|
|
GÜZELORDU İÇİN “GÜZEL” AÇIKLAMALAR
Güzelordu İÖO projesiyle ilgili kaleme aldığımız bundan önceki son yazımız, daha başlığında arzu ve niyetlerimizi ele veriyordu: GÜZELORDU GÜZEL OLSUN!
Sanki, eli kulağındaymışçasına, hemen ertesi gün erken saatlerde ajanslara Ordu Vâliliği’nin bu konuya dâir açıklamaları düştü. Başta gazeteniz olmak üzere tüm mahallî gazetelerimizde yer aldı bu açıklamalar. Sonraki günlerde de yorumlar ardı sıra geldi.
SATIR ARALARI
Vâliliğimizin açıklamasında serdedilen fikirler, verilen müjdeli haberler ve getirilen yorumlar “akıl için yol birdir” dedirten cinstendi. Burada teknik boyuta girmek tekrar olur. Âcizâne biz, bu beyanatın metninden çok, satır aralarından algılayabildiklerimizi sizlerle paylaşmaya çalışacağız.
Öncelikle Ordu Vâliliği’nin duyarlılığı takdîre şâyân. Açıklamalarda devlet ciddiyetiyle birlikte kamuoyuna karşı bir samîmiyet ve şeffaflık da kendini belli ediyor. İş “fısıltı” gazetesinin insafına bırakılmıyor. Aksi durumda, net bir görüntü, dolayısıyla berraklık hayâl olur. O zaman yakıştırmalar, vehimler, desîseler başlar. Bu da, huzûru, güveni, ümîdi ve tadı-tuzu bitirir.
FISILTI DEYİP GEÇMEYİN!
“Fısıltı” deyip geçmeyin. Özellikle son iki belediye seçiminin belirleyicisi olmuştur. Yok, falan partinin adayı işçilere el uzatmamış, yok şu son seçimde, “kirli pasaklı insanları gereksiz yere öpmek, kucaklamak zorunda kalıyorum!” vs. benzeri söylentiler sonuçları büyük ölçüde etkilemiştir.
Bu açıklamada, basının ciddîye alındığı gözüküyor. Vatandaş tarafından piyasada konuşulanlar da es geçilmemiş. Dolayısıyla tüm görüşler, fısıltılara kadar değerlendirilmiş, tüm görüş sâhipleri muhâtap kâbul edilmiş ve tatminkâr bir açıklama yapılmıştır.
Bu açıklamadan, karşımızda herkesi dinleyen, tüm düşüncelere açık, huzûrunda her şey, her şekilde tartışılabilecek, vatandaşın hissiyâtını göz ardı etmeyen bir irâde ve idâre var olduğu algısı doğmuştur.
KAMU NEREDE?
Hattâ, yazıda açıklandığı kadarıyla, halkın da projesi olabileceği var sayılarak duyuru da yapılmış. Ancak, hiçbir proje teklifi ulaşmamış kendilerine. Zannımca, bu konu kamuoyu nezdinde pek duyulmamış olabilir. Bundan sonrası için yapılabilecek şey; erbâbınca teklif edilen projelerin halka sunulup tanıtılarak, tercih noktasında fikir ve eğilimlerini almaktır. Sonuçta, takdir büyüklerimizin elbette yine. Orada da ilgisiz davranılırsa tercih bütünüyle kendilerine kalacak, kimsenin de artık söyleyecek sözü olamayacaktır.
Evet, bu beyanatta, okulun, her şeyden önce okulun yüzde yüz “okul” olarak yapılacağı ile ilgili açıklamanın güzelliği yanında, açıklamanın tarz olarak güzelliği de, özellikle kayda değerdir.
“DELİ” GÜZEL!
GÜZELORDU deyince güzelliğin ardı arkası gelmiyor. Bir adama kırk defâ deli dersen deli olurmuş derler. Güzelordu diye diye güzellikler sökün etmeye başladı herhâlde! Diğer GÜZEL açıklama da Türkiye Mühendisler Mimarlar Odası Ordu Şubesi Başkanı (TMMOB) Mehmet Özçelik’ten geldi:
“Okul alanı olarak tahsis edilmiş bu taşınmaza başka işlevler yüklenmemelidir. Bu kadar yoğunluklu bölgeye 24 derslikli bir yapı yapılmak istenmesi bile tartışılması gerekirken, bunun üzerine ticaret alanlarının da eklenmesi hiçbir kamu yararı sağlamamakla beraber salt ticari kaygı güdüldüğü intibâı yaratmaktadır.”
Bu görüşlere tamâmen katılıyoruz. Geçen hafta başındaki yazımızda da ifâde ettiğimiz gibi, bu proje, şehri tıkayan darboğazı aşmak için bir FIRSAT olabilir. Sayın ÖZÇELİK de açıklamasının devâmında aynı görüşleri dile getiriyor;
“Arsa yapısı itibariyle, özel proje ve çevre düzenlemesi yapılması gereken bu bölgede; doğru planlanırsa şehrin nefes alması sağlanabilir, şehrimizin kentsel kimliğine uygun ve görsel manada doyurucu çok güzel projeler çıkarılabileceği görüşündeyiz.''
ANADOLU GÜZELİ
Fâruk Nâfiz ÇAMLIBEL’den bir dörtlükle mîmârî noktadaki duygularımızı ifâde etmeye çalışarak sözü noktalayalım:
Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken
Söylenmemiş bir masal gibi Anadolumuz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun; ayrılıyor yolumuz!
Güzelordu güzel olsun derken, yâni bize özel; yâni, Anadolu olsun! Gerekirse ulusal çapta proje arayışlarıyle berâber, Anadolu taransın. Çünkü yapılacak binâ, en az, belki bir asır, şehrin kimliğini yansıtacak, öğrencilerin mensup oldukları kültür kodlarına paralel gelişecek kişilik oluşumlarına, halkın âidiyet bilincine önemli katkıları olacaktır. Sözün özü, proje, Güzel Ordu’nun orta yerine yakışan güp-güzel bir proje olsun. Bu husus her türlü titizliğe değer.
Bu her iki açıklama ve sonrasında kaleme alınan yorumlar da, bizi bu anlamda ümitlendirdi. Dileğimiz, en kısa sürede, projenin en güzeliyle ve hayırlısıyla belirlenip, bir an önce gerçekleştirilmesidir ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
09.03.2010 |
|
|
NİNELERİN DÜNÜ, KADINLARIN GÜNÜ!
Bu gün, Kurban Bayramı ziyâretlerinde kendisine uğradığımız, yaşı 90’a yaklaşmış bir ninemizin ağzından not aldığım cümleleri sizinle paylaşmanın tam zamânı. Aslında, dünyâ kadınlar günü bağlamında daha güncel değerlendirmeler yapma düşüncesindeyken, dün sabah, sözünü ettiğimiz ninemizin kısmî felç geçirerek hastâneye kaldırılmış olduğu haberini almamız dolayısıyle geçen yılın ajandasına başvurdum. Aradığım kayıtları 2009 ajandasının Kasım ayı sayfalarında buldum.
NİNE YUVALARI, ÇİLE HAVALARI
O gün, çaldığımızda bize kapıyı, kendisinden birkaç yaş küçük olan diğer kardeşi açtı. O da bayram dolayısıyla uzaklardan gelmiş. Bizleri görünce ikisi de çok sevindiler. Dilleri çözüldü. Tâbiri câizse, coştular. Ev sâhibesi olan daha konuşkan. Yaklaşık 50 yıl boyunca zorluklarla tek başına mücâdele etmiş. Gün görmüş olduğu her hâlinden belli. Ayrıca, açık sözlü ve dobra. Biz bir şey sormadan, o kendisi bütün kâlbini açarak döküldü bize.
Konuştukça açılıyordu. Çileler yüzünde çizgi çizgiydi. Ne kadar yaşlı olsa da, açıkgöz, çalışkan ve girişken kişiliği tavırlarından, özellikle konuşma iştah ve harâretinden yansıyordu. Böyle konuşkan ve çenesi işlek olanına rastlamak da her zaman mümkün olmuyor. Biz bunu fırsat bilerek not almaya çalıştık. Keşke çevremizdeki büyükleri böyle konuşturabilip de tecrübelerinden yararlansak. İşte bizim o nineden kapabildiğimiz orijinâl cümleler:
ÇOK ÇİNGENELİK ETTİM!
“Çok Çingenelik ettim. Genç yaşta 6 çocukla dul kaldım. Buralarda kendimi ezdirmemek için eteğimde tabanca, bıçak dolaştım.
Hacca gittim. Hoca dedi ki;
-Sen neye geldin? 6 çocuğu bakıp-edip, yetiştirip, evlendirmişsin; daha ne?
Sizin anlayacağınız, çok çalışıyorduk. Bir günde iki defâ pancar kesip sırtımda Ordu’ya pazara götürüp sattığım çok oldu. Hem de kar dizde. Pancar para etti. Pazara iner-inmez hemen bitti. Tekrar köye gelip pancar keserek omuzlayıp çarşıya döndüm. Çileye bak!
Evlilik yılları hep ayrı bir çileydi. Bizde hiç akıl yokmuş. 7 sene kaynatalık tuttuk. Söyletme tuttuk. Kaynata yanında konuşmak yok. O da demiyor ki; “GİT YAT!” O uyuyana kadar gidip yatmak yok! Öyle ya! Ne derler?
“Garı büyüklerin hizmetini bıraktı, gocasının yanına yatmaya gitti!” derler!
Bi defâsında, çok rahatsızım. Ayakta duracak hâlim yok. Kimseye bir şey de denilmiyor. Bizim odaya değil de başka bir odaya gittim uzandım. O da ayrı bir hatâ tabiî! Sonra, bir sürü sopa yedim. O günün şartalarında haklıydılar belki ama, durumum da dayanılacak gibi değildi. Hâlden anlama diye bir şey de yok!”
ADAMLAR ADAM DEĞİL Kİ!
“Şimdikiler garı mı? Ama, adamlar adam değil ki! Bu yana gel, inek; öte yana sür, öküz! Aha, benim kızımın iki gelini var. Kızım hizmetçileri gibi. İş tamâmen eskisinin tersine dönmüş! Kızım, sabah erkenden kalkıp başlıyor hizmete. Hem de öyle titiz ki; aman gürültü olmasın! Gelinler rahatsız olmasınlar! Saat 11.00 oluyor; hâlâ ses-sedâ yok! Kendisi de gitmiyor çağırmaya; çocuklardan birini gönderiyor, uyanmışlar mı, müsâitler mi, gelebilirler mi baksınlar diye!
Her neyse… Geliniyor. Kahvaltı yapılıyor. Büyük gelin et yemezmiş; ona ayrı yemekler hazırlanıyor. Onun için bezelye kızartılıyor! Eh, şimdi böyle!
Kızım şehirde oturuyor. Bâzen beni yanına alıyor. Gidiyorum zaman zaman. Ama duramıyorum. Tek başıma da yaşasam, en iyisi burası. Korkma da korkmuyorum. Yıllardır hep böyleyim. Oraya, şehre gidince, sabah kahve içiliyor. 11.00’e doğru çay. Sonra kızım güne gidiyor. Her gün bir gün ya da toplantı oluyor. Yatsı çağı geliyor eve. Şimdi kadınlar böyle! Neden? Çünkü, şimdi koca yok! Aslında, koca olsun da bak!”
AÇIK YARADAN ZARAR GELMEZ
Bizim esprili bulduğumuz için aynen aldığımız bu apaçık sözler onların samîmiyetinin göstergesi. Çocuklarına kızgınlıklarından ziyâde, değişim ve dönüşümlerin tezâhürlerini kabûllenmişliğin ifâdesi. Âile içinde de açık olmalılar. Aynı şeyleri, sözünü ettikleri kişilerin yanında da rahatça konuştuklarına emînim. Bunca çileye rağmen böyle dinç kalmasının sebebini de, her şeyi çevresiyle rahatlıkla paylaşmasında aramak gerek. Ne demişler; açık yaradan zarar gelmez.
Evet, dünün de, bugünün de gerçekleri burada, ninenin sözlerinde en açık şekliyle resm’ediliyor. Hangisi iyi? Demokrasi var. Seç seç al! Hangisini alırsınız? Alan varsa alsın! Ben, ikisini de almıyorum; kalsın. İkisi de ne insânî, ne de İslâmî. Bir dengenin tutturulması lâzım. Denge deyince de adâlet geliyor akla.
Kadınıyla, erkeğiyle insanı en iyi bilen, şüphesiz onun yaratıcısıdır. İslâma teslim olmayanı her şey, her kes bir tarafa çeker. Orası da herkesin kendi zevki ve çıkarı tarafıdır. Kadınlar üzerinden dünyânın ne müptezel hâle getirildiğini basın-yayın organları en iğrenç ayrıntılarıyla göz önüne getiriyorlar. Kadını da, erkeği de yaldızlı sahteliklerden ve aldanmışlıklardan kurtarmanın yolu, onları yaratıcının hayat sahnesinde kendilerine verdiği rollere ve prensiplere çağırmaktır.
Yüce Rabbim hala ninemize ve bizlere burada sıhhat ve âfiyetler; az ağrı, âsân ölüm ve kâmil îmanla hayat sahnesinden ayrıldıktan sonra da sonsuz mutluluk kapılarını aralamayı nasîp eylesin ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
08.03.2010 |
|
|
KALPAKLI’DAN VEFÂYA...
Şubat, yapacağını yaptı ve tüm şubatlığıyla geçip gitti. 28’le başlayan şöhretinden tâviz vermeye niyeti yok gibi. Yine fırtınaları ve FIRTINA olaylarıyla ülke gündemini ve özelde Ordu piyasamızı çalkalayıp geçti. Ancak, bu fırtınaların ardı iyi gelecek inşâllâh. Tıpkı, tüm şubatların ardından mart, kışların peşinden de bahar geldiği gibi.
Bizim bu gün, asıl arz etmek istediğimiz şey; mâlumunuz Câvit KALPAKLIOĞLU Ağabey, 2005’in 9 Şubat’ında rahmet-i Rahmân’a kavuşmuştu. Rabbim mekânını cennet eylesin. Avukatlığı ve -kendi tâbiriyle- münevver olarak telâffuz edebileceğimiz kişiliği yanında, aynı zamanda gazetecilik ve yayıncılık yönüyle yerel basınımızda unutulmaması gerekirken, kendisiyle ilgili her hangi bir yazıya yer verilmemesi husûsunu hangi kelimelerle ifâde etmemiz gerekir acabâ diye düşünmekten kendimizi alamadık. Belki, bu şubatta da sürüp giden, dış dünyâdaki doğal depremler, içte de siyâsî ve yargısal depremlerle fırtınaların anaforunda araya kaynayıp gitti diyerek tesellî bulmak en iyisi olacak gibi gözüküyor.
Ama, o dolu dolu bir insandı. Bu toprağın ve onun taşıdığı rûhun karasevdâlılarındandı. Duygu ve düşünce ırmağı sessiz ve derinden akan bu adam, zaman zaman boralaştırdığı ve yüksek sesle söylenmesi gereken yerde haykırmasını bildiği için, onun yankıları bir yerlerden dönüp gelecek ve dinleyicilerini bulacaktır. Ordu’da, belki de ilk yayınevini kuran ve MEMLEKET YAYINLARI adı altında, benim bildiğim en az iki kitap yayınlayan bu adam, dâvâ aksiyonerliği, fikir haysiyeti, gazeteciliği, yayıncılığı ve mücâdeleci aydın kişiliği ile kitaplara konu olacaktır. Onun gürül gürül müktesebâtı bir yerlerden patlak verip, yol bularak gelecektir. Buna inanıyorum.
Cenâzesi, avukat olması hasebiyle, evinden alındıktan sonra Adliye önüne getirilmişti. O zamanın Ordu Baro Başkanı Sn. Kenan ÇEBİ orada, Câvit Ağabey’i -ağyârını mânî, etrâfını câmî diye tâbir edilen- veciz bir şekilde anlatmıştı. O gün o konuşmayı kaydetmek isterdim.
Bir de, Câvit Ağabey kendisi, ölümünden kısa bir süre önce Ensar Vakfı Ordu Şûbesi’nde bir konuşma yapmıştı. Konu başlığı şöyleydi: TÜRKİYE MUHTARI; FETHİ GEMUHLUOĞLU. O gün, Köprübaşı Hatîce CANLI İş Merkezi’ndeki salonumuzda sâdece çok yakından tanıyıp teşrîk-i mesâi ettiği Fethi Ağabey’i anlatmakla kalmamış, Ergun GÖZE’nin, kendisinin ölümü üzerine yazdığı HÂİN MÜVEKKİL başlıklı yazısında vurguladığı cinsten hatıralara da yer vermişti.
Bir nevî içini dökmüştü. Sanki vedâ konuşması yapmıştı. Konuşmacıyı kendim takdim etmiştim. Bir de kamerayla çekim yapmak işgüzarlık gibi bir şey geldi bana. Daha doğrusu mâlûmâtfürûşluğa benzer, işfürûşluk gibi bir şey anlamına gelebilir mi diye düşündüm. Kamera orda durdu, biz de kendisini hâtıralara kaptıran konuşmacının duygu seline kapılıp gittik. İşte, o konuşmayı kaydetmediğime de çok hayıflanıyorum.
Burada yeri geldi. Ölümünden bir yıl önceydi. Ocak ayı. 16’sı. Yer AKM. Yine, Ensar Vakfı Ordu Şûbesi olarak SITKI ÇEBİ ŞÜKRAN GECESİ yaptık. En az 10 yakın arkadaşı SITKI ÇEBİ’yi anlattılar. Tüm program bir televizyon kanalımız tarafından kameraya çektirildi. Ancak, daha sonra istediğimizde kasete bir türlü ulaşamadık. Aradılar, bulamadılar.
Konuşmacılardan biri de Câvit Bey’di. Belki bizim hatâmız da olmuş olabilir, kasetin peşine düşmekte geç kalmış olabiliriz ama, Sıtkı ÇEBİ ile ilgili kasetin de hemen silinmesi, üzerine başka kayıt yapılması, ya da bir yerlere atılması gerekmezdi. Öyle bir kaset fırsat bilinip bir yerlerde saklanmalıydı kimse bir şey söylemese bile. Ama, biz bulmak istediğimiz şeyi olmayacak yerde aramış olmalıyız!
Geçen hafta başı Avukat Kenan Bey’le karşılaştık. Adliye önünde yaptığı konuşmadan aldığım ilhamla, yazdığı gazetede Câvit Âbi’yle ilgili bir yazı kaleme almasını istedim. Cevap olumluydu.
Aynı gündü gâlibâ; bir ara, birlikte aynı büroyu paylaştıkları arkadaşı Av. Tevfik KARABULUT Bey’e de konuyu açtım. Baro’nun dergi olarak bir özel sayı çıkarma düşüncesi olduğunu söyledi.
Şâir Gökhan AKÇİÇEK de, yazdığı bir kitapta Câvit Bey’den de söz ettiğini söyledi. Acele fotoğraf istedi. Sanırım yakında içinde Câvit Bey bulunan bir kitaba kavuşacağız. Sabırsızlıkla beklediğimizi söylemek isteriz.
Hüsnü YÜCEL Bey de, gazetemizdeki ilk yazısında, köşe yazarlığı mâcerâsını anlatırken, ilk defâ, Câvit Bey’in MEMLEKET GAZETESİ’nde yazmaya başladığını belirtiyor. Belki bir gün onunla ilgili hâtıralarını da yazar; kim bilir?
İşte böyle, kıyısından, köşesinden derken, az ya da çok değinilirken, birikimler şahlanıp kitap hacmine ulaşacak; tüm bu çalışmaların sağladığı zemin üzerinde vefâ kitaplığı yükselip zenginleşecektir.
Sözün özü, şehrimizin; vefâ zemîninde taban bularak boy atıp gelişebilecek bir kültür hamlesine ihtiyâcı var demek istiyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
05.03.2010 |
|
|
Önceki gün havalar neredeyse kar yağacakmış gibi bir seyir gösterirken dün sabah bulutsuz bir sabaha uyandık. Rabbimizin, her an, her sâniye yeni sayfalarla, farklı farklı tablo ve enstantenelerle ufkumuzu ve dünyâmızı tâzeleyen sonsuz ikramlarına şükürler olsun.
Bu arada, dallarda tâ Şubat ortalarında başlayan şımarma eğilimi, çiçeklerden yapraklara doğru geçerek erken erken bahar manzaralarına dönüşüyor. Kimileri için oldukça heyecan arz eden bu değişiklikler, üreticiler için yüreklerini hoplatacak bir durum anlamına gelebiliyor. Kar fırtınasının getireceği buzlanma fındık mahsûlü için tehlikeli olabiliyor tabiatıyla.
Hadi hayırlısı. Biz ne desek boş. Sonuçta dâimâ, Allâh’ın dediği oluyor. Bizim konuşmalarımız hiçbir şeyi değiştirmiyor. Sâdece, bizim durumumuz renkten renge giriyor Hak karşısında; o kadar. En iyisi rızâ. Yâni Hak’tan her ne gelirse, ona râzı olmak. Boşu boşuna konuşmak üzerimizdeki îmân boyasına zarar verebilir zîrâ.
“Lütfûn da hoş, kahrın da hoş!” diyebilmek yakışır, adı Müslüman olup, ahlâkı teslîmiyet olabilenlere. Dârüs’Selâm olan cennet, İslâmiyete teslîmiyet gösterenleri bekliyor öncelikle. Şâirin dediği gibi;
Sanma hâce senden ki, zer ü sîm isterler;
Yevme lâ yenfe’u’da kalbün selîm isterler!
( Ey hacı, ey hoca; sanma ki orada senden altınla gümüş isterler;
Hiçbir şeyin fayda vermediği o günde, teslîmiyet üzre yaşamış bir kâlbin ihlâs, samîmiyet ve teslîmiyetiyle bezenmiş bir ahlâkın ürünü olan ameller isterler!”
İşin özü İslâmiyete teslîmiyettir. Kur’ân’da bu adla da geçen ve Cennet anlamına gelen Dârüs’Selâm’la bu iki kelime aynı kökten gelir. Yâni kökdeş olup, birbirlerinin türevleridirler. Dolayısıyla birbirlerinin mütemmimi gibidirler.
ÖZ ve SÖZ
Verdik bezm-i Elest’te elbette sözü
Bu söze bağlılıktır İslâmın özü
“Müslümanım!” deyip de teslîm olanın
Ak çıkar âhirette; ak çıkar yüzü!
Aslında, bahar mevsiminin şu ilk günlerinde, bizi çok heyecanlandıran bu yapraklar ve çiçekler de gelip geçici. Sâdece bir örnek; cennet nîmetlerinin birer nümûnesi. Mevsim mevsim dönüp-dolaşıp geçiyorlar gözümüzün önünden. Sanki görünmeyen bir bant üzerinde yürüyorlar. Hiç biri bizim değil; bizim olduğunu sansak da bizim değil. Her kes “benim!” diyor; “şu dağ benim, şu tepe benim, şu çiftlik benim, şu villa, şu ada, şu site benim!” diyor göğsünü gere gere; öyle de zannediyor; niceleri de öyle demişti, ama, sonuçta bırakıp gittiler.
İşte; asıl başlama noktası orası. Senin olanlar, asıl “benim!” diyebileceklerin; varsa, ordan sonrakilerdir. Buralarda görünenlere dalıp gitmişsen yanılmışsındır. Senin yaptığın, çocukların oyuncaklarıyla oynamasından farklı bir şey olmaz o zaman. Lâkin, gördüklerini “gerçek” gözüyle değerlendirebilmişsen ve onu gerçeğe yorabilmişsen, ne mutlu sana! İşte, ibret gözüyle bakmak denen şey de budur!
ESER
Şu kâinâta sen hiç ibret ile baktın mı?
Kâlbinde yalım yalım aşk ateşi yaktın mı?
Gelenler gitmektedir; sen de yolcusun elbet:
Hayırla andıracak bir eser bıraktın mı?
Ne mutlu, ömür şeridi altımızdan, çeşit çeşit imkânlar ve nîmet tezâhürleri de önümüzden akıp giderken, gerçek anlamda akıllı bir insan gibi uyanık davranıp, oradan sonsuz âhiret yolculuğu için bir şeyler kapabilenlere!
Yüce Rabbimizin, bize heyecan veren baharların hakîkîsi olan Cennet nîmetlerine de bizleri ulaştıracak uyanıklığı hepimize nasîp etmesi dileğiyle sizlere selâm, saygı ve sevgilerimi sunuyor, cumânız mübârek, yüreğiniz “kâlbün selîm” bir yürek olsun diyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
04.03.2010 |
|
|
Yaklaşık 3 yıldır Güzelordu İlköğretim Okulu şehrimizin gündeminde.
Yeniden yapılması ve yapılırken yeniden yapılandırılması zarûret.
Bu noktaya kadar evet, ancak sonrasında rivâyetler muhtelif!
Kararlar netleşmiş değil. İş uzadıkça uzuyor. Proje 3. vâlisinin uhdesinde.
Böyle olması çok daha güzel aslını sorarsanız. Bir nevî teennî (temkin) gibi.
Ordu’da kolektif şuur gelişmediği için her şey tutanın elinde kalıyor.
Kapan götürüyor, işi bitiriyor. İş olsun, cepler dolsun hesabı yapılıyor.
Sonuçta ortaya güdük icraatlar çıkıyor. Vakıf binâsı çok mu güzel oldu?
Zor nefes alan şehrin tık nefes olmasına bir nevî katkı teşkil etti.
Karacalar karmaşaca oldu; olan karacalara ve vatandaşın parasına oldu!
Her şey böyle bilinçsizce yapılmağa mahkûm mu bu topraklarda?
Şu an teleferiği merak ediyorum; temeli atılacakmış. Ama ben kuşkuluyum!
Neden mi? Kimseden değil inanınız ki! Teâmülden ve temâyüllerden!
Acabâ gerçekten en ideal yer seçilebildi mi? Nokta tam yerine mi konuluyor?
Kompozisyonun son kelimesi icraat olsun da, gerisi önemli değil mi yoksa?!
Güzelordu İÖO binâsı plânlanırken yapılan tüm hesaplar ekonomik.
Adı okul ama, “okul”, okul binâsının üçte biri! 3’te 2’si Otopark ve işyeri.
İlle de muhâlefet olsun diye bir kaygım yok. Ben şehirden yanayım.
Güzelordu bir fırsat. Şehir için, kültür için, çocuklarımız ve hepimiz için!
Köprübaşı mevkii şehrin en sıkışık yeri. Trafiğin darboğaz noktası.
Ordu’nun kültürel mekânlarının hepsi de sıkıntılı. Uzak ve elverişsiz.
HST ilköğretim okulu yıkıldı. Yaz tâtilinde yapılıp yetiştirildi.
Çok da güzel oldu. Binâ eskisinden daha büyük olmasına rağmen,
öyle güzel plânlanmıştı ki, hem şeklen hem de mevkî olarak denk düştü.
O civâra, öğretmenlere, öğrencilere, trafiğe; herkese nefes aldırdı.
Hem de, binâya benzer kişilikli bir binâ oldu. Sn. Müdürümüzü tebrik ettim.
Ama, bu sefer o memnun değildi: “Keşke son katını da salon yapabilseydik!”
Yılmaz UZUN Bey haklıydı. Ne kadar güzel olurdu. O çevrede salon yok.
O kadar okul var, resmî kurum var, eğitim var; salon yok, kültür yok!
Bence Güzelordu İÖO binâsı ve çevresi öyle plânlanmalı ki,
Köprübaşı Mevkii nefes alsın. Yol, köprü, dere ve arka cadde, hatta o ada;
hepsi birden plânlansın. Gerekirse derenin üstü de plâna dâhil edilsin.
Çocuklarımıza gönüllerince koşacağı sahâsı olan bir okul kazandırılsın.
Şehir işyeriyle dolu zâten. İşyeri açıyoruz ama, insanlara yürümeye bile yer yok.
Otopark diyoruz. Küçük yapsan olmaz. Büyük yapsan şehrin nefesini tıkar.
Bülbül Deresi’nin havasını bozar. Manzarayı betonlaştırır. Gözü yorar.
Karar verilirken her boyut çok iyi değerlendirilsin. Mesele yap-boz değil.
Kodlarımıza uygun, eğitim, kültür ve çevre hassâsiyeti ekseninde bir proje.
Orası şehrin tam orta yeri. Oradaki okul şehrin kimliğini yansıtır.
Lütfen, şekli şekle benzesin. Duruşu duruş olsun. “Okul gibi okul!”olsun!
Hep kuruşu kuruş olsun hesabı yapmayalım. Önce kültür, önce eğitim!
“Altı kaval, üstü şişhâne!” gibi ucûbe bir şey olmasın. Derdimiz bu!
Biz ne mühendisiz, ne de mîmar. Belki söz söylemeye hakkımız bile yok.
Ancak, biz de burada yaşıyoruz. Biraz göz biraz da öz zevkimiz vardır.
Biz de bu milletin parçasıyız. Onun için “bir parça şey” söylemeye çalışıyoruz.
Hesap yapın yapmasına elbette, ama; içinde kitap da olsun, kültür de, letâfet de!
Gez-göz-arpacık; ekonomi, çevre, kültür; tam isâbet olsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
02.03.2010 |
|