|
|
CÂVİD KALPAKLIOĞLU NOTLARI
Dün dostluk ve gazete adına, Kabadüz, Yokuşdibi gidip ziyâretler yaptık.
Bayadı, Geriş Câmii yanından geçerken Sıtkı ÇEBİ merhûm,
Artıklı’da da Merhûm Câvit Ağabey için Fâtihalar okuduk.
Şu Şubat fırtınaları da hep çetin mi olmaya başladı ne?
Akılları başlardan alıyor. İnsana her şeyi unutturuyor!
İşte bu defâ da bir yargı skandalı: İnadıya kânunsuzluk! Fâil HSYK.
Meşhur 28 Şubat’tan bu yana şubatlara bir şeyler olup duruyor.
Şubat zemînleri kaygan. Hiçbir iş istikâmetince yürüyemiyor!
2005 Ajandama bakıyorum. 9-10 şubat; Çarşamba, Perşembe.
O günden bu güne koskoca 5 yıl geçmiş. Zaman su gibi akmış.
Unutmuşuz. Her kes unutmuş. OGD unutmuş. Gazeteler unutmuş.
Başlıbaşına gazete çıkarmış, yıllarca köşe yazarlığı yapmış olan
bir kişinin gazeteci olarak kabul edilmemesi mümkün değil.
Memleket Gazetesinin ciltleri arşivlerde. Meraklılarını bekliyor.
Ayrıca bir de Memleket Yayınları diye bir yayınevi kurmuş.
Kitaplar yayınlamış. Belki de Ordu’da bir ilktir bunlar.
Ne olursa olsun, bu bize yakışmadı. Çünkü, bunun adı vefâsızlıktı.
Evet, ajandaya ölüm ve cenaze günü için düşen kısa notlar şöyle:
“Avukat Câvid KALPAKLIOĞLU Ağabey vefât etti.
Allâh (CC) ganî ganî rahmet eylesin…
Görünür bir hastalığı yoktu.
Onca gelip-gitmelerimizde de söz konusu olmamıştı.
Yazın İstanbul’a gittiğinde muâyene olduğunu duymuştuk yalnızca.
Böylesi ciddî bir durum aklımızın köşesinde bile yoktu.
Bizim öteden beri sohbet ve kültür ocağımız olagelen bürosunda
edilmedik konu olmazdı. Oradaki muhabbetin neşvesi hiç azalmamıştı.
Ölümü gerçek bir sürpriz olmuştu bizim için doğrusu.
Evine uğradıktan sonra arkadaşlarla bir araya gelip sohbet ettik.
Hava çok soğuk. Yerler kaygan. Ne de olsa Şubat ayı.
Yaşı 63. Bir hicrî yıl eşiği akşam-yatsı arası;
Hicret etmişti gerçek dosta, dost gönüller muhâciri.
Garipti; gurbetlerin adamıydı.
Hayâllerini süsleyen bir sılası vardı.
Hasreti vardı, hicreti vardı, çilesi vardı.
Muhâlifti; çünkü, hep daha iyinin, en iyinin peşindeydi.
Ondan dolayı, iyiye bile muhâlefeti var gibiydi.
Hep sorular üzereydi, arayışı vardı.
Hakîkât peşindeydi, hikmet avcısıydı.
Çinde, maçinde bile olsa giderdi ardından yitirdiklerinin.
Evet, işte bugün, merhum Câvid Ağabey’i
Kâlbimizin inkisârıyla ebediyete uğurladık.
Elimizin altından zengin ufuklu bir dünyâ kayıp gidiyordu sanki!
Evinin yanında, Orta Câmi’de, Adliye’deki törende
Artıklı köyünde, son âna kadar yanındaydık.
Her yanların ak-pak olduğu bir günde
Gönlümüzün bu ak güvercinini
Sonsuzluk semâsına uğurladık.
Konağı ve durağı Cennet olsun.
Burağı mağfiret, bucağı meveddet, ocağı muhabbet,
Mutluluğu ebediyet, komşusu Hz. Muhammed olsun…”
Ama, hiç bir emek zâyî olmaz ve bu devran hep böyle kalmaz.
Bir gün kültürüne, medeniyetine ve onun erlerini tanımaya meraklı
kadirşinâs bir gençlik grubu gelecek, Câvid Ağabey ve benzeri
şahsiyetlere vefâ borçlarını ödeme gayretlerini esirgemeyeceklerdir.
O günlerin yakın olduğunu hissediyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
19.02.2010 |
|
|
“- İŞTE SANA CENNETİN ANAHTARI!”
- Hocam, oğlumu da getirdim, elinizi öpsün, duânızı alsın diye!
- Tabiî, buyur evlâdım. Hem, işte sana cennetin anahtarı! Al! Sakın kaybetme bunu!
İç cebinden adreslik çapta bir kartvizit çıkarıp, elini öperek duâ isteyenlere veren ihtiyâr delikanlı Nîmetullâh Hoca’dan başkası değildi. Kardeşinin vefâtı dolayısıyla Türkiye’deydi. Ak sakallı, nur yüzlü, 80’lik pîr-i fâni bu pamuk adam, haftanın eşiğindeki akşamın ilerleyen saatlerinde memleketi Amasya’dan geldiği Ordu’da gençlere ümit, heyecan ve neşe aşılıyordu. Sâhip olup da değerini bilmediğimiz nîmetlere dikkâtlerini çekiyordu. Ve, işte cennetin anahtarı elinizde!
Aslında hepimizde var bu anahtar elhâmdülillâh ama, bunun farkında olarak davranan kaç kişi? Basit gibi görünen, ancak çok önemli bir husus, bu espriyle vurgulanmak istenen şey. Kartı alıp inceledim. Arapça, Türkçe, İngilizce başta olmak üzere, Japonca, Çince, Rusça, Fransızca vs. tam 10 dilde Kelime-i Tevhid yazıyordu üzerinde.
“Sevgili Anadolu evliyaları. Genç arkadaşlar! Bu, ne güzel muhabbet?!
ŞU MUHABBETİMİZDEN MAHRUM OLANLARI DÜŞÜNMEYELİM Mİ?
Ya, sabaha kadar içkili yerlerde, haram yerlerde kalanlar!
Düşmanımız değil ki onlar! Çağırsak geliyorlar. Allâh bize bunu gösterdi.
Bütün Peygâmber Efendilerimiz onların yanlarına gittiler.
İnsanların bulunduğu yerlere gittiler.
Biz sâdece arkadaşlar olarak kendimiz bir araya geliyoruz, o kadar!
Kahvelerde bizi bekliyorlar, içkili yerlerde bizi bekliyorlar!
Hattâ, Çin’dekileri, Japonya’dakileri, Rusya’dakileri biliyor musunuz?
İslâm’dan, Allah’ımızdan haberleri yok. Onlar da bizleri bekliyorlar.
Japonya’da çalışanlar var aranızda; onlar biliyorlar, görüyorlar.
Onlara, “ALLÂH de!” diyoruz, onlar KAMİSANA diyorlar. Allâh demekmiş.
Onlar mahrumlar yânî ilâhî hakîkâtlerden, şu güzelliklerden!..”
YA, BURASI!
Nîmetulâh Hoca bunları anlatırken bizim gençliğimizin durumunu düşündüm. Bizim ülkemizde de durum çok farklı değil. Belirli çevreler dışında, ortalama yaşıyanlar da, yukarda söz konusu edilen mânevî muhabbetin çok çok uzağındalar. İnsanlar mânevî kişilik ve ocaklara karşı yasaklarla ve düzmece senaryolarla soğutuldular. Ali Kalkancı gibilerin ne olduğu anlaşıldı ama, soru işâretlerinin zihinlerdeki izleri sürüyor.
Gençler piyasada. Hangi piyasada? Ne anne-baba, ne okul, ne de partilerin umurunda değil. Hepsini filimlerin, dizilerin, sokakların, hayâsızlıkların, edepsizliklerin, utanmazlıkların, ekranların insafına terk ettik. Böylesi, bizim de işimize geliyor ne yazık ki! “Rabbimiz gençlerimizin ve memleketimizin yardımcısı olsun!” demekten başka yapacak şey gözükmüyor maalesef, şu an için.
www.nimetullahhoca.net
Nîmetullâh Hoca’nın sohbetinden çok notlar aldık. Zaman zaman değerlendireceğiz. Peygâmberimiz (SAV) “Âlimler peygâmberlerin vârisleridir.” buyuruyor. Peygâmber (SAV) zamânında yaşasaydık O’na uyacaktık. Şimdi nasıl olacak? Şimdi de O’nun vârislerine uyacağız. Kulak vereceğiz. Öyle, el yordamıyla olmaz. Onları ziyâret edip akıl alacağız, tâbiri câizse elektrik alacağız. Soracağız, öğreneceğiz, bakacağız, örnek alıp yaşayacağız ve de uygulayacağız. Keşke çevremizde örnekleri çok olsa. Rabbim sayılarını çoğaltsın.
Şu mübârek Cumâ gününde www.nimetullahhoca.net’e girip bir sohbetini dinlemek ya da izlemek sûretiyle kendisinden istifâde edebiliriz. Esprili ve mütevâzı kişiliği, tebliğ gayretleri ve örnek hizmet hayâtından hisseler kapabiliriz.
Nicesinde hayırlısıyla buluşmak dileğiyle, cumânız mübârek olsun;
gönlünüz ilim feyziyle ve de ilâhî nurlarla dolsun ves’selâm…
TÂZİYE
Kardeşinin vefâtı olması dolayısıyla buradan tekrar tâziyelerimi bildiriyor,
merhûma Yüce Rabbimizden ganî ganî rahmetler diliyor,
başta HocaEfendi olmak üzere tüm yakınlarına da sabr-ı cemîller niyâz ediyorum.
ORDU HAYAT GAZETESİ
18.02.2010 |
|
|
SEVGİYE DOĞRU…
Sevgi, sevgili bir kelime; güzel kelime, hoş kelime. Samanlıkları seyrân eden, insanı ünsiyete hayran eden bir kelime. Ünsiyet ünsden, üns insandan. Dolayısıyla insan ünsiyetli varlıktır. O ölçüde insandır. Rabbim kimseyi hayırlısından olmak üzere ünsiyetsiz, sevgisiz ve de sevgilisiz bırakmasın. Kâinat sevgi üzerine dönüyor zîrâ. Gerçek âşıkların aşkına dönüyor. Ne mutlu kâinâtın döndüğü sevgi eksenini farkedip ayak uydurmaya çalışanlara! Muhabbet denilen şey de odur aslında.
Sevgisiz olan şey donuktur, zorlamadır. İnsanın tabiatına aykırıdır. Sevgisiz iş sakattır. Sevgili kölelik, sevgisiz özgürlükten yeğdir. 80’li yıllarda kaleme aldığımız aşağıdaki dörtlük tam olarak bunu mu söylüyor acabâ:
SEVGİ
Sevgi kelimesinde hayat veren bir sır var
Onsuz olan her işte mutlakâ ki kusur var
Özgürlük istemeyiz, tutulmuşuz bir aşka
Hayâtından çok memnûn;nice böyle esir var
Evet, onu söylüyor gibi. Yarın sevgililer günü. Bizim öyle takıntılarımız yoktu şimdiki çocukların yaşadığı çağlarımızda. Geldiğimiz bu noktada bakıyoruz; soldan sağa, merkezden uca, tüm basın-yayın sevgililer günü diye bas bas bağırıyor. Herkes uygun adım gidiyor. Çevremiz kuşatılmış. Özel programlar, ilâve gazeteler, kampanyalar; gırla gidiyor. Her sektörde bu güne özel söylemler var. İyi ki böyle bir şey var. Yoksa piyasanın hâli n’olacaktı?!
Aşk ve sevgi konusu çok geniş ve derin. Oraya çok dalarsak çıkamayabiliriz. Şimdilik bir iki şiirle yetinelim. İlki 80’li yıllara, diğeri bir-kaç yıl öncesine âit.
Aşk anlayış ve algılamasıyla ilgili değerlendirmelere, Münevver-Cem ekseninde zâten girmek istiyorduk. Bu günkü yazdıklarımız bir giriş mâhiyetinde olacak. İşte şiirler, beğeneceğinizi umarım:
YANMAK
Düşünce aşkına yârin
Elbet bu dil bu dil yanar
Gündüz çöl çöl lâv lâv kaynar
Gece kandil kandil yanar
Gurbet kâlbe sokulmuştur
Sıla akla takılmıştır
Ufuklara çakılmıştır
Gözler mendil mendil yanar
Canlar veririm uğrunda
Değil yârin umûrunda
Dertli günlerin bağrında
Rüzgâr efîl efîl yanar…
BEŞER
Sevgi budur dostlar, aşk budur işte
Kader düş demiştir, nâçâr düşersin
Ama bir yokuşta, ama inişte
Gelir bulur seni, sen de şaşarsın
Yaşayıp giderken kendi hâlinde
Her zaman her şeyler olmaz elinde
Bir ücrâda, bir gülüşün gülünde
Kâlbin ıtırlanır, hadden aşarsın
Bir mecnunsun artık sevdâ çölünde
Demlersin aşkını hasret külünde
Âhın şebnemleşir seher yelinde
Sellere boğulur bahre taşarsın
Dökülür dilinden hep Leylâ Leylâ
Bir an durmaksızın aynı vâveylâ
Çırpınır yüreğin Mevlâ, Yâ Mevlâ
Şâir, netîcede sen bir beşersin!..
Eğer gerçek bir sevgi, ya da sevginin gerçeği peşindeyseniz, Allâh’tan isteyin. O size hayırlısını nasîp edecektir. Sâdece duygu ve düşüncelerinize güvenirseniz yanılabilirsiniz. Yeterki özlenen olsun, hayırlısı olsun da, zamanı o kadar önemli değil.
BİRGÜN
Özlenilen sevgili bir gün gelir mi geri?
Tekrar iâde için o güzelim günleri!
Hiç fark etmez, bir gelsin; yeter ki bir gelsin hey
Alacakaranlıkta veyâ akşamüzeri!
Ne demişler; “geç kaldın desinler, geçmiş olsun demesinler!” ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
12.02.2010 |
|
|
BALÇİÇEK İLE BOL ÇİÇEK
Dün akşam Balçiçek Pamir’in konuğu Muhterem Korkut ÖZAL’dı. Her sohbeti olduğu gibi bu sohbeti de çok güzel ve tatlıydı. İnsana güven veren, rahatlatan bir samîmiyet, olgunluk ve birikimin tezâhürüydü ekranlardan yansıyan. Özlemişiz doğrusu. Her biri birbirinden pırlanta olan ve her anlamda, başta ülkemiz insanı olmak üzere tüm bölge ve insanlık âlemine hizmetleri dokunan Özal kardeşlerin hayâttaki son temsilcisi o şu anda. Yeri dolmayacak değerlerden. Allâh selâmet versin. Hayırlı uzun ömürler ihsan eylesin.
PAMİR, ZAMİR, MİSÂFİR…
Ancak, ev sâhibinin, yâni programcının oldukça dekolte denebilecek kılık-kıyâfetini görünce, “acabâ kimi dâvet ettiğini bilmiyor muydu?” diye düşünmekten kendimizi alamadık! Misâfirin, binde bir de olsa hoşlanmama ihtimâli olan bir şeyi yapmak hangi görgü kitabının, neresinde yazıyor; merak ettik doğrusu?! Konuğa göre örtünülecek değil elbette. Bu bir tercih meselesi çünkü. Ancak, her zaman açık değil, bâzen de ince düşünmekte ne mahzur olabilir? Onu söylemek istiyoruz.
Muhterem misâfir, bu tür konulara girmeyecek ve de aldırmayacak kadar engin gönüllü birisi. Bu durumu, -tâbiri câizse- hiç mi hiç mesele telâkkî etmeyeceğini biliyoruz. Burada problem yok. Yok olmaya yok da; sanırım, problem bizde! Nasıl mı?
Ya, gâyet doğal olan bu manzarayı mesele yapan “biz” zamirinde bir problem var, ya da mesele yapmayan Balçiçek Pamir’inde! Ortada bir gariplik söz konusu da tam bir karar veremiyoruz! Bu konuyu size arzedip yardımlarınızı bekliyorum sevgili okurlar! Takdir sizin! Ne derseniz râzıyım!
BAŞKANLARIN ÖLÜMÜ
Neyse, asıl konumuz da bu değil zâten. İşte bu bizim Balçiçek Hanım Mh. Korkut ÖZAL’la yaptığı uzun söyleşinin bir yerinde, ağabeyi Turgut ÖZAL’ın ölümüyle, daha doğrusu, suikast söylemleriyle ilgili de fikrini sordu. O da, genel çerçeve îtibârıyle;
“- Ağabeyimin öldüğü günlerden hemen sonrasına bakalım. Ülkemiz, iyi bir yola girmiş, hem siyasal, hem sosyâl, hem de ekonomik olarak çok güzel bir gelişim içerisindeyken Ağabeyimin ölümüyle kaos başladı. Tüm birikim ve kazanımlar çar-çur edildi. Haksızlıklar-hukuksuzluklar, hortumlamalar ayyûka çıktı. Huzursuzluklar aldı başını gitti. 2002’ye kadar yaşananlar, -28 Şubat süreci dâhil- ortada.”şeklinde cevap verdi.
Bu sözleriyle demek istediği, tüm bu kargaşaya sebebiyet verenlerin, kendilerine engel olarak gördükleri Mh.Turgut ÖZAL’ın ölümünde müdâhil olabilecekleri husûsuydu. Nitekim, başta ABD’de başkanları olmak üzere, başka ülkelerden benzer örneklerle konu detaylandırıldı.
MALTA YOLCULARI
Daha çok şeyler konuşuldu, ancak, buradan bu kadarla yetiniyoruz. Sonra, o sıralarda bizim Mehmet ŞENOCAK aradı. Kendisi hem eğitimci hem de Fotoğraf sanatçısı çoğunuzun bildiği gibi. Doğal olarak da doğa ve gezi meraklısı. Geçen yaz bekârlığa vedâ etmişti. Bu tâtilde eşiyle birlikte ilk yurt dışı gezisine çıktılar. Malta’ya, oradan da İtalya’ya geçtiler. Henüz görüşüp de dinleşemedik. Telefonda kısaca anlattı. Sohbet arasında bir yerde Süleyman NAZİF ismi geçti. Onun, Malta’da yazdığı şiirler söz konusu oldu. İlgimi çekti; daha sonra araştırdım.
SÜLEYMAN’IN NEZÂFETİ
Kısaca anlatmak gerekirse, Süleyman Nazif Servet-i fünun şairi. Diyarbakırlı. 1869 doğum yılı. 4 Ocak 1927’de de öldü. 23 Kasım 1918'de İstanbul'un işgalini kınamak üzere Hâdisât Gazetesi'nde kaleme aldığı Kara Bir Gün adlı yazı üzerine Fransız işgal kuvvetleri komutanı Süleyman Nazif'in kurşuna dizilmesini emretti; fakat sonra vazgeçti. Yine 23 Ocak 1920 günü Pierre Loti'yi anma toplantısında yaptığı konuşma sebebiyle, İngiliz işgâl kuvvetleri tarafından Malta'ya sürgün edildi. Burada iki yıla yakın bir süre kalmıştır. Önceleri,
Harîm-i adl’i, istibdâd ile yıkılmışken, ey gaddâr;
Ne yüzle azm’edersin dergeh-i Yezdân’a bilmem ki!
benzeri ateşli yazı ve şiirleriyle, tüm olan-bitenlerden sorumlu tuttuğu Abdülhamid'e şiddetle çatarken, memleketin fenâ akibeti üzerine, kendisini hayâl kırıklığına uğratan gerçeği görmüş ve padişahla ilgili olarak özür mâhiyetinde: Padişahım; gelmemişken yâda biz
İşte geldik senden istimdâda biz
Öldürürler başlasak feryâda biz
Hasret olduk eski istibdâda biz!
dörtlüğüyle başlayan uzun şiirini yazmıştır. Ama, ne zaman? Ba’de harâbil’Basra: Basra harap olduktan, yâni, her şey elden gittikten sonra!
…VE ABDÜLHAMİD
Sultan Abdülhamid 1918’in 10 Şubat’ında rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş. Mekânı Cennet olsun. Onun şânına lâyık, misyonuna muvâfık bir torun olarak Muhterem Turgut ÖZAL’ı da rahmetle anıyoruz. İnanıyoruz ki, ikisi de Hakk’ın ve halkın adamıydı. Ne mutlu onlara!..
Ve diyorum ki, biz; bugünkü kıymetlerimizin değerini bilelim.
Târih bize ibret olsun;
gününüz ve gönlünüz cumâ bereketiyle dolsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
11.02.2010 |
|
|
ORDU EKONOMİSİNDE ALTAŞ DÖNEMİ
Nihâyet önceki gün, FKB Genel Müdürü Mehmet SARGIN ile ALTAŞ Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Namık ALTAŞ arasında Soya Yağ Sanâyii’nin DEVİR PROTOKOLÜ imzalanarak, aylardır en tiz perdeden sürüp giden tartışmalar sona erdirildi. Ordu Yağ Sanayii’nin ALTAŞ Grubuna satışı resmen gerçekleşti. Dün de ALTAŞ grubu bir açılış merâsimiyle berâber müesseseyi tüm varlığıyla devraldı. Hayırlı olsun.
Böylece, Ordu Sânâyi câmiası ve kamuoyu, yeni bir heyecan, beklenti ve ümit sürecine girdi. İnanıyorum ki, ALTAŞ grubunun sürpriz ve hamleleri sürecek. Bu yeni uygulamalar kendileri ve halkın lehine olacak. Hem kendilerine hem de şehre açılım getirecek projelere imza atacaklar. Bunlar benim tahminlerimdi. Bizzat kendileri de deklâre ettiler. Hattâ, artık Ordu ve bölge sınırlarını aşacak yatırımların peşinde olacaklar. Şimdiye kadarki yürüyüşleri, tavırları ve duruşları bunu gösteriyor.
Sonuçta, yorulan ve yoğrulan onlar olacak, istifâdeyi de elbetteki önce onlar ve sonra Ordulular olarak hep birlikte göreceğiz. Başarılarına duâcıyız. Yolları ve bahtları açık olsun. Rabbim mahcup etmesin inşâllâh. Âmin.
Altaş Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Namık ALTAŞ;
“Ordu Yağ Sanayii’ne normalde 100 kişi; en fazla 125 kişi çalışan olarak yeter. Ancak, küçük bir şehirde yaşıyoruz. İnsanlar işsiz. Böyle olunca biz hiçbir işçiye kıyamadık ve tamamını yeniden işe alma yolunu seçtik. 225 işçi ile yolumuza devam edeceğiz. Herkes rahat olsun, kimseyi işten çıkarmıyoruz" diyerek insanların gönlüne serin su serpti. Bu güzel jestiyle, daha başta, gelecek müjdeli uygulamaların kapısını araladı.
Elbetteki ALTAŞ oyunu kurallarına göre oynayan ve başarısını da buna borçlu olan bir grup olarak bu işçileri en güzeliyle değerlendirmeyi bilecektir. Bu da daha verimli çalışma, daha bereketli sonuçlar ya da yeni iş ve istihdam saha ve imkânları demektir. Nereden bakarsak bakalım, tüm bunlar Ordumuz için hayırlı sonuçlar getirecektir.
Nitekim, Nâmık ALTAŞ, açıklamalarının projeler kısmında üretim alanlarını genişleteceklerini, tüm dünyâdaki yağ türlerini araştırarak uygun maddelerden yağ yapacaklarını söyledi.
Yem ve bal üretimi konusunda da müjdeli açıklamalar yapan ALTAŞ, fındığın sökülmesi değil, dikilmesinden yana olduklarını söyleyerek, fındığın en güzeliyle değerlendirilmesi noktasında yapacakları çalışmalara atıfta bulundu. Bu vâdide bir örnek olmak üzere, “çikolata bizim en büyük hayâlimiz!” diyerek yeni tesislerin sinyâlini verdi.
Altaş’ın açıklamaları bununla da bitmiyor: “Uzun vadede, Karadeniz’le Akdenizi birbirine bağlayacak olan yolun tamamlanması sonrası yapılacak olan Ordu limanını biz yapmak istiyoruz!”
Neden olmasın? Hattâ Havaalanı bile olabilir. Netîcede hepsi de hesapla, kitapla olacak değil mi? Tüm bunların hayâli bile güzel. Ki, azimle ve samîmiyetle hareket edildiğinde başarılmaması, gerçekleştirilmemesi için sebep yok. Yeter ki hasetliği fesatlığı bırakıp, hayırlı bir şeyler yapmak isteyenlere, hiç olmazsa duâlarla katkıda bulunabilmeyi başarabilelim. Kendi insanlarımıza güvenelim, şans tanıyalım. Sevgi ve saygı duyalım.
Ordumuz, her şeyin olduğu gibi, tüm hayâllerini Ordu süsleyen ufuk sâhibi, hakla da halkla da barışık, sağduyulu müteşebbislerin de hasretini çekiyor. ALTAŞ, bu özlemi gidereceklerden birisi olacakmış gibi gözüküyor. Bu güzel şehrin hayrına olabilecek ekonomik, siyâsî, kültürel tüm projelerde pay sâhibi ya da müteşebbis olma irâdesini ızhar ediyor. Sözlerimizin haklılığını zaman gösterecektir. Mevlâ sayılarını çoğaltsın.
Kendileriyle ilgili sözlerim bunlardan ibâret değil. Allâh(CC) izin verirse daha çok yazacağım. Belki onları kızdıracağım günler de olacak. Ama ne yapalım; artık onlar “yalnızca kendileri!” olmaktan çıktılar. Ordu denince akla gelecek isimlerin en başında yer alacak konuma doğru gidiyorlar. Şehrin baş aktörleri arasına giriyorlar. Sorumlulukları daha da arttı. Kapsama alanları da! Ben de bu şehirde yaşıyorum. Dolayısıyla hem kendim, hem de kentim adına, bir vatandaş, arkadaş ya da bir kültür adamı veyâ yazar olarak toplum adına onlardan isteklerim, önerilerim olabilecek. Şimdiden haberleri olsun.
Sözün özü, Altaşlar’ın son hamlesiyle birlikte Ordu şehri her bakımdan ümit verici bir dönemece girmiştir. Şimdiye kadar şu veyâ bu mülâhazalarla sergilenen tavırları ve sarf edilen sözleri, güdümlü muhâlefetlikleri bir yana bırakarak, onları gıptayla izlemek, başarılarına duâ etmek, kendimizin, kentimizin, neslimizin ve de geleceğimizin hayrına gibi gözüküyor. Açık kâlplilikle; bekleyelim, görelim ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
09.02.2010 |
|