|
|
ŞUBAT DEYİNCE CÂVİT, NÎSAN DEYİNCE; SITKI ÇEBİ…
Tabii bunları ölüm târihleri îtibârıyle söylüyorum. Mâlum, Câvit KALPAKLIOĞLU Ağabey 9 Şubat 2005, Sıtkı ÇEBİ Üstad da 29 Nîsan 2006’da rahmet-i Rahmân’a kavuşmuştu.
Eğer bu insanlar, yaptıkları, yaşadıkları, yazdıkları ve de kişilikleriyle bir yerel değer olarak kabul ediliyor ve toplum hâfızasının bir taraflarında yerlerini almalılar diye düşünülüyorsa ve zaman zaman hatırlanmalarının ve de hatırlatılmalarının gerektiğine inanılıyorsa, bu aylar onlar için adres olabilir. Başlığı bu anlamda koyduk.
Her yörenin kendine has özellikleri vardır. Kişiliği, kimliği, kişileri ve de kimseleri vardır. Tıpkı, her ülkenin çağrıştırdığı isimler gibi, memleketlerin, vilâyet ve bölgelerin, hattâ köylerin maddî ya da mânevî anlamda öncüleri, temsilcileri, önderleri vardır; ki, yaptıkları çalışmalar, ortaya koydukları faaliyetler, bıraktıkları eserler îtibârıyle unutulmazlar arasına girmişlerdir.
Başlıkta yer alan iki ismin, bu özellikleri taşıdığını düşünüyorum. Nitekim, geçen gün arşivde elime geçen, Muzaffer GÜNAY Bey’in kurucu başkanlığı döneminde EĞİTİM-BİR SENDİKASI ORDU ŞÛBESİ tarafından IV. ORDU KİTAP KÜLTÜR FUARI tanıtım ve faaliyetleri çerçevesinde yayınlanan bültende yer alan bilgiler de bizi bu noktada teyid ediyor.
Kasım-Aralık 1998 döneminde yayınlanan bültende, fuarın târihçesinden söz edildiği noktada, katılımcılar bir bir tanıtılırken bu iki isim öne çıkıyor. Hem de, fuarla ilgili etkinliklerin hemen hemen her karesinde mevcutlar.
Bültende, Câvit Bey’in sohbet ve konuşma faaliyetleriyle sıcak tebessümlü fotoğrafları hâricinde, MEMLEKET YAYINEVİ başlığı altında şu cümlelere yer veriliyor:
“Kurucusu ve sâhibi Av. Cavit KALPAKLIOĞLU. Memleket adlı gazetesiyle yıllarca yöremizin tanıtımında büyük hizmetler veren Kalpaklıoğlu önemli bir kültür adamı.
Yayınevi, üç eser yayınlamakla, taşrada böylesine zor bir işin başarılabileceğini kanıtlamış durumda.
Yıllarca, ulusal gazetelerde makaleler yazan Av. Cavit Kalpaklıoğlu, çok değişik yerlerde verdiği konferanslarıyla da tanınmaktadır.”
Aynı bültende, Ordu Kültür Sanat Dünyâsının Duayeni olarak takdim edilen Sıtkı ÇEBİ ile ilgili olarak da şunlar yazıyor:
“Gelmiş geçmiş en önemli ORDU ARAŞTIRMACISI’dır. Bu değerli insan, bıkıp usanmadan çalışmalarını hala sürdürmektedir. Ordu’nun 10 civarında ilçesini ayrı ayrı kitap hâline getirdiği gibi, Ordu Şehri’nin iktisadi, ekonomik, kültürel, tarihi yönleriyle ilgili onlarca eser yazmış bir değer. Sıtkı Çebi şu sıralar, ORDU ANSİKLOPEDİSİ çalışmaları için kolları sıvamış durumda. Ordulu akademisyenlere de başvuru kaynaklığını yapan Sıtkı ÇEBİ, gerçek değeri pek bilinmeyen bir uzman olarak keşfedileceği zamanları bekliyor.
İşte buradan sesleniyorum;
Ordu, yaşı yetmişi geçmiş bu mütehassıs kimliğinin kıymetini mutlaka anlamalıdır. Her nasıl olacaksa, Sıtkı ÇEBİ’den istifade edilmeli, eserlerinden, projelerinden ve hala tükenmeyen enerjisinden gerektiği biçimde ürün elde edilmelidir.
Yarın mı dediniz? Çok geç kalabilirsiniz. Bizden hatırlatması efendim…”
En azından yazarlıkları ve yerel basın-yayın ve kültür hayâtına katkılarıyla unutulmaması gereken bu şahsiyetlerin, şimdi ikisi de rahmetli. İkisinin de yeri boş. Yerleri dolmuş olsaydı, anılırlardı hiç olmazsa. Anmak da anlamakla ilgili çünkü.
Yine de peşin konuşmayalım. Şubat mâlum gündemleriyle kavga-gürültü geçip gitti ama, Nîsan’ın, daha henüz ortalarındayız ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
14.04.2010
|
|
|
BAŞKENTTEN YEREL BASIN NOTLARI!
Ordu Vâliliği İl Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nün sitesinde yer alan bilgilerden anladığımıza göre Ordu İl genelinde 10’u günlük 8’i haftalık olmak üzere 2o’ye yakın vasıflı gazete yayınlanıyor. En az birkaç katı da bu kategori dışında, kendi imkânlarıyla yayın faaliyetlerini sürdürmeye çalışanlar olmak üzere toplam olarak 100’e yakın yerel neşriyat kuruluşumuzun var olduğunu tahmin ediyoruz.
Bilgisayar sistemlerinin sağladığı kolaylık bu iş kolundaki trafiği oldukça arttırdı. Biraz imkânı, biraz birikimi, biraz da hevesi olan herkes, bir de bilgisayarı oldu mu, istediği takdirde bir gazete ya da dergiyle karşınıza çıkabiliyor. Neresinden bakarsanız bakınız; güzel bir şey bu.
Ancak, her alanda olduğu gibi basın-yayın alanında da bir dağınıklıktır gidiyor. Belki çoğaldıkça kontrol de zorlaşıyor. Herkes kendi sokağında koşuyor, koşuyor. Bir meydanda, aynı plâtformda buluşup, ortaklaşa bir takım organizasyonlara, projelere, programlara imza atıldığını duydunuz mu hiç? Ya da bir şeyler yapılıyor da, bizim haberimiz mi olmuyor yoksa? O da, netîcede iki taraflı bir sorumluluğun ya da sorumsuzluğun ifâdesi! Her neyse…
Köşe yazılarında da olsa, birbirlerine atıfta bulunan, ya da iltifat eden, var mı? Hiç olmazsa bir cümleyle değinip takdir eden, hattâ muhâtap alan?! Kendisinden başkasını da var sayan, veyâ! O da, varsa bile; birkaç istisnâ belki!
BAŞKENT NOTLARI üst başlığıyla yazan Sn. Ali ÖZTÜRK Bey’in bu istisnâlardan biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kimbilir, Ankara’da, buralardan uzaklarda yaşıyor olması bu anlamda bir avantaj teşkil etti belki de!
Sn. ÖZTÜRK, geçen ay sonu köşemizde kısmen değerlendirdiğimiz ORDU YEREL BASINI adlı yazısında şöyle diyordu:
“Ordu’daki yerel gazetelerden, inter-nette web sitesi olanları, vaktim oldukça bilgisayardan takip etmekteyim.
Hepsinde de yerel konularla ilgili haber ve yorumlar haliyle epey bir yer tutmakta.
Bunun yanında ülkemiz genelini ilgilendiren konularda da bazı yazarlarının yorumları, gerçektenden de genel basındakileri aratmayacak kadar üstün nitelikte.”
Sn. yazar, bu genel değerlendirmelerden sonra, yazılarımıza uygulanan yasaklar bağlamında ele aldığı yazısında, belki de tesellî sadedinde şahsıma dâir iltifatlarda da bulunuyor;
“Bunlardan Hayat Gazetesinde yazan Nuri Kahraman Bey var. Benim kendileriyle hiç bir tanışıklığım yok ama yazılarını devamlı takip etmekteyim.
Yazdıklarından dindar bir kişiliğe sahip olduğunu anladığım Nuri Bey, ayni zamanda şairmiş de…
Bu nedenle, zaman zaman şiirleriyle de renklendirdiği yorumlarını, sıkılmaksızın ilgiyle okurken ayrı bir keyif aldığımı da söyleyebilirim. . Eline, diline sağlık…”
Benim de kendisini tanımadığım, görmüşlüğüm dahî olduğunu hatırlamadığım Sn. Ali ÖZTÜRK Bey’e gazetemiz, yazarlarımız ve şahsıma yönelik değerlendirme ve iltifatlarından, ayrıca Ordu Basını konusunu gündeme getirerek mevzûun olgunlaşma seyri açısından bizlerin de duygu ve düşüncelerimizi açıklamamıza bir nevî fırsat sağlamasından dolayı tekrar teşekkür ediyorum.
“Her şerde bir hayır vardır!” diye boşuna söylememiş atalarımız. İnşâllâh, bir vesîleyle, ilk fırsatta tanışmak, görüşmek dileğiyle, sevgi ve saygılar sunuyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
13.04.2010 |
|
|
ÜNYE’NİN SAĞI, ORDU’NUN SOLU…
Öteden beri Ünye’ye hep imrenmişimdir. Çok konuda bizden daha öndeler çünkü.
Bu duygum, devlet hizmetlerinde her dönem bizi geçmelerinden değil sâdece.
Akkuş’ta görev yaptığım yıllarda gelip-giderken hep uğrar; gezer-dolaşırdım.
Okulları, kitabevleri, matbaa ve gazeteleriyle, faaliyet ve siyâsetleriyle farklıydılar.
Fatsa da öyle. Zâten, o havzayı birlikte değerlendirmek gerekli. Özellikle Ünye’nin,
bizden daha çok bakan’ları oldu. Şu an da devlet ricâli olarak bizden yine öndeler.
Bilhassâ mânevî ve kültürel konularda. Bana mı öyle geliyor yoksa yalnızca?
İsterseniz arz edeyim: Bir Ömer ÇAM Hocamız vardı yüksek okulda okurken.
İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nün en sevilen, babacan hocalarındandı.
Millî-mânevî heyecanları ve engin kişiliği ile Türkiye’ye mâlolmuş bir şahsiyettir.
Köyü, daha sonra Akkuş ilçe olunca oraya dâhil olsa da nüfus kâğıdı Ünye diyordu.
Ayrıca, Ünye’de çok görev yaptığı ve mâcerâlı günler geçirdiği için hâzâ Ünyeli’ydi.
Ben Akkuş’ta görev yaparken yazın köyüne geldiğinde bizi de arar görüşürdük.
Şimdi rahmetli oldu. Ama Ünyeliler VEFÂKÂR. Her ölüm yıldönümünde anıyorlar.
Hâtırasını tâzîz edip, hizmetlerini anlatıyorlar. Hep birlikte duâlar ediyorlar rûhu için.
Bizim anacak, örnekliğiyle meş’ale olacak ne ölü ne diri bir hocamız bile yok henüz. Ordulular olarak, bu konuda hâlâ ne bir çalışmamız, ne de bir derdimiz söz konusu!
Tıpkı daha önce, eli öpülecek, duâsı alınacak bir hocamız olmadığını yazdığımız gibi.
İsim yok değil ama, araştırıp târih sahnesine çıkaracak gayretler yok. Meselâ şu an,
elimde, önsözünü ÜNDER başkanı İdris Nâim ŞAHİN’in yazdığı bir kitap var:
“Sicill-i Ahval Defterlerinde ÜNYE DOĞUMLU OSMANLI DEVLET ADAMLARI”
Yazar İrfan DAĞDELEN. Burada 100’e yakın ismi tıpkıbasım kaynaklarla tanıtmış.
Ordu doğumlu devlet adamı yok mu hiç? Elbette var ama; HAYRÜL’HALEF yok!
Üzerine görev düşenlerin yaptığı bol bol kulüp işleri, danslar, eğlenceler, festivâller vs…
Fakültelerimizin yerel târih ya da edebiyâtla ilgili bir çalışmalarına şâhit olmadık.
Sivil anlamda da kültür-edebiyât ve vakıf çalışmalarında ÜNYE her zaman önde.
Bir SÜKÛT DERGİSİ’ni hatırlıyorum ilk etapta. KERTENKELE var, UZAK var.
Bu yazıyı yazmama sebep, bardağı taşıran son damla; ÜNYE KÜLTÜR var.
Kültür, Edebiyât, Bilim ve Sanat Dergisi diyor logonun altındaki açılımda.
Ünye İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü çıkarmış, ama muhtevâ olarak oldukça sivil.
Zaman zaman bizde de çeşitli dâireler dergi çıkarıyor. Göstermelik. Resmî bülten gibi.
Bu dergi farklı. Ayrıca üzerinde durulmaya değer. Çıkaranları tebrik ediyorum.
Başta Müdür Mehmet GÜR Bey ve Vâhit DURAN, Recâi KESKİN vs. tüm isimleri.
Ünyeliler’in sanatçıları da farklı. Önceki gün haber dikkâtinizi çekti mi bilmiyorum;
Ferhan ŞENSOY Ünyeli’ymiş. Mâlum, Ünye’de CANİK diye de bir dergi var.
2. sayısı yeni çıktı. Ferhan Bey dergiyi duyar duymaz kendiliğinden abone olmuş.
Kimse haber vermeden, o bir şekilde duyunca hemen dergiyi aramış, parayı yatırmış.
Benim yazıyı yazdığım şu anda bir grup Ünyeli İstanbullardalar, heyet hâlinde.
İlim Yayma Cemiyeti’nin kongresine gittiler. Hem de bir araba dolusu. Hizmet aşkı!
Gitme görevi olmayanlar da, “biz de gidebilir miyiz” diye ricâ etmişler ve katılmışlar.
Bizde ise gitmesi gerekenler bile gitmediler. Başta bizler gitmeliydik meselâ!
Yanımıza kimseyi bulamayınca, biz de zâten bahâneye bakıyoruz. Orduluyuz ya!
Biz hep böyleyiz! Burada bir hâl var dostlar. Henüz çözebilmiş değiliz.
Ama çözmek ve bu kısır döngüyü kırmak zorundayız. Artık Üniversite şehriyiz.
Buraya gelen çocukların sorumluluğu bizim üzerimizde. Ev sâhibiyiz çünkü.
Mâkus tâlihini yenmeliyiz bu kentin. Canlanmalıyız. Ünye canlı ve kazanıyor.
Sağduyulu kültürel faaliyetler, vakıf faaliyetleri ve seçimlerdeki tercihleriyle.
Biz “Orduyuz, farklıyız!” deyip çıkıyor; hep âsîleri oynuyor, aykırı takılıyoruz.
Sonuçta da hep zarar ediyoruz. Şu güzel şehirde güzel şeyler yapamıyoruz bir türlü.
İşin siyâsî kıvâmı, bürokratik insicâm boyutu ve kültürel alt yapısı başlıbaşına bir konu. Yazılabilecek daha çok şey var yâni bu vâdîde. “İnşâllâh bir dahaki sefere” diyor;
Ünyeli arkadaşlarımızı, örnek hizmet çaba ve heyecanlarından dolayı tebrik ediyor, başarılarının artarak devâmı dileğiyle selâm, sevgi ve saygılar sunuyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
12.04.2010 |
|
|
YILDIZ HASRETİ
Bu gün Osman MÜFTÜOĞLU’yu konu etmek için açtık sayfaları. Ancak, onun için düştüğümüz notların hemen üstünde, aynı sayfada, aşağıdaki mısrâlar yer alıyordu. Kendi adımıza yazılmış bu AKROSTİŞ şiir benim için de sürpriz oldu. Belki de, Osman Müftüoğlu ile pek alâkalı değil ama, benzer bir melâli terennüm eden bu duygular aynı kompozisyonun satır araları gibi. Ya da bir elmanın iki ayrı yarısı. Biz bir yıldız peşindeyken, elimizden bir başka yıldızın kaymasını ve o günlerin Türkiye’sinde yaşanan olayların aks-isedâsını ifâde eden bu iki bölümü birlikte arz ediyoruz:
AKROSTİŞ
Nerdesin ey gönlümüzün yıldızı; yer-gök hasrettir sana?!
Uzun sürdü ayrılıklar; yurtlar boyandı kana…
Rızâ aranılmayan hayâttan râzı olmak ne mümkün
“İki cihan” diyoruz; ne ondan yanayız, ne bundan yana!
Kahrımızdan ölüyoruz; kahramansızlık kahretti bizi
Ayaklarımızda batının prangaları; kölesiyiz, halkalı
Hani, nerede izzet? Kalmadı, kitap kalkalı
Rûhlar cenderede; sevdâsızlığa sevdâlı
Atı alan geçti Üsküdar’ı; biz tâkibe takılalı
Merhameti var mı şimdi, merhamet ettiklerimizin?
Adımlarında hak var mı, yolunda gittiklerimizin?
Nerdesin ey gönlümüzün yıldızı; hepimiz hasretiz sana?!
9.4.1992 Ordu İHL
Aynı sayfanın alt bölümünde Osman MÜFTÜOĞLU ile ilgili notlar var. Ne yazık ki, bu yazılanlar cenâzesiyle alâkalı. Daha önce kendisiyle yakından tanışmak pek mümkün olmadı. Ülkeye nice değerli hizmetler eden sayılamayacak kadar çok eleman yetiştiren Ordu İmam-Hatip Okulumuzun kurucularından olması hasebiyle ve ilmî, kültürel kişiliği nedeniyle bilinmesi ve de hayırla yâd edilmesi gereken şahsiyetlerimizden. Bugün, bu anlamda sâdece bir başlangıç olacak. Elimizdeki diğer bilgileri ve araştıracaklarımızı bir başka yazıya bırakıyor, cenâze günü derc ettiğimiz cümleleri buraya alıyoruz:
“10.4.1992 Cumâ günü, okulumuzun temelinde maddî-mânevî harcı bulunan, TEYNELİ KÖYÜ’nden Osman MÜFTÜOĞLU Amcamızın cenâzesine gittik. Güzel bir bahar gününde, yapraklar, çiçekler arasında Teyneli Câmii’nde kılınan namazı müteâkip kalabalık bir cemâatle uğurladık. Tanıdığımız, bildiğimiz, duyduğumuz kadarıyle yaşantısı onu, gittiği âlemde de yapraksız, çiçeksiz ve yalnız bırakmayacaktır. İnancımız bu. Allâh (CC) hepimizin sonunu hayırlı eylesin…
MÜFTÜOĞLU Amcamızla birlikte, bir de kültür dinamiğimizi kaybetmiş olduk. Kendisi, eski kültürümüzü bilen, konuşmalarında kullanan, kılık-kıyâfeti, kelime hazînesi ve kimlik, kişilik özellikleriyle eski espriyi yansıtan Osmanlıca okumayı, yazmayı; her tür, yazılış özellik ve pratiği îtibârıyle en zor metinleri çözmeyi çözmede benzeri bulunmayan numûne bir Osmanlı bakiyyesiydi.
Denilebilir ki, eski resmî evrâkı okuyabilecek son bir-iki kişiden biriydi. İnsan, böyle şahsiyetleri kaybettikçe, temelleri sarsılmakta olan bir binâdaymış gibi hissediyor kendisini. Duygular depremini yaşıyor sanki! Ne giden gittiğinin farkında, ne de kalan, niçin kaldığının?”
Rabbim cümlemizi kadrükıymet bilen, vefâlı nesillerden eylesin.
Merhûmun mekânı cennet olsun; kabri de nûrlarla dolsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
09.04.2010 |
|
|
ODÜ’DEN NÂZIM RÜZGÂRI
Bizim yetiştiğimiz zamanların fikrî hareketlerinin bir yanında NECİP FÂZIL vardı, öbür yanında NÂZIM HİKMET. Biri sağın heyecanlarını okşuyor, hissiyâtına tercüman oluyordu, biri solun. Nâzım Hikmet hayatı boyunca hep bu minval üzere oldu ve böyle bilindi. O zamandan bu zamanlara, her iki çizgide de niceleri yetişti ama, bayrak hâlâ bu iki isimde gibi.
Ne alâka diyeceksiniz belki? Mâlum, bu akşam Saat:19.30’da, ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ’nde, ORDU ÜNİVERSİTESİ ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE KULÜBÜ’nce (ODÜ:ADK) düzenlenen "Bir Asrın Hikâyesi; Nâzım HİKMET" konulu Şiir Dinletisi var. Program herkese açık.
NÂZIM HİKMET’i gerçek anlamıyla CEZÂYİR’de fark ettim. Oralarda, Türkiye adına merak edip araştırdığım her yerde karşıma NÂZIM’ın Fransızca kitapları çıktı. Resmî ya da sivil bütün kitabevlerinde onun kitapları başköşedeydi. Bir yandan, ülkem adına kıvanç duyarken, öbür yandan, bir İslâm ülkesinin diğer İslâm ülkesinden bula bula bu ismi başköşeye oturtması garibime gitti. Ama, şurası mâlumdu ki, Fransa komünizmin kültürel merkeziydi ve de Cezâyir, bu ülkenin uydusu, sömürgesi, hattâ 2. adresiydi.
Mâlum, Nâzım Hikmet RAN, eserleri, özellikle şiirleri ve misyonuyla ülke sınırlarını aşmış bir yazar. O, her şeyden önce iyi bir şâir. Hayât hikâyesi başlıbaşına bir serüven. Sâdece kendisinin değil, fikriyâtının ve de ülkenin hikâyesi aynı zamanda. Oldukça da dramatik. Osmanlı sonrası nesillerin rûh istihâlelerinin serencâmı mâhiyetinde. Eğer incelenirse ibretlerle dolu.
Kısaca değinmek gerekirse, NÂZIM, 20 Kasım 1901 târihinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun stratejik merkezlerinden birinde, SELÂNİK’te doğdu. 3 Hazîran 1963’te de Rus İmparatorluğu’nun merkezi olan MOSKOVA’da öldü. Nereden nereye?
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını, anne-babasının ayrılması dolayısıyle, mevlevî olan dedesinin yanında geçirdiği için millî-mânevî tesirlerden nasîbini almıştır. Bunun sonucunda, konu olarak da millet, memleket, vatan, Mevlana, câmi, dergâh ve sevgi gibi konuları işleyen Nâzım, daha sonraki dönemlerde, yeni çağın modasına uyarak, tanıştığı sosyalist çevrelerin etkisinde kalmıştır. Bu değişim ve yeni hava, onu Moskova’ya kadar sürüklemiştir. Onun, bu döneme ait şiirleri, yazıları, tavır ve görüşleri hep tartışma konusu olmuştur.
Öyle ki, gençliğinde yazdığı şiirler, bu yeni vizyon ve misyonunun gölgesinde kalmıştır. Hâlbu ki, onun nispeten kendisi kalmış, değişime uğramamış dönemdeki temiz fıtratının tezâhürü olan şiirleri ne yazık ki hiç de yabana atılacak ve de biliniyor değildir.
İlk başlarda, her Osmanlı vatandaşı gibi o da aldığı eğitim ve yaşadığı çevre îtibârıyle gerekli dînî terbiyeyi almış, mânevî kavramlara âşinâ bir insandı. Nitekim, İstanbul’un Fethi’ni anlatırken;
“İslâm’ın beklediği en şerefli gündür bu:
Rum Konstantiniyye’si oldu; Türk İstanbul’u”
Sonraları "Güzel Yüzlü Şair" veya "Mavi Gözlü Dev" lâkaplarıyla anılacak olan bu yağız Osmanlı delikanlısı yolu, batı tipi yaşayışın ülkemize oradan sirâyet ettiği kâbul edilen Beyoğlu’ya düşüp de o dev kiliseleri, pespâye eğlenceleri, yüksek binâları ve açık-saçık hayat tarzıyla aslından kopuk manzaraları ve tüm bunlar arasında boynu bükük bir garip gibi algıladığı AĞA CÂMİİ’ni görünce şu duyguları terennüm etmekten kendini alamamıştır:
“Havsalam almıyordu bu hazin hâli önce
Ah, ey zavallı câmi, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi îmânıma bağlandım;
Allâh’ımın ismini daha çok candan andım.”
Bu konuya girince çok derin ve boyutlu olduğunu gördüm. Böyle çok örnek şiirler var. Aslında tam bir kitaplık ve de bol ibretlik bir konu. Her tarafı dram. Hepimizin oraya buraya savruluşunun sol kanat hikâyesi. İnsanları, nesilleri bir yana bırakalım, devleti giden nice topluluklar, nice halklar, nice milletler nice meçhullere savruldular. Hâlâ da kıvranıyorlar. İşte Irak, işte Afganistan, işte Bosna, Kosova, Yemen, işte Kudüs ve daha niceleri. Hepsi aynı tesbihin tâneleri. Nâzım Hikmet sâdece bir zerre.
Öyle güzel şiirleri var ki, keşke onları, başladığı duygular üzerine binâ etse ve yalancı rüzgârlara kapılmayıp da Hak üzre gitseydi de bugün biz onun için bir Fâtiha okumayı aziz bir görev bilebilseydik!
Ve bu akşam onun için toplanan gençler ve de cümle katılımcılar onun için duâ etmek adına burada bulunsalardı. Duâ edenler de, kendisi için duâ edilenler de şu cumâ gününün bereketinden istifâde etselerdi. Ölenler de kalanlar da, her hâlükârda kazansaydı!
Sevgili kardeşler. Cumânız mübârek olsun. Yüreğiniz, en başta îmânımız olmak üzere cümle nîmet ve güzellikleri fark etmenin bilinç ve heyecânıyla dolsun. Rabbim hepimizin sonunu hay’reylesin. Bu duâyı hiç unutmayalım.
Anmalar, yanmalar, kendini bir şey sanmalar;
şanlar, şöhretler kimin olursa olsun;
Kim ne derse desin, hiç önemli değil;
yeter ki gönüllerimiz maksûdunu bulsun, ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
08.04.2010 |
|