Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607005
 Sitede Aktif: 13
 Ip: 172.69.17.98
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
28
KAYIP ÇOCUKLAR
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

KAYIP ÇOCUKLAR

 

Söyle çoban söyle

Nerdesin

Aban nerde

Keben nerde

Sürülerin nerde

Kavalın nerde

 

Altında rüyâlara yattığın

Kahırlı türküler yaktığın

Çamların nerde

Doruklar nerde

Kavağın nerde

 

Söyle çoban söyle

Yerin durağın nerde

Telin, duvağın nerde

Nerelere kaynayıp gitti sahi

Karşı dağlarda yankılanan

Islıkların nerde

 

Ağaç oluklardan

Taş peteklerden

Suların şırıl şırıl aktığı

Serçelerin

Bir içip bir baktığı

Hiçbir zaman olmayan

Muslukların nerde

 

Çeşmeler nerde

Çeşme başında, dertler

Deşmeler nerde

Havadan sudan

İnekten, enikten

Yayladan, Cenikten

Söyleşmeler nerde

 

Söyle çeşme söyle

Nerdesin

Gülüşlerin nerde

Ellerimizden taşıp

Dökülüşlerin nerde

Çimenler üstünde

Bükülüşlerin nerde

 

Oluklarında oynaşan

Kuşların nerde

Koştukça susatan

Yokuşların nerde

 

Yurttan sesler

Dertli nefesler

İçli şarkılar

Yanık türküler

Nereye döküldüler

 

Söyle çeşme söyle

Güğümlerin nerde

Güğümler belinde

Gelinlerin nerde

 

Ellerinde sazlar

Dillerinde niyâzlar

Âşıklar nerde

Tellerine örülen

Sarmaşıklar nerde

 

Şimdi olmayan

Bizi bulmayan

Varlığın nerde

Kâlplerimize taht kuran

Hükümdarlığın nerde

 

Ellerinde çubuklar

Sırtlarında yüklerle

Ya değirmenden

Ya da ormandan

Burunlarını çeke çeke

Nefes nefese

Gelip yanı başında duran

 

Gönülleri gibi dupduru

Billur sulardan

Avuçlayıp avuçlayıp

Yüzlerine vuran

 

Kıpır kıpır

Çıtır çıtır

Yayla duruşlu

Çocukların nerde

 

Sürü sürü gitmeyen

Yürü yürü bitmeyen

Gece handa misâfir

Hayâli yâda gelir

Şimdikiler ne anlar

Şimdikiler ne bilir

Yolculukların nerde…

 

 

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

         15.06.2008


Mar`12
28
ESKİPAZAR’A RAĞBET OLSAYDI ORDU’YA NUR YAĞARDI!..
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

ESKİPAZAR’A RAĞBET OLSAYDI

ORDU’YA NUR YAĞARDI!..

                  

                   Merhum Üstad Sıtkı ÇEBİ’nin, ORDU TARİHİ ve 50. YILDA ORDU ŞEHRİ isimli kitabı 1973 yılında, Ordu Ticaret ve Sanayi Odası’nın 4. yayını olarak basılmış. Ordu İmam-Hatip Okulu’nda okuduğum o yıllarda almışım kitabı. Ve, daha o yıllarda başlayan bir âdet üzre hemen naylonla kaplamışım. Öyle yapmasaydım, ödevler ya da meraklar dolayısıyla elden ele dolaşan bu kitap, büyük bir ihtimâlle böyle yemyeşil rengiyle, o bahar tarâvetiyle karşımda duruyor olamayacaktı. Evet, kitabın arka yüzünü çevirince, 7-B 635 Aralık 74 kaydını gördüm. Demek ki kitabı, son sınıfta okuduğum o târihte görüp almışım. Rahmetliyle tanışmamız ise bu kitaptan yaklaşık 20 sene sonraya tevâfuk ediyor.

                   Şimdi bakıyorum da, elimdeki kitap târih olmuş. Zaman geçtikçe daha da kıymetlenecek şüphesiz. Yıllar sonra bu kitaba baktığımda, orijinâl bilgiler, belgeler ve fotoğraflar olduğunu görüyorum. Nur içinde yat üstad diyorum tekrar.

                   Sözü şuraya getireceğim: Geçen hafta sonu köyden dönerken dikkâtimi çekti. Eskipazar Câmii’nin yanında, yol kenarında büyük bir faaliyet var. Her hâlde Eskipazar Câmii ve çevresi restore ediliyor dedim. Çünkü, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, -Ordu’muzda da örnekleri görüldüğü gibi- Türkiye çapında, hattâ yurt dışında yaptığı kapsamlı ve geniş restorasyon hamlelerini biliyoruz.  Bu konudaki iddialı açıklamalarına şâhit oluyoruz. Ünyedeki Saray Câmii’ni bir görünüz. Çok çok güzel oldu. Bizim Hükümet Câmii ve Yalı Cami de öyle. Sıranın Eskipazar Câmii’ne gelmiş olduğunu düşünmüştüm. Fakat yapılanın Şehitlik olduğunu öğrendim. Belki de buradan sonra sıra oraya gelecektir. Şehitliğin buraya yapılması da isâbet olmuş. Şehitlikle bütünleşmiş Eskipazar Câmii, hamamları ve meydana çıkarılacak diğer birimleriyle birlikte tam bir külliyeye dönüşecektir. Yukarda adı geçen kitapta ESKİPAZAR HARABELERİ alt başlığıyle verilen bölümde câmiyle ilgili olarak şu bilgiler yer alıyor:

                   “Şehrin 4 km kadar güneydoğusunda Eskipazar Köyü, topraklarından geçen Civil Deresi’nin kenarında, geniş bir düzlükte, şerefesinden yukarısı yıkılmış minareli bir cami görülür. Bu caminin yerinde, Bayramlı’nın ilk kurulduğu yıllarda yapılan bir başka cami vardı. Zamanla harap olan bu cami, Şarkîkarahisar Mutasarrıfı Battal Hüseyin Paşa tarafından Hicrî 1197 de tamir edilerek, tamir kitabesi giriş kapısının üzerine konulmuştur. 1939 zelzelesinde tamamen harap olduğu için, temellerine kadar yıkılan cami, taş duvar örgülü, 4 satıhlı çatı ile ve eskisinden biraz daha küçültülerek, sade bir şekilde inşa edilmiş, Battal Hüseyin Paşa’nın tâmir kitâbesi tekrar eski yerine, giriş kapısı kemeri üzerine yerleştirilmiştir.

                   Eskipazar Camii, bazı vesikalarda (Ordu Camii) olarak da geçmektedir. Caminin Selçuklu mimarîsi tarzında kûfî yazılarla süslü kapısı, minber kapısı, pencere kapakları 1936 yılında Ankara Etnoğrafya Müzesi’ne gönderilmiştir. Bugünkü caminin kırmızı taştan yontulmuş minaresi, 1877 yılında Katırcıoğlu Hacı Mustafa Ağa tarafından, kısmen harap bir halde duran eski kürsü ve pabuç üzerine yeniden yaptırılmıştır.

                   Caminin etrafında eski ve yeni kabirlerin teşkil ettiği büyük bir mezarlık vardır.

                   Caminin Kitâbesi, hava şartlarıyla bozulmuş, yer yer kelimeler silinmiş ve okunmaz bir hâle gelmiştir.”

                   Kitapta daha sonra, okunabildiği kadarıyle kitâbenin metni veriliyor. Civârdaki mezar kitâbelerinden örnekler sunuluyor. Şu anda, harâbe hâlde bulunan hamamlarla ilgili bilgi ve resimlere yer veriliyor. Yakındaki Hatipli Köyü Mezarlığındaki 15. yüzyıla âit mezar taşları ve kitâbelerin fotoğrafları ve metinlerinden örnekler gösteriliyor.

                   Yine, Sıtkı ÇEBİ üstadımızın da hazırlık komitesinde yer aldığı 97 ORDU YILLIĞI’nda verilen bilgilere göre, bu Câmiin ilk yapılışı BEYLİKLER DÖNEMİ’ne dayanmaktadır. Belki de çoğu şu anda kaybolmuş bu eserlerin kalan kısmının ihyâsı ve hattâ dönemsel örnekleri projelendirilerek yeniden inşâsı gerekiyor.

                   Mevcut durumuyla geniş bir avlusu bulunan, kenarından geçen deresiyle, hamamları ve mezarlığı, yeni yapılmakta olan şehitlikle birlikte büyük bir külliye olabilecek bu eserin ihyâ projesi, târihi, kültür ve medeniyeti konusunda duyarlılığından şüphe etmediğimiz hükümetimiz, aynı zamanda hemşehrimiz olan Kültür Bakanımız, olağanüstü gayretlere imza atan Vakıflar Genel Müdürlüğümüz ve Kültür Turizm İl Müdürlüğümüzün âcil teveccühleriyle mutlu sonuca ulaşacaktır. Kurul Yerleşmeleri, Yason Kilisesi ve Ünye Kalesi benzeri bir hamle Eskipazar Külliyesi için de gereklidir. Bu, bu iktidar zamânında, hem tek olup güçlüyken ve hem de misyon olarak yakınken yapılmazsa ne zaman yapılacaktır? Bu fırsat es geçilecek bir fırsat değildir ve mâzeret üretme hakkı tanımayan önemde bir meseledir.

                   Üstad Sıtkı ÇEBİ’nin kitabı yazdığı yıllarda bu câmiyle ilgilenilse, güzel bir restorasyon yapılsaydı, burası Ordu’muzun kâlbi olabilirdi. Yine de olabilir. Gerçi son durumunu bilmiyoruz. Sıtkı ÇEBİ merhumun sözünü ettiği kitabelere ulaşılabilir mi? Tekrar geri kazanılması mümkün mü? Îmar, tâmir ya da inşâ için resmî imkân ve prosedür nedir?

                   Bilmiyorum doğrusu. Ancak bildiğim bir şey varsa, bu külliye Ordu ve gelecek nesillerimiz için, bizler tarafından behemahal ve hemen değerlendirilmesi gereken bir sorumluluktur. Elinde imkân ve fırsat olanların bilgi ve ilgilerine âcil kaydıyla arz olunur ves’selâm…

 

                  

ORDU HAYAT GAZETESİ

              05.06.2008


Mar`12
28
HANGİSİ DAHA ÇİÇEK?
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

HANGİSİ DAHA ÇİÇEK?

 

                   1980’in Ocak ayında başladım göreve. O yıl kış çok çetin geçiyordu. Okullar sık sık tatil edildi bu yüzden. Zaten, yarıyıl tatili de yakındı. Dolayısıyla göreve fiilen 2. yarıyıl başladığımızı söylememiz mümkün. O günler, ilk heyecanla soğuğun, üstüne üstlük bir de gurbetin elele verip elimizi ayağımızı titrettiği günlerdi. Ama o günler, tıpkı çocukluğumuzda, tamamen ıslanana, elimiz ayağımız uyuşana kadar karlarda yuvarlandığımız günler gibi heyecan verici ve güzeldi.

                   Öğretmenliğimin ilk yılı. Stajyer olmanın ötesinde, daha görevin rahatlığına kavuşmuş değilim. Sıkıntılıyım. Çocuklar afacan. Trakya çocukları, Anadolu’ya göre çok daha rahatlar. Serbestler. Biz, öğretmen de olsak, netîcede Anadolu çocuğuyuz. Âileden aldığımız ve eğitim sürecinin kazandırdığı terbiye, biraz da yaratılıştaki çekingenlikle birleşince sınıflar bizim için zorlu ortamlar olabiliyordu zaman zaman.

                   İdeolojik tablo da bize yardımcı olacak nitelikte değildi. Öğretmenlerin geneli de yerli ve ideolojikti. Hem zengindiler, hem de solcu! İş, buralarda olduğu ya da anlatıldığı gibi değildi. Doğrusu buna pek anlam veremiyordum. O zamanların söylemlerine göre sağ yelpâzede yer almaları gerekirken tam aksiydiler yâni. İçlerinde militan denilebilecek derecede fanatik tavırlı olanlar vardı. İnançsızlıklarını pervâsızca dillendiriyorlardı. İnançsızlıklarının gözükaralısıydılar. Sağ yelpâze örnekleri parmakla gösterilecek kadar azdı. Din dersi öğretmenleri doğal olarak îmâlât hatası konumundaydılar. O yıl gerçekleşen 12 Eylül darbesi de pek bir şey değiştirmemişti. Çünkü, insanların genlerine işlemişti düşünceleri. Karakterleri olmuştu.

                   Din Dersi seçmeliydi. Erbakan-Ecevit döneminde bir de Ahlâk Dersi konulmuştu. Çocuklar din öğrenmiyorlar bâri Ahlâk diye bir şeyin varlığından haberdâr olsunlar diye. O zamanlar buna karşı, ülke çapında büyük provakosyonlar yapılmıştı. Çeşitli bahânelerle gösteriler düzenlenip Ahlâk kitapları yırtılmış ya da yakılmıştı. Tüm ülke benzer gösterilerle çalkalanmıştı. Ama, sürtüşmeler de, tartışmalar da, bunun yanında ve bu şartlarda her iki ders de devâm ediyordu.

                   Ben, bâzı sınıflara Din Dersi’ne, bâzısına da Ahlâk’a giriyordum. Aynı sınıfa her ikisine de girdiklerim oluyordu. Bir Fen sınıfı vardı, iyi hatırlıyorum. Fen A sınıfı. Seçme bir sınıf. Ahlâk Dersi mecbûrî olduğu için herkes giriyor, Din Dersi’ne gelince sâdece bir kişi seçtiği için öğrenci sayımız onunla sınırlı kalıyor, diğerleri orada burada boşa vakit geçiriyorlardı. Düşünün, yarının en önemli mevkîlerini işgâl edecek olan bu seçme gençler dinden diyânetten uzak bir iklîmde tutulmaya özen gösteriliyordu. Bu gün işte böyle yetiştirilen o nesillerin sıkıntısını çekiyor millet. Milletin dînini bilmeyenler dilinden nasıl anlayacaklar ki?

                   Ahlâk dersine girmek yeterli olsa iyi! Bir defâsında dersten çıktım, öğretmenler odasına doğru gidiyorum. Demokrat görünen, gûyâ bizimle de ilgilenen, yerli ve ileri gelenlerden, pürosuyla, foteriyle karizmatik takılan, gûyâ babacan imajlı bir öğretmen koridorda yanıma yaklaşarak nasihatvârî;

-          Hocam, Ahlâk Derslerinde hep dinden örnek veriyormuşsunuz. Din ayrı şey, ahlâk ayrı şey! Biraz bilimsel olmanız lâzım! Vs. bir şeyler sıralayıp durdu. Daha başta işin önünü almaya çalışan bir edâyla. Benim de, yüksek okulda hazırladığım bâzı bilgi fişlerim tevâfukan yaka cebimdeydi. Hemen onları çıkarıp göstererek;

-          Beyefendi, bilimsellikse işte burada. Bak, biz konularımızı bilimsel olarak işliyoruz. İşte fişler dedim. Orada ahlâkla ilgili batılıların sözleri de vardı. Onlardan da örnekler vererek, dinle ahlâkın ayrılamayacağı konusunu îzâha çalıştım sohbetin devâmında.

                   Bu zâtın tavırlarından ilhâm alarak yazdığım bir dörtlüğü buraya yazmak isterim:

İBRET

“Küçük dağları ben yarattım!” der gibiydi

Bakışları tepeden; sanki, yer gibiydi

İnanmıyordu belki ama, o da gitti

Gidişi ibretti; seyre değer gibiydi…

Biz oradayken hayâttaydı. Çok sonraları öldüğünü duydum. Benzer tartışmalar dışında bir kötülüğünü görmedim. Kötülüğü kendine ve çevresineydi. O da centilmence! Ne diyeyim bilmiyorum. Toprağı bol olsun.

                   Her neyse. Bizim için önemli olan öğrencilerdi. Onlarla aramız iyiydi. Bir şeyler vermek için elimizden geleni yapıyorduk. Onların sıcaklığı tüm sıkıntılarımızın ilacı oluyordu. İçimiz onların sevgisiyle doluydu.

                   Durduğum ev okula yürüme 10-15 dakîka mesâfedeydi. Yol üzerinde, şimdi Kültür Sarayı yapılan seyrek ağaçlıklı bir alan vardı. İçinden, ayak izlerinin topraklaştırdığı, yağmurlu havalarda çamurlaşan patikadan biraz geniş bir yol vardı. Bir gün bir ilkokul öğrencisi gördüm. Elinde renk renk çiçeklerle koşuyor. Hem de uçarcasına. Kanatlanmış sanki. Hızla geçti yanımızdan kendi duygu ve özlemlerine doğru.

                   Bu gün bir akrostişi değil de o şiiri paylaşacağım sizlerle. Umarım beğenirsiniz:

 

HANGİSİ DAHA ÇİÇEK?

 

Küçücük bir çocuk, o  yan bu yan

Koşuyor ağaçlar arasından

Bir elinde çantası

Bir elinde rengârenk

Pembesinden

Alından

Sarısından

Bir gönül dolusu çiçek

Herhâlde;

Öğretmenine verecek

Bir, çiçeklere bakacak öğretmen

Bir de öğrenciye;

Ve,

Soracak ister-istemez

“Hangisi daha çiçek?” diye…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

            02.06.2008


Mar`12
28
HANGİ “KÜLTÜR ve SANAT”IN BAŞKENTİ?
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

HANGİ “KÜLTÜR ve SANAT”IN BAŞKENTİ?

 

Ordu Belediyesi ve TOBAV’ın işbirliği ile düzenlenen ULUSLAR ARASI ÇOCUK ve GENÇLİK TİYATROLARI FESTİVALİ’nin 4.sü bugün başlıyor.

İtalya, Hollanda, Portekiz, Sırbistan, Ukrayna, Belçika ve Rusya’dan katılacak tiyatro gruplarının sergileyeceği oyunlar 8 Hazîrana kadar sürecek.

Bizler inanç ve kültür îtibârıyle ikram etmeyi seven misâfirperver bir milletiz.

Dünyâmızın kuzeyinden ve batısından gelen bu sevimli misâfirler ev sâhipleri olarak bizleri heyecanlandırıyor.

Çünkü biz, “Ne olursan ol yine gel” diyen ve “yaratılmışı Yaratan’dan dolayı seven” bir anlayışın müntesipleriyiz.

Bundan dolayı biz, tüm misâfirlerimize “Hoş geldiniz” diyor, sevgiler sunuyoruz.

Bizler, her şeyden önce insanız. İnsan olmamız hasebiyle değerliyiz. Başkasını hor görmek, eğer düşünülürse kendini hor görmektir.

Hatâlar, -yine insanın değeri adına- eleştirilebilir, ama bu insanları tahkir etmeyi gerektirmez.

Allâh, akıl-fikir vererek farklı bir yere kondurmuş bizi.

İnsan yaratmış. Halîfe olarak yaratmış.

Kendi adına, dünyâ işlerini çekip çevirsin diye.

İşte insan, bu farkı fark ettiği ve buna göre davranabildiği kadar insandır diyebiliriz rahatlıkla.

Ve bunu düşünerek hizmet ettiği oranda değerlidir halk katında da Hak katında da.

Onun için, O’nun sevgili elçisi;“Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir” buyurmuşlardır.

İnsana yakışan, insan olmanın fark ve ayrıcalığını gözeterek yaşamaktır.

Sorumluluğunun idrâkiyle yaşamaktır.

Aksi takdirde hem kendini, hem de ardına düşenleri felâkete sürüklemiş olur.

Bizim kültürümüzde, beldelerinin emînleri olarak nitelenen Belediye birimleri çok önemlidir.

Onların tüm yaptıkları toplumları için birer örnektir.

Misâfirleri için birer örnektir.

 

Misâfirlerimiz elbetteki kendi kültürleriyle gelecekler.

Kendi eserlerini sergileyecekler.

Giyimleri-kuşamları, tavırları ve edâlarıyla kendilerini yansıtacaklar.

Biz onlara, bize âit ne sunacağız?

Bu açıdan, şöyle bir bakalım Ordu Havzası’na:

Türküz, müslümanız. Anadolu’yuz. Bunda şüphe yok.

Peki, bu söylemi besleyecek neler var envanterde?

Kuzeyden ve Batı’dan gelen misâfirler kendi cadde ve sokaklarından, cafelerinden, apartmanlarından, ağaçlarından farklı ne bulacaklar buralarda?

Kültür ve Sanatın Başkenti! Ordu’da.

OBKT Binâsı, Taşbaşı Kültür Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi?

Hangisi onların ülkelerindekilerden farklı?

“Ordu Kültürü” diyebileceğimiz târihî değerlerimiz var mı?

Vakıf var mı? İmarethâne, Şifâhâne, Bedesten vs.

Selçuklu’dan, Osmanlı’dan. Ya da Beylik dönemlerinden!

-Hadi çocuklar, bugün târihî yerlerimizi gezelim!

demeye kalksak, nerelere gidebiliriz?

Bir-kaç örnek yok değildir elbette. Meselâ Eskipazar Câmii ve Külliyesi.

Hiç olmazsa onun âkıbeti OsmanPaşa Medresesi gibi olmasa.

Onarılsa, güzelleştirilse, külliye olarak restorasyonu yapılsa.

-Peki onları yeşertecek, bir kültür, bir kimlik merkezi hâline getirecek idâre ve de irâde nerede?

Hâlâ, ne yerel yönetimler ne de merkezî yönetimler bir kültür sarayı inşâ edebilmiş değillerdir.

Diyeceksiniz ki;

-          Olmayan kültürün Sarayı mı olurmuş?

-          Haklısınız. Eğer kültür olsaydı, sarayı da behemahal olurdu zâten. Şimdi bunları konuşmazdık.

-          Çok doğru. Olsa bile hangi kültüre hizmet eder ki?

-          Evet, hangi kültüre hizmet edeceği meçhûl!

-          Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir demişler!

-          Festivallere bakıyoruz, katılan ülkelere bakıyoruz. Etkinlik türlerini gözden geçiriyoruz. Bizden başka herkes ve her şey var!

-          “Kültür ve Sanat’ın Başkenti” yapılmaya çalışılan Ordu’nun hâli bu.

Kendi çocuklarımızın sorumluluğu yetmiyormuş gibi, farklı bir kültürle karşılaşma, belki daha farklı ve güzel şeylere yol bulma heyecanıyla memleketimize gelen dünyâ çocuklarına, kendilerininkinden farklı, kendimize âit sanatsal ve kültürel bir şeyler verememenin burukluğunu yaşıyoruz.

Ordu, Kültür ve Sanatın başkentiyse, bu başkentin merkezi neresi?

Belediye mi, Vilâyet mi? OBKT mi? Yason mu?

Kimbilir, belki de Eskipazar Külliyesidir!

Misâfirlerimiz oraya da uğrayacaklar mı?

Öyle bir plân var mı? Varsa, hazırlık var mı?

Yoksa, Kuzeyden ve Batı’dan gelecek olanlar daha mı güzel?

Ne gerek mi var külliyeye, câmiye, minâreye?

Türkiye’mizde târihî eserleri onaran, ihyâ eden ve çocuklarını medeniyetiyle buluşturan belediyeler yanlış mı yapıyorlar?

Ordu’muz Türk kültür ve târihinin devâmı bir belde değil mi?

İnşâllâh gelecek dönemlerde bu mütâlaalarımız değerlendirilir.

Başta Eskipazar Külliyesi olmak üzere, kültürel değerlerimiz ihyâ ve inşâya başlanır.

Merâmım, insanımıza, bu günkü ve gelecekteki misâfirlerimize, gelecek nesillerimize karşı sorumluluğumuzu vurgulamaktan ibârettir ves’selâm…

 

 

 

 ORDU HAYAT GAZETESİ

            01.06.2008


Mar`12
28
Ordu Nerede?
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

Ordu Nerede?

Ordu demek ne demek, neresi demek, nasıl bir yer demek?

Ben soruyorum, cevapları size bırakıyorum.

En başta kimlik sorarlar değil mi?

Öyle ya, kimsin, nesin, nerelisin, adın ne diye sorarlar önce?

Soyadın ne? Kimlerdensin? İlin nere, belden nere?

Bu anlamda, Ordu neresi? Tam olarak nereye düşüyor?

Ordu hangi medeniyetin izlerini taşıyan bir şehir?

Ordu hangi kültürü yaşayan bir şehir?

 

Bu anlamda izler var mı orada burada?

Öyle ya! Bir yere gittiğinizde sizi o yerin târihî mekânlarına götürüyorlar.

Kendi ecdâdınızın yaptığı, size özgüven veren, gururlandıran eserlere.

Büyük büyük câmilere, kalelere, kervansaraylara, hanlara, hamamlara.

Vakıflara, Şifâhânelere, yetimhânelere, medreselere, külliyelere.

Biz ise sâdece turistik mekânlara götürebiliyoruz.

İyi ki bir Boztepe var. Allâh vergisi.

Onun da kadri yok, şükrü yok!

Verene teşekkür fikri yok!

 

Ben inanıyorum ki bir şeyler vardı.

Bu konu araştırma konusu olabilir, olmalıdır da.

Allâh’a şükür Üniversitemiz de var artık.

Hep kulüp faaliyeti yapacak değil ya!

Vakitler hep konserlerle, eğlencelerle geçecek değil ya!

Bir gün yerel ve genel araştırmalar da yapacaktır elbette!

Konferanslar, paneller, kongreler de düzenlenecektir.

Meselâ, Osman Paşa Caddesi ismini nereden alıyor?

Peki Osman Paşa’nın yaptırdığı Osman Paşa Medresesi nerede?

Yok! Neden, çünkü bizde yalnızca, varı yok etmek var!

Maalesef biz, hep seçmekle yetindik. İşin bu boyutunu düşünmedik.

Onlar da azdan çoktan, bize âit ne varsa yok ettiler!

Yerine de bir şey koymadılar. Hâlâ da koymuyorlar.

Park demişler, bahçe demişler, târihe dâir ne varsa yemişler!

 

Rahmetli Sıtkı ÇEBİ Selimiye Mahallesi’ndeki Osmanlıca yazılı sanat hârikası mezar taşlarının oraya buraya atılıp kırılışını, mıcır yapılışını yüreği yanarak anlatırdı.

Hattâ kendisinin dedelerinin ve bir çok hatırı sayılır büyüklerin özenle yapılmış, sanat değeri olan mezarları varmış oralarda.

Şimdiki Belediye Konservatuvarının olduğu yerler de Osman Paşa Külliyesi’nin devâmı niteliğinde sanat eserlerinin son kalıntılarını barındırıyormuş. Oralar da bir bahâneyle yok edilmiş.

Ne olurdu onlar restore edilseydi de, hem târihimiz, hem kültürümüz, hem de şehre nefes ve kimlik anlamında köşelerimiz olsaydı.

Sokakta yürürken, huzûrunda saygıyla durup Fâtiha okuyacağımız, bizi, kendilerine lâyık olma düşüncesiyle, çıkmaz sokaklara gitmekten alıkoyacak büyüklerimizin mânevî varlıklarını hissedeceğimiz eserlerimiz olsaydı.

Şimdi onların yeri heykelciklerle dolabiliyor mu sizce?

Yok! Olan olmuş, gelen gelmiş, giden gitmiş:

Ya yeniler bunu görüp de tedbir almış mı?

Bu bağlamda, şehri “şehir” yapmak için bir şeyler yapılıyor mu?

Hiç olmazsa, ülkemizin ortalama medeniyet kodlarını işâretleyecek kültürel faaliyetler var mı?

Gelecek nesillere, kendi kültür ve mîmârîmizi yansıtan eserler bırakmak için bir düşünce kırıntısı, bir niyet, bir plân var mı?

Diğer şehirlerimizde bu anlamda çok güzel faaliyetler yapıldığını gördüğüm için bu soruları rahatlıkla soruyorum. Hattâ bu bağlamda yapılan faaliyetler, kardeş şehir uygulamalarıyla yurt dışına bile taşabiliyor.

Hazır var olanları yıkan zihniyet devam ettiği için, yerine bir şey koyma diye bir kaygı da söz konusu değil doğal olarak.

Belediye, ya da gelmiş-geçmiş tüm iktidar partileri!

Dünden bu güne; hani kültürel bir icraat?

 

Varsa yoksa ihâle, varsa yoksa çiçek, lâle!

Varsa yoksa park-bahçe, varsa yoksa dere, şelâle!

Kültür ve medeniyet gelmez ihmâle

Bir bakın etrâfa, geldik ne hâle?

Bu gidiş bizi götürür mü kemâle?

Bu manzara hepimizin;

Hazır mıyız, sorguya, suâle?!

 

Rabbim encâmımızı hayreyleye ves’selâm…

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ 

             25.05.2008

 


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 9 10 11 12 13 [14] 15 16 17 18 19 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...