUR’AN’LA TÂTİL ARASI;

GERÇEK BİR GÖNÜL YARASI!

Bizler millet olarak hepimiz, komple, Müslüman değil miyiz –elhamdülillâh- sevgili dostlar?

Bir zamanlar %99 denir; en kötümser ihtimâl, %90 olarak telâffuz edilir değil miydi?!

Bu anlamda, yüzde olarak, Müslüman nüfus oranı en yüksek ülkeyiz yanlış hatırlamıyorsam.

Demek ki, beriden öteye, yukardan aşağıya silme müslümanız; adımız belli, yerimiz belli!

Hattâ, bin yıl fiilî bayraktarlığını yapmışız İslâm dâvâsının; hâlâ bu iş, yine bizim uhdemizde!

Uygar denilen ülkeler bir uygarlık tutturmuşlar gidiyorlar; ama nereye, onlar da bilmiyorlar?!

Parıldar gibi gözükenler sâdece teknolojinin yanılsamaları; yalancı ışıklar, geçici yakamozlar!

Parlak ışık oyunlarıyla oyalanıyorlar; Hakkın boyasından habersiz yalanlarla boyalanıyorlar!

Biz ne güzel, ne şanslı milletiz böyle! Rabbimiz bize kendini bildirmiş, hak yolunu göstermiş!

Âlemlere rahmet olarak gönderdiği sevgili elçisiyle tanıştırmış, onun dostlarıyla buluşturmuş.

Milletin-memleketin, dînin-diyânetin, en güzelini, târihin-coğrafyanın en şereflisini lûtfetmiş!

Eğri oturup, doğru konuşalım; şu çevremize bir insaf gözüyle, hakîkât gözlüğüyle bakalım?

Noksan olan ne var? Topraksa, toprak; denizse deniz, havaysa hava, suysa su, yeşilse yeşil!

Ne ekiyoruz da bitmiyor? Arabalar hangi tarafa gitmiyor? Nelerimiz nelerimize yetmiyor?

Hemen mızmızlanmayalım lütfen! Bir noksanlık varsa, bunlar tamâmen bizim hatâmız!

Şu toprak bizi beslemez mi, şu iklim, şu yayla, şu imkânlar, şu bereket hepimize yetmez mi?

Biz çalışmıyorsak, birbirimize hak tanımıyorsak, bencilsek, zâlimsek kabahat kimde?

Bir de doyumsuzsak, kimseye hak tanımadan; bütün dünyâ bizim olsun demeye getiriyorsak!

Çevremiz de hakkına aslâ râzı olmayan, hırslı, hoyrat, tecâvüzkâr insanlardan oluşuyorsa!

Ve, birbirimizi üzmek, ağzının tadını bozmak için elimizden geleni ardımıza koymuyorsak!

Kısaca, madden geçinemiyorsak ve de birbirlerimizle de bir türlü geçinemiyorsak, suç kimde?

Hâlbuki, Allâh’ın dînine uysak, bencilliklerden arınsak, haklarımıza râzı olsak, bunlar olmaz!

Çok kazanan yine olur ama, fakiri gözetir. Zekâtını, öşürünü verir, ilgilenir; dengeler kurulur.

Her kes işinde-gücünde, birbirine ve haklarına saygılı bir şekilde, kardeşâne yaşar gider.

Etraf, dünyâyı birbirine zindan etmek isteyen insanlardan oluşuyorsa, hiç şansınız yoktur.

Dünyânın neresinde olursanız olunuz; mutluluğu yakalama imkânınız kalmamıştır.

Evet, söz nereye gelecekti; çocuklarımıza elbetteki, biricik servetlerimize, göz nurlarımıza!

Vilâyet çapında, 150 bine yakın çocuğumuz karne aldı, yapılan açıklamalara göre.

Yavrularımızın tâtilleri hayırlı olsun. Onların güzelliklerine güzellik katsın inşâllâh!

Çok çeşitli okullarda belki 50’nin üzerinde ders çeşidi var çocuklarımıza öğretilen.

Fakat görülen ders listelerinde Kur’ân-ı Kerîm yazan kaç karne var bunların içerisinde?

İmam-Hatip Liseliler hâriç -ki onlar da devede kulak denilecek 2-3 bin kadar- hiç ve aslâ yok!

Kur’an ne; Allâh’ın kitabı?! Kime gönderilmiş; bize? Niçin, bizim mutluluğumuz için?

Peki, biz bunu çocuklarımıza öğretiyor muyuz? Eh, işte, bir şeyler yapmaya çalışıyoruz!

Peki, niye gevşek tutuyoruz bu işi? Biz Allâh’a, O’nun kitabına güvenmiyor muyuz?

Niye onu okullarımızda öğretmiyoruz? Hattâ, derslerin en başına koymuyoruz?

Allâh’ın kitabı buna lâyık değil mi? –Hâşâ!- Yoksa, belki de biz buna lâyık değiliz değil mi?

Evet sevgili dostlar; biz ve çocuklarımız henüz bu bahtiyârlık noktasına gelebilmiş değiliz!

Ne güzel, yıl boyu, diğer dersler gibi, mukaddes kitabımızı okuyup öğrenmek varken; şimdi,

Onu tâtille sâhil arasında çözmeye çalışacağız. İki arada bir deredeyiz! Sâhi, biz neredeyiz?

Sıcakta ders olmaz diye, hasat mevsimi diye, gezmeye-tozmaya müsâit diye yaz aylarını,

ne yapmışız, tâtil yapmışız?! Hadi gel de Kur’an öğret bakalım, ne kadar öğreteceksin?

Bu kadarına da şükür diyeceğiz ama, neden? Neden, benim biricik mutluluk sebebim,

Güzel Rabbimizin,  en güzel kıvam ve şekilde yarattığı biz Âdemoğulları için gönderdiği, kitapların, gerçeklerin, yolların en güzeli olan kitabımızı, biricik hakîkât güneşimizi,

niçin kaçak-göçek, kıyıda-köşede, molada tâtilde öğrenmek durumunda kalıyoruz?

Bu okullar gâvur parasıyla mı yapıldı? “Sen ne diyorsun beyefendi?” dediğini duyar gibiyim!

Evet, diyorum ki, bu çok gülünç; millete ve onun çocuklarına zulümden başka bir şey değil.

“Eski köye yeni âdet mi getirmek istiyorsun, derdin ne?” diye bir soru gelebilir aklına.

Ama, adet yanlışsa, eski, yeni fark etmez. Fikrimi söylüyorum sana. Bir vebâli hatırlatıyorum.

“Takdir senin!” diyorum ama, gerçekten senin mi, onu da tam olarak bilmiyorum doğrusu! Çünkü , takdir gerçekten senin olsaydı, sen bu işi böyle yapmazdın diye düşünüyorum.

Bize, bu koskoca, asıllı, asâletli millete, ne akıl almaz şeyler yutturulmuş diye düşünüyorum!

Yanlış mı düşünüyorum? Doğru mu düşünüyorum? Düşünüyorum ya; burası önemli!

Ne demiş filozof: DÜŞÜNÜYORUM; ÖYLEYSE VARIM!

En iyisi biz de var olalım efendim, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

20.06.2010


Mar`12
26
BABALAR ve ÇOCUKLAR
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BABALAR ve ÇOCUKLAR

Bilmem, “BABAM ve OĞLUM” adlı, başrolünü Çetin TEKİNDOR’un olağanüstü bir şekilde oynadığı filmi gördünüz mü? Bu film, ülkemizde Baba-Oğul arasında sergilenen gelenekselleşmiş acımtırak tavırları nazara getiren çok gerçekçi bir eser. Etkilendiğim, çok gerçekçi bulduğum nâdir filimlerden.

Mâdem, babalar günü falan diye bir şeyler var. Gündemimizin kenarlarında dolaşıyor. Benim buradan, bu anlamda, bu vesîleyle yapacağım ilk tavsiye, bu dramatik filmin izlenmesi, kendi durumlarımızın da bu aynada gözden geçirilip, yeniden dizayn edilmesidir.

Baba kelimesi her zaman gücün, kuvvetin sembolü olmuştur. Bu başta âilede böyledir. Nitekim, bir sözde şöyle der: “Baba, koruma ve yardımın, anne şefkat ve sevginin sembolüdür. Lâ Edrî”

Lâkin, âile dışında kazandığı anlam îtibârıyle de baba yine kuvvete delâlet eder.  Kısaca siyâsetteki baba imajı ve baba filimlerini hatırlatmak bu gerçeği ispat için yeterli olur sanırım..

Nereden bakılırsa bakılsın, hem anne, hem de baba, çocuklar için hem maddî, hem de mânevî anlamda bir güçtür. Sevgi ve güven kaynağıdır. Her şeye bir düzen getiren dînimiz de, topluma ve âileye atfettiği önem bağlamında ebeveyn ve çocuklara ayrı ayrı misyon yüklemiş, görev ve sorumluluklar vermiştir.

“Allâh’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa,  yolcuya ve

mâliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın…” (en-NİSÂ, 36)

Allah indinde en faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır, sonra ana-babaya iyiliktir.  HADÎS-İ ŞERÎF

Babayla ilgili özel olarak da, İslâm Büyüklerimizin çok sözleri vardır. Bundan bir-kaçını da paylaşalım isterseniz:

Babalar, fâni hayatın terbiye vereni, ebedî hayatın sebebidirler. Hz.Ebu Bekir (RA)

*

Babana riayet edersen, sen de oğlundan hürmet ve riayet bekleyebilirsin. Hz.Ali (RA)

*

Baba, âilenin saâdet semasından bir güneştir. ABDURRAHMAN ŞEREF

*

Bir babadan, gücünün ve kazancının üstünde hayâtî kıymetler beklemek,

ana ve çocuklar için hak değildir. Abdurrahman Şeref GüZELYAZICI

Batılı eğitimci, filozof ve düşünürler de, bu konuda çarpıcı sözler söylemişlerdir:

Yaşlandığında çocuklarından bekleyeceğin şey, senin babana yaptığındır. PİTTACUS
Baba olduktan sonra göreceksiniz ki, kendi mutluluğunuzdan çok,

çocuğunuzun mutluluğu ile mutlu olabilirsiniz. BALZAC

Bir baba, yüz evlada bakar da yüz evlat, bir babaya bakmaz!

G.D. ANNUZİO

Babanın erdemleri, çocukların servetidir. Anatole FRANCE

*

Çocuklarınıza ders vermek istiyorsanız bu hiç de gerekli değil; kendinizi örnek gösterin.

Ama sizin gibi olmaları için değil, sizin gibi olmamaları için! Bernard SHAW 

*

Çocukların, nasihatten çok iyi örneğe ihtiyaçları vardır. Joseph JOUBERT
*
*Bir baba, yüz öğretmene bedeldir. George HERBAT

İlk başta anne-babalarımızın çocukları, sonra çocuklarımızın anne-babası oluruz.

Daha sonra anne-babamızın anne-babası, En sonunda da çocuklarımızın çocukları oluruz.

MİLTON GREENBLATT
Unutmayın çocuklarınız sizin değildir. Onları yaratıcıdan ödünç aldınız.

MOHAWK KABİLESİ

Çocukları iyi yapmanın en iyi yolu onları sevindirmektir. Oscar WİLDE
*

Adettir; babanın topladığını oğlu saçar. GOETHE

*

 Çocuklara, babalarının yeteneklerine göre değil,

kendi yeteneklerine göre meslek bulmak gerekir. PLATON
*

A T A S Ö Z L E R İ’ne de yer vermek gerekirse, birkaç örnekle yetinelim:

* Baba ocağı satılmaz; tüttürülür! *Baba, oğlunun fenâ olduğunu istemez.

* Baba sevgisini koru. O sevgiyi kesip atarsan tanrı da senin mutluluk ışığını söndürür!

            Bu günlük de bu kadar. Sevgi, saygı ve sağlıcakla kalalım ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

18.06.2010


Mar`12
26
UZAKLARDAN BİR CUMÂ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

UZAKLARDAN BİR CUMÂ

 

18.06.1990 06.15 Kayrevan

“Bir haftaya yakındır yollardayız. 12.6.1990 günü sabah saat 07.00 îtibârıyle Cezâyir’in başkenti ALGER’den trenle başlayan Tunus gezimiz, SETİF, KASANTİNA, ANNÂBA gibi merkezler üzerinden seyretti. İki günümüz buralarda, yer yer duraklama ve konaklamalarla berâber yolculukla geçti.

14.6.1990 Perşembe (el’Hamîs) günü saat 13.45 sıraları TÛNUS topraklarına ulaştık elhamdülillâh. 18.45’te mahatta’ya (İstasyon) vardık. Burada saatimizi, bir saat ileri almamız gerekiyordu. Trende tanıştığımız Cezâyirli amcanın da yardımıyla hemen bir otel bulduk. Yerleştikten sonra biraz istirahat ettik.

Sabah kalkınca ilk işimiz Türk Sefâreti’ni aramak oldu.

Sefâret görevlisi polis arkadaş yakın ilgi gösterdi sağolsun. “Lâkin, burası ev. Sizinle sefârette ilgilenmek isteriz” dedi ve sefâretin yerini târif etti. Ayrıldık. Sefâreti bulmakta da zorlanmadık. Lâkin, öğle tâtili olduğundan mescid arayışına girdik namaz için. Mâlum, günlerden Cumâ.

Cumâ’ya fazla bir ilgi ve coşku müşâhede etmedik doğrusu. Belki başkent havası böyle. Yeni başkentler özellikle öyledir ya hep. Gözümüz Cezâyir’e alıştığından belki de!

Cumâdan önce üç ezan okundu. Hutbede oturan imam, hutbeyi îrâd etti. Normâl namaz kılındı. Namazdan sonra, bizim hafiyyen okuduğumuz 99 tesbih zikrini onlar cehren ve koro hâlinde okudular. Mescidler temiz ve bakımlı. Suratlar tamâmen matruş! Sakaldan geçtik, bıyıklı insan sayısı bile azınlıkta. Namaz sanki, resmî bir tören yapılmışçasına kuru ve yavandı. Musâfaha, muhabbet, tebessüm yok. İnsanlar, zorla yan yana getirilmiş gibi.

Hutbede, Müslümanlara nefes aldırmayıp ortamı kasvetli, yaşanmaz bir hâle getiren mevcut yönetime bol bol duâ edildi! Hutbede duâ yapılıyor; Fas ve Cezâyir’de olduğu gibi. Cemaat, elini kaldırıp katılıyor ve yüksek sesle âmin diyorlar. Televizyonlarda Kur’an okunuyor. Ezan vakitlerinde de ezan. Meselâ şu an radyoda Kur’an tilâveti var. Ama, gel gör ki; tadı-tuzu yok! Göstermelik, kandırmaca!

Cum’âdan sonra sefârete gittik. Gitmez olaydık! Kapıyı, lütfen açtılar! Önce, girişin önündeki kulübede biraz oturduk. Sefârete girmedik. Görevliler, “Hoş geldiniz!” demeyi dahî çok gördüler! “Ne işiniz var burada?” der gibiydiler. Buradaki polis bile dil ucundan ilgilendi. Biz de biraz, Türkiye’den gelmiş gazetelere bakıp ayrıldık.

Daha sonra, bizim Cezâyir’e staj için geldiğimiz gibi, aynı kategoride, fakat yer olarak buraya gelip kalan Türk arkadaşlarımızın bulunduğu öğrenci yurduna gittik. O akşam orada tanıştık, kaynaştık. Onlar anlattı, biz anlattık derken, muhabbet ilerledi; ancak sabaha doğru istirâhate çekilebildik.

Tanıştığımız Enwer isimli bir Tûnuslu arkadaş ve Türk öğrencilerin belirttiğine göre, önümüzdeki günlerde, burada da Belediye seçimleri var. seçim demek hep sıkıntı. Cezâyir öyle, Fas öyle. Türkiye de tabiî ki! Lâkin, burada, Gannûşî’nin İslâmî Yöneliş’i ve diğer muhâlefet partileri, Hizbül’Hâkim’i ( Hâkim, yâni, bir şekilde hep iktidar olan partiyi)boykot için seçime girmiyorlarmış.

Devlet Başkanı ZEYNEL’ÂBİDİN BİN ALİ, “İslâm’ı biz savunuyoruz. Başka İslâmî partiye gerek yok!” diyormuş. Kendisi istihbaratçıymış. Amerika’da eğitim görmüş. Burada, tek parti hâkimiyeti var. İslâmî Hareket’in lideri GANNÛŞÎ, tûnus’un kurtarıcısı ve kurucusu olarak kabul edilen Habib Burgiba zamânında îdâma mahkûm edilmiş. Hattâ, 3 arkadaşı îdâm edilmiş. Kendisi şu an dışarıda…

           Zeynel’Âbidin müebbete çevirmiş cezâyı! Ne büyük lütuf değil mi? Lâkin, Tûnus’a girmiyor, giremiyor. Girse, sonuç belli! Dolayısıyla partiyi dışardan idâre ediyor. FECİR isimli haftalık bir gazeteleri var. Onu da 40 bin sayısıyla tahdid etmişler. Öğrenciler Birliği Bürosu’nda otururken onun da basımının yasaklandığı haberini aldık! Tahmin ettiğimiz gibi sebep, Cezâyir’le ilgili haberlermiş. Başlıklardan biri; “Cezâyir’de Halkın Zaferi!” şeklindeymiş! İslâm ülkelerinde halkın kazanması kötü örnek olarak algılanıyor ne yazık ki! Zâlimler, zulmettiklerini bildikleri için âkibetlerinden endîşe duyuyorlar çünkü…”

Evet, notlar böyle sürüp gidiyor. Buraya çok azını alabildik. Ne Tûnus’un, ne de diğerlerinin durumunda da, aradan geçen 20 yıla rağmen bir değişiklik yok. biraz iyileşmeler var denilecek yerler olabilse de, çok daha kötü yerler de var. bu, hep böyle devâm edeceğe benziyor. Rabbim, başta ülkemiz olmak üzere tüm İslâm Âlemi’nin yardımcısı olsun. Şarktan garba, bizler de dâhil olmak üzere, tüm Osmanlı Yetimleri’ne acısın.

Cumânız, cumâlarımız mübârek olsun. Gönüllerimiz ÜÇAYLAR ve REGÂİB’in rahmet, mağfiret ve ümit pırıltılarıyla dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

17.06.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 64 65 66 67 68 [69] 70 71 72 73 74 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4591)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...