Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4609099
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.69.7.226
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
BİR DERGİ, BİR RESİM, BİR ÜMİT..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BİR DERGİ, BİR RESİM, BİR ÜMİT…

Önceki gün İmam-Hatip Lisesi’ne gittiğimde güzel bir tevâfuk eseri İSLÂMÎ EDEBİYAT DERGİSİ’nin son sayısıyla karşılaştım. En az onun kadar, içerisinde yer alan isimlerle karşılaşmak ta son derece sevindirdi beni. İslâmî Edebiyat Dergisi, İstanbul YİE’den Hocamız Prof.Dr. Osman ÖZTÜRK ve roman, şiir, fikir türü aksiyoner eserleriyle hepimizin yakından tanıdığı Ali NAR Hocamızın öncülüğünde çıkan zengin misyonlu bir dergi. Öteden beri tâkip ediyoruz. Zaman zaman şiirlerimiz de yer aldı.

Lâkin uzun süredir bir kopukluk oldu. Muhtevâ îtibârıyla genele hitâbeden bir frekansı bir türlü yakalayamadı. İsmi de büyük olunca, ismine müsemmâ bir trendi tutturamadı. Tutuk ve tutucu kaldı. İslâmî Edebiyat gibi iddialı bir isimle çıktı ama, kapsama alanı çok mahdut kaldı. Bu anlamda hem çıkaranlarda, hem de tâkip etmeye çalışanlarda bir isteksizlik, heyecan kaybı meydana geldi.

Derken, işte dün Ordu İHL Başmuâvini Feridun ALBAYRAK Bey’in odasına girdiğimde gözlerime inanamadım. Her şeyden önce derginin devam ediyor olmasına sevindim; hem de ilk etapta yeni şekli sardı beni. Sayfalarını karıştırırken ise sevinçten uçtum. Dergi eskiyle yeniyi mezcetmiş, güzel bir frekans tutturmuştu. Ülkemizin hüsnü kabul görmüş eski, yeni tarz edebiyatçıları yerlerini bulmuştu. Allâh hepsinden de râzı olsun.

Osman Hocamız yine başta. Ali NAR Hocamız 3 farklı yazıyla en çok yeri işgâl ediyor ve ağırlık onda. Sonra İst.YİE’den sınıf arkadaşım Hasan Fehmi Bey. O da dergide. Ne kadar sevindim bir bilseniz. Onun edebî zevkine ve duygu bilincine çok güvenirim. Tâ o zamanlar, özü, kaybetmeden buldurmanın yeni yolunu yakalamıştı. Bu sayıda da güzel bir şiiri var. Ayrıca, İmâm-ı Âzam Efendimizi anlatan nefîs bir tiyatro tercümesi var.

Bu arada, o yazıyı okuyunca toplumumuzda ve gençler arasındaki o eski tiyatro ve piyes tadlarının maalesef bir nostalji boyutunda kaldığını esefle fark ettim. Nerdesiniz yazarlar, nerdesiniz heyecanlı gençler? Haydi tiyatro eseri bulmaya, yoksa yazmaya ya da tercüme etmeye ve de sahnelemeye!

İSLÂMÎ EDEBİYAT’ın 49. sayısındaki isimler ve yazıları topluca vereyim ki, tablonun zenginlik ve güzelliğini siz de görün:

Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK: Mâhir İZ Hocamın Edebî Şahsiyeti

Mustafa ÖZÇELİK: Yunus’un Çağdaş Bir Yorumcusu: SEZAİ KARAKOÇ

Yasin HATİBOĞLU: FİGAN OLACAKASIN DİYE KORKTUM (Şiir)

Dr. Cahid ÖNEY: SEÇME BEYİTLER Harun ÖZDEMİR: TURNALAR ÖLSÜN (Şiir)

Hicabi KIRLANGIÇ: Mevlânâ’dan Şiir Tercümeleri

Dr. H.F.ULUS: EBU HANİFE ve TARTICI(Tiyatro, Arapçadan Tercüme)

Bünyamin DOĞRUER: KALBİMİN ŞEHRİ (Şiir)

A.Vahap AKBAŞ: EDEBİYAT YAPMAK Derya ÖRS: DELİ GÖNLÜM (Şiir)

Mehmet TÜRKAN: SOFUZADE MEHMET TEWFİK ve ŞİİRLERİ (Tahlil)

Nurettin DURMAN: Romancı MUSTAFA MİYASOĞLU (Röportaj)

Hüseyin K. ECE: AYNAYA YANSIYAN ARZULAR (Şiir)

Ali NAR: Arap Âleminde OSMANLI  ve TÜRKLER İle İlgili Olumlu Şiirler (Tahlil)

Dr. Mehmet YILMAZ: İslâmî Edebiyatta “İNSAN” KAVRAMININ ALGILANIŞ BİÇİMİ(Tahlil)

Nurettin DURMAN: COĞRAFYASI MAZLUM (Şiir)

Rıfkı KAYMAZ: DÖRTLÜKLER (Şiir) Nezahat SATAN: ÇÖKEK YAYLASI (Gezi)

Mehmet KURTOĞLU: ATİNA VE MEDİNE (Deneme)

 

Aysen AKDEMİR: GÖK KURŞUN SIYIRDI KANATLARIMI (Şiir)

Ali NAR: İSTANBUL VE FATİH (Kitap Tanıtımı)

Kâtip SEZER: YAZIKLAR ÇIKMAZI (Kitap Tanıtımı)

Dr. Hasan Fehmi ULUS: HASRET (Şiir)

Arif DÜLGER: DÜŞLERİM, HAYALLERİM VE BEN (Şiir)

Mehmet Ali ORHAN: MÂTEN’NESRUL’KEBÎR (Arapça, Tahlil)

Sizin anlayacağınız, İSLÂMÎ EDEBİYÂT DERGİSİ, yeni hâliyle, bize ve tüm İslâm Dünyâsı’na hitap edecek nezih, istikrarlı, dolu, engin ve de zengin bir tablo yakalamış. Ben telefon açıp yeni sayılardan istedim. Bundan sonra artık sabırsızlıkla bekleyeceğiz. Yeni ilgi hâlesinin kapsama alanının çabuk genişleyeceğine inancım tam. Geldiğimiz bu ümit noktasında hayâl kırıklığı yaşamayacağımızı umuyorum.

Son söz olarak, elimizdeki bu sayının önsözünü kim yazdı bilmiyorum ama, sizinle paylaşmak isterdim. Ancak bunun mümkün olamayacağını siz de takdir edersiniz. Burayı ve bütünüyle dergiyi merak edenler için en iyisi, haberleşme bilgilerini takdim etmek:

e-mail: [email protected] [email protected] tel:0212-5343264

            Hayâtımız İslâm, eksenimiz edep; edebiyâtımız da İSLÂMÎ EDEBİYÂT olsun. Dergiyi dünden bugüne taşıyan ve son hâliyle de güzelliklerin doruğuna ulaştıranlar, emeği geçenler ve okuyanlardan, sizlerden, bizlerden Rabbimiz râzı olsun. Bu minvâl üzere daha güzel sayılarda buluşmak dileğiyle emek verenlere ve ilgi duyan siz okuyucularımıza sevgi ve saygılar ves’selâm…


ORDU HAYAT GAZETESİ

07.04.2010


Mar`12
25
MARKETLER ORDUSU
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

MARKETLER ORDUSU!

Allâh aşkına, nedir bu bolluk, bu bereket?! Memlekette kıtlık, fakirlik var diyenler utansın! Şu manzaraya bakın! Gün geçmiyor ki bir büyük market açılmasın! Son 3 ayda açılan market sayısı 10’u geçti. 5 tânesi son hafta içinde uçurdu balonlarını. Sanki, fındık dönüm ödemelerine endekslenmiş gibi. Açılanlar kahvehâne değil, bakkal hiç değil; koskoca market. Bunlar azla mı açılıyor? Bu para nerden ve de karşılığı nasıl gelecek? Kuranlar besbelli hesabını yaptılar.

Öyle ya, bu firmaların sâhipleri dünkü işletme olamazlar. Dün bir, bugün iki olamaz. Açılanlar çayocağı zâten değil. Kaldı ki o bile bir alt yapı ister. Tecrübe ve birikim ister. Bize göre büyük olay bunlar. 20 m2 bir dükkân bile bir yığın masraf istiyor açılacak dereceye gelene kadar.

Demek istediğim, buraları açanlar her hâlde bir şeyler bilerek açıyorlar. Demek ki milletin alım gücü var. Herkes, bir şeyler satacağını hesaplıyor olmalı. Bahtları açık olsun. Kimsenin hayâl kırıklığına uğramasını istemeyiz. Onca masraf edip, yatırım yapıp, bir sürü insana umut kapısı olup da; sonra kapatmak zorunda kalmak her sırtın kaldıracağı bir yük değil. Allâh yardımcıları olsun!

Zor ya da kolay, sizler açmaya açıyorsunuz ama, biz nerden alışveriş edeceğiz? Biz daha zor durumdayız! Öyle ya, her ne kadar birisi bu sloganı kullansa da büyük çoğunluğu ORDUNUN MARKASI bu açılanların. Demokrasi de zor şey canım. Eskileri bırakmak zor. Onlar da zâten terk edilsinler istemiyorlar. Meselâ, yeni bir yere gözümüz takılıyor; ötekinin buna bile tahammülü yok, veriyor davulun zurnanın gözüne, yönümüzü mecbur oraya, tekrar geriye dönüyoruz. Her taraflar balonlarla süslenmiş. Bir yanlarda palyaçolar.

Ne de olsa saf milletiz. Henüz tam rüştümüze ermiş değiliz! Bu yaşa geldik, hâlâ incikler-boncuklar, balonlar, düdükler, dümbelekler. Vur patlasın, çal oynasın. Ey azizim Türk Milleti, sen ne yamansın! Hem de aynı zamanda kahramansın! Bu millet ne yapacağını şaşırmasın da ne yapsın?! Aşağı tükürsek ORDUNUN MARKASI, yukarı tükürsek KALE ARKASI! Marketler yarışıyor, işler karışıyor.

ORDUNUN MARKASI! Hakîkâten güzel bir buluş ve söylem. Çok etkileyici aynı zamanda. Yerlilik adına da şık bir slogan. Çünkü, “Her horoz kendi çöplüğünde öter!” sözünün bir hükmü kalmamış hâle geliyor memleket. Bakıyorsunuz bilmem nerelerden, hattâ sınırlar, okyanuslar ötesinden gelen firma ya da işletmeler tüm piyasayı ablukası altına almış cümle âlemin meblağını, mağazalar zinciriyle kendisine bağlıyor. Aldığının da sattığının da yerele bir hayrı yok. Ama, hangi yerellik ya da hangi yerel?

ORDUNUN MARKASI hangisi? Benim diyen mi? O zaman, böyle demeyi unutanlar şansını kayıp mı etmiş oluyorlar? Başka bir yer mi arayacaklar kendilerini nispet etmek için? Veyâ BİZ DE ORDUNUN MARKASIYIZ deyip sıraya mı geçmeliler? 2. biziz, 3. de biz vs. şeklinde.

Dün gördüğüm manzara üzücüydü. Bir yerel marka açılış için balonlarla süslemiş her yanı. Heyecan dorukta. Bir başka marka da, komşusuna “hoş geldin” demek yerine, “herkes nasîbini yer” anlayışını bir tarafa bırakarak beri tarafta davul-zurna eşliğinde palyaço oynatıyor. Ki, insanlar oraya değil de buraya gelsin diye.

Hasbelkader bir yerli olmak, hakîkî anlamda “yerli” olmak için yeterli mi acabâ? Örf, âdet, gelenek bu yerelliği beslemeli değil mi? Her milletin kendine has özellikleri vardır. Her vatandaş, bu değerlere asgarîsinden sâhip olmalı değil midir?

Kardeş olması gereken yerel firmaların birbirine tahammül edemediği, değerleri hiçe sayan hırsların, tamahların olduğu yerde, Ordu bu kadar marketi nasıl taşıyacak? Görünen, ve ortaya dökülen manzara o ki, Ordu, hiç etrafa bakmadan, düşünmeden, sırf yeyip-içen bir yer gibi. Bir yanda yeme-içme, diğer yanda ölümüne yarış! Bu kadarını vatandaşın ve de Ordu’nun mîdesi ne kadar kaldırır bilinmez!

Rabbim bizleri ve nesillerimizi her türlü doymazlıklardan, hırslardan, aşırılık ve ölçüsüzlüklerden, çevremizdekileri görmezlikten, kardeş olduğumuzu unutmaktan muhâfaza buyursun. Çünkü doymazlıkların ve de aymazlıkların sonu birbirini yemek, bitirmektir Allâh korusun.

Çarşamba pazarınız bereketli, iç dünyânız ve ruh âleminiz de en az dış dünyânız kadar engin ve de zengin olsun ves’selâm…

 

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

06.04.2010


Mar`12
25
FARKLI BİR ÇOBAN HİKÂYESİ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

Anlatan, Mehmet Hulûsî MURTAZAOĞLU. Yer OSGED. Sorumluluk makâmında olan herkesin, özellikle insanları aydınlatma, yönlendirme, yönetme ve eğitme konumunda bulunanların okuyup ders çıkarması gereken ibretli bir hikâye.Söz, Hocaefendi’de:

“Bir yolculuk esnâsında, Yozgat Boğazlıyan’a uğramıştım. Akşam misâfir kaldığım yerde ufak bir kütüphâne gözüme ilişti. Orada bir kitap dikkâtimi çekti. Adı; 200 FIKRA. 1.si

Bursalı Hâfız Mustafa’nın hikâyesi.

İlginç bulup bir çırpıda okudum. Hep aklımda tutup, câmia olarak öncelikle bizi yâni toplumun, gençlerin ve çocukların önünde örnek ve eğitici konumda olanları alâkadâr ettiğini düşündüğüm hikâye şöyle:

Yıllar seferberlik yılları. Bursalı Mustafa; Hâfız Mustafa Ruslara esir düşüyor.

Adı üstünde; esir. Yâni tutsak! Hürriyetin yok, sözün geçmiyor. Nazın da!

Onu orada, -affedersiniz- domuz çobanı yapmışlar! Domuzları güdüyor!

Elinde değnek. Kara kara düşünürken dalıp-gidiyor. Kahırlanıp kendine soruyor:

Ben nasıl bir insanmışım ki, nasıl bir ahlâkım varmış ki Allâh beni

Ruslara esir yaptı!? Üstelik bir de şu domuz çobanlığına lâyık gördü?!

Hem, adım da Hâfız Mustafa!

Düşünürken, düşünürken, kahırlanıyor ve gözlerinden dökmeye, olduğu yerde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor. Ağlarken de kimse görmesin diye bir yandan da gûâ kendini gizliyor. Öyle ya, niye ağlıyorsun diye sorarlarsa nasıl cevap verecek?

Bu arada uzaktan 3 kişi gözüküyor. Hemen kendisini toparlıyor. Yüzünü-gözünü siliyor. Adamlar da yaklaşıp başına dikiliyorlar:

Kimsin, neyin nesisin, burada ne yapıyorsun? diye suâl ediyorlar.

Türküm, Osmanlı askeriyim. Şu an esirim. Ne yaptığımı da görüyorsunuz!

İçlerinden sakallı olup da, hâfızın dilinden konuşan adam;

Türkiye’ye gitmek ister misin? demez mi?! Bizimki şaşırır. Dili tutulur.

Hayır, hayır! der. Öyle ya, kimdirler, nedirler; güvenemez!

İster misin?

İstemem!

Tekrar, tekrar sorulduğunda içindeki hasreti dışa vurur;

Gidemem ki!

Biz sana yol gösteririz, merak etme! Düşünüyor, düşünüyor ve;

Tamam! diyor. Yolu târif ediyorlar. 50 liradan başka 200 daha veriyorlar.

Bu yol harçlığı. 200 lira da emânet. Bir kadın gelip senden alacak!

Tamam, inşâllâh; dediğiniz gün dediğiniz yerde olacağım!

Dağ-taş, dere-tepe, ova-bayır yol alıp Allâh’ın izniyle Bursa’ya ulaşıyor. Ulu Câmi’de sabah namazı çıkışı, sözü edilen kadın karşısına çıkıyor. Bizimki görmezden gelmeye çalışıyor! Fakat kadın karşısına dikiliyor:

Sende bir emânet olacak, verir misin?

Ne emâneti, bende öyle bir şey yok; sen neden bahs’ediyorsun?!

Sana emânet verildi; çok iyi biliyorum! Onu vereceksin!

Bu kararlılık karşısında gerçeği daha fazla gizleyemez:

Şimdi üzerimde yok; yarın getireyim!

Sabah olunca sözünü yerine getiriyor gûyâ, ama; emânete ihânet sürüyor;

100 değil, 200 lira olacak!

100’dü, 200’dü derken, kadın çarşafını bir yana savuruyor. Bizimki ne görsün?

O kişi, Rusya’da gördüğü ve emâneti aldığı adam değil mi? Kılık değiştirmiş!

Murtazaoğlu Hoca heyecanla devam ediyor sözlerine;

-Arkadaşlar, daha çok arkadaşımızın burada olup bu ibretli hikâyeyi dinlemesini arzu ederdim;

sakallı ne diyor orada biliyor musun? Söylemek istediğim bu arkadaşlar, ibret bu:

DEMEK Kİ SEN DOMUZ GÜTMEYE LÂYIKMIŞSIN Kİ,

      ALLÂH SENİ DOMUZ ÇOBANI YAPMIŞ!..

Bursalı Hâfız Mustafa, orada bayılıp düşüyor.

Ne kadar kaldıysa, kalkınca bir de bakıyor ki, kimseler yok ortalarda!”

Demek ki arkadaşlar, Allâh, lâyık olmadığımızı bize vermez. Vermemiştir de! Eğer başımıza bir takım şeyler gelmişse, bir takım gariplikler yaşıyorsak bunların hep bir sebebi vardır. Büyük imtihanlar yaşıyoruzdur veyâ. Ona göre, işi oluruna bırakmayalım, dâimâ toparlanmaya çalışalım. İpin ucunu bırakmayalım!

Sözün özü; kendimizdir haksız, kendimizdir yolsuz, kendimizdir kendi başlarımıza çoraplar ören! Yanlışlarla dopdolu bir toplum hâline gelmişsek, suçu genelde değil, öncelikle kendimizde aramalıyız. Kişisel ve toplumsal anlamda nerelerde hatâ yaptık acabâ demeliyiz?!”

MURTAZAOĞLU Hocamız, anlattığı hikâye ile, şâirin şu beytine tercümân oluyor bir nevî:

HİÇ KULUNA ZULMEDER Mİ HÜDÂSI?

KİŞİNİN ÇEKTİĞİ KENDİ CEZÂSI!

Sevgili dostlar. Şu TELEFERİK meselesinden sonra BURSA ve onun adı geçen her şey sanki bana daha bir yakın geliyor. ULU CÂMİ’miz de son sürat yapıldığına göre,   -maddesiyle mânâsıyla- daha güzel bir Ordu’ya doğru yelken açıyoruz inşâllâh diye düşünüyor ve seviniyorum ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

05.04.2010


Mar`12
25
ÜNİVERSİTE CÂMİİNİN TEMELİ BUGÜN
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ÜNİVERSİTE CÂMİİ’NİN TEMELİ BUGÜN

Elimde albenili bir dâvetiye. Altında İl Müftüsü’nün adı soyadı var ve son kısmında da “… temel atma törenine katılmanız bizleri onurlandıracaktır.” deniliyor. Buna göre, Diyânet İşleri Başkanı Sayın Prof.Dr. Ali BARDAKOĞLU’nun da teşrifleriyle bugün Saat:11.30’da gerçekleştirilecek Üniversite Câmii ve Sosyâl Tesisleri’nin temel atma töreninin programı şöyle:

Saygı Duruşu ve İstiklâl Marşı

Kur’ân-ı Kerîm ve Meâli

Protokol Konuşmaları

Duâ

Temel Atma ve Kapanış

Târih: 02.04.2010 Cumâ (Bugün)

Yer: Üniversite Kampus Alanı, Balıklar Kayası Mevkii

Dâvetiye oldukça kaliteli. Üniversite Câmii ve Sosyâl Tesisleri’nin, yapılınca alacağı şekillerin hayâlî çizimleri var. Çok güzel plânlanmış ve tasarlanmış gözüküyor. Tamamlanınca  Üniversiteye ve şehre yepyeni bir çehre kazandıracak, farklı tasarımı ve fonksiyonel tablosuyla, bugünün gençlerinin içsel, mânevî, sanatsal ve kültürel ihtiyâçlarına cevap verecek teknik ve estetik özellikte.

Heyecanlandınız değil mi? Evet, hem de çok ama, bu üniversite Karabük Üniversitesi. Karabük Üniversitesi 28 Mayıs 2007 tarihinde Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanan, 17 yeni üniversiteden biridir.  4 yıl bitmeden ülkemizin en nitelikli ve estetik câmilerinden birini yapmak için bu gün temel atıyor. Ya Ordu Üniversitesi?! ODÜ; Karabük’ten yaklaşık 15 ay daha önce kurulmasına, internet sitesinden öğrendiğimize göre bir çok oluşumları da tamamlamasına rağmen bırakın câmii, acabâ mescidden söz açmak mümkün mü?

Üniversitemizin faaliyetleriyle ilgiliyiz. Basından tâkip ediyoruz. Gayretlere diyecek yok. Çalışmaları görmezlikten gelmek haksızlık olur. Lâkin, gençlerimiz bol bol eğlenme imkânı bulurken, halkımız da, daha çok millî-mânevî değerleriyle ilgili bir şeyler görmek istiyor. Yerel kültürü, târihi, yetiştirdiği değerlerle ilgili programlar görmek istiyor.

Karabük de Türkiye’nin bir vilâyeti. Hem de Karadeniz’de. Şuramızda! Oraya esen rüzgârlar buralara niye esmiyor?

Elbetteki, orada yapılmakta olan câmi Üniversite’nin işi değil. Oluşma aşamasındaki bir kuruluşun, daha fakültelerini tamamlayamamışken, daha başta câmi peşine düştüğünü düşünemiyoruz. Çünkü bu iş hep böyle gele geldi. Dâvetiyeyi görünce şaşırdık doğrusu.

Bu işin içinde ya bir vekil var, ya iş adamı, ya Diyânet Vakfı, ya da ağzı duâlı birisi. Benim merak ettiğim, böylesileri buralarda niye yok? Birinden biri olsa iş yoluna illâ ki girer!

Ordu, doğru dürüst câmisi bulunmayan bir şehirken, üniversitesinden Karabüklük beklemek biraz hayâlciliktir elbette ama hayâl işte; kime ne zararı var?! onu olsun kuralım. Bakınız işte; şakası bile güzel! Hoşunuza gitmediyse, söyleyin!

Karabük Üniversitesi Câmii ve Sosyâl Tesisleri Karabüklülere ve üniversitelerinde okuyacak şanslı gençlere hayırlı, bizlere, vekillerimize, işadamlarımıza, şu veyâ bu şekilde imkân sâhibi bulunanlara DERS OLSUN!

Sevgili okurlar. Şu mübârek cumâ gününde duâ edelim. Sonra hayâl edelim; sonra tekrar duâ edelim. Rabbimiz her şeye kâdirdir. Onun gücü ve lûtfu sonsuzdur. Hayâl edemediklerimizi bile verecek kudreti vardır.

Sözün özü; Cumâmız mübârek, hayırlı hayâllerimiz gerçek olsun;

İllerimiz, dillerimiz ve de gönüllerimiz güzelliklerle dolsun; ves’selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

01.04.2010


Mar`12
25
HÂFIZ CHPLİ, ORDU MİLLETVEKİLİ HAMDİ ŞARLAN
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

HÂFIZ CHP’Lİ, ORDU MİLLETVEKİLİ HAMDİ ŞARLAN

Şu sıralar biraz yerel târih konusuna odaklandık gibi. Bunun da gerekli olduğunu düşünüyorum. Zîra, hep günü yaşaya yaşaya, gününü gün eden bir toplum hâline geldik. Düne bakarak gidersek günü de uçmadan, daha ölçülü yaşarız diye düşünüyorum. Tabiî, bu söylediklerimiz ibrete ihtiyâcı olanlar için. Aklı kendine yetene bizim yetme, yetişme şansımız zâten olamaz. Her neyse…

Bu anlamda, dünü yaşayanlara düne dâir bir şeyler soruyoruz mukâyese ve ibret adına. Aldığımız cevapları da hep birlikte paylaşmaya çalışıyoruz. Söz yine Mehmet Hulûsî MURTAZAOĞLU Hoca’da. Biz soruyoruz, o anlatıyor:

GACAROĞLU-ŞARLAN

“-Hamdi ŞARLAN Bey’le bir tanışıklığınız oldu mu?” “-Evet, tanıştık. Avukattı. O zamanlar başka parti yok. CHP Milletvekiliydi. Hukukçu, fakat aynı zamanda hâfızdı. GACAROĞLU Hocamla çok iyi tanışıyorlardı. Hocama çok saygısı vardı. Milletvekiliyken tâtilde Çambaşı’na gelir, 3 ayını orada geçirirdi. Hocamla sohbet eder, görüşürlerdi. Sonra, Ordu’da göreve başladığımda cemaat arasında diz çökerek oturuş biçimi dikkâtimi çekerdi. Sanki oraya bir kütük bırakmışsın, sandalye koymuşsun gibi; öylesine hareketsiz dururdu.

KÜTÜK MİSÂLİ!

-Edebi vardı yâni. Ehl-i tarikti belki de!

-Evet, öyleydi. Câmideki konuşmaları edeple ve dikkâtle dinlerdi. Ancak, oturup da şöyle özel bir sohbetimiz olmuyordu. Bir gün, câmiin hemen yanında orda bir bakkal vardı, Lütfi Bey,

“-İzmir Bakkalı mı?” “-Evet öyleydi. Hamdi Bey köyden gelir oraya takılırdı. Bir gün ben de vardım oraya. Bakkal Lütfi Bey; “-Tanışıyor musunuz?” dedi.”

-Ben tanıyorum, dedim. O da tanıdığını ifâde etti. O gün biraz oturduk birlikte. Sohbet ettik. Ondan sonra sohbetlerimiz devam etti.

“-Mâdem Hamdi ŞARLAN Bey konusu merak edildi, anlatayım; 1946 bütçesi yapılırken o da komisyonda. Sıra Hamdi Bey’e gelince şöyle bir konuşma yapıyor:

ÖLÜLER KOKACAK!

“Memlekette, cenâze kıldıracak, ölülerimizi defnedecek hoca kalmadı. Buna bir çâre bulmamız lâzım. Devlet olarak bu bizim görevlerimiz arasında!”

“- O dönem Başbakan Recep PEKER. Şok oluyor; ne diyeceğini şaşırıyor. O sıralar böyle bir şey dile getirmek olacak şey değil. Komisyonu terk ederek soluğu İNÖNÜ’nün yanında alıyor. Hamdi Bey’in dediklerini dehşetle anlatarak bir nevî şikâyet ediyor. İNÖNÜ de bir şey söyleyemiyor bir zaman. Epey düşündükten sonra;

“ –Recep! Hamdi samîmîdir. Ne derse odur. Başka bir niyeti yoktur. Onun dediklerinin hükmü zâten geçmiştir. Artık kimse rağbet etmez. Biz onu kırmayalım. O mâdem Kur’an Kursu kadrosu istemiş; verelim gitsin! Nasıl olasa îtibar eden olmayacak, konu kendiliğinden kapanacak, mesele de çözülmüş olacaktır!”

ORDU, BİR İLK!

Evet, mesele orada o şekilde kararlaştırılıyor ama sonuç hesap ettikleri gibi gerçekleşmiyor. Bütçeyle birlikte ilk Kur’an Kursu kadrosu çıkmış oluyor. Sonuç telgrafla hemen Ordu’ya bildiriliyor. Böylelikle Ordu Kur’an Kursu kadrosu tahakkuk eden ilk il olarak târihe geçiyor. Daha sonraki dönemlerde de benzer konularda hep Hamdi ŞARLAN’ın katkılarını görüyoruz.

Bu husûsiyet, Sıtkı ÇEBİ merhumun anlattıkları çerçevesinde birazcık mâlumumuzdu. Hattâ, Ordu İHL’de çalıştığım yıllarda SELÂMET diye çok eski bir dergi elime geçmişti. Orada da buna benzer bir yazı okumuştum. Geçenlerde okula uğradığımda epey araştırdım ama, aynı dergiye ulaşamadım. Tekrar gitmek gerekiyor.

Fakat, Hamdi ŞARLAN yazıp GOOGLE’a tıkladığımda önüme gelen, yeni yazılmış bir makâle de aynı mâhiyette ve aynı dergiyi kaynak gösteriyordu:

Mustafa AKKOCA ‘nın ÖnceVATAN GAZETESİ ‘nde yer alan, 25 Mart 2010 târih, DİN EĞİTİMİ VE KUR'ÂN KURSLARI!.. başlıklı yazısında şöyle deniyor:

“10 Şubat 1948 tarihinde toplanan CHP Meclis grubunda, Başbakan Hasan Saka'nın vâki teklifi üzerine "İlkokullarda tahsil gören çocuklara din dersi verilmesi imam-hatip gibi din adamlarının yetiştirilmesi için meslek okulları açılması konularını inceleyip, bir prensip kararına varılması için parti meclis grubu 17 kişiden müteşekkil (kurulmuş) bir komisyon kurmuştu. Komisyon şu üyelerden müteşekkildi:

Ahmed Remzi Yüreyir (Seyhan), Faik Öztrak (Tekirdağ), Cemil Bilsel (Samsun), Dr. Sadi Irmak (Konya), Tahsin Bekir Balta (Rize), Hamdi Şarlan (Ordu), Ali Rıza Türel (Konya), Fatin Gökmen (Konya), Muhsin Adil Binal (Konya), Sedat Pek (Kocaeli), İsmail Hakkı Baltacıoğlu (Kırşehir), Akil Muhtar Özdem (İstanbul), Atıf Akgüç (Bursa), Feridun Fikri Düşünsel (Bingöl), Tahsin Banguoğlu (Bingöl), Rasih Kaplan (Antalya), Nihat Erim (Kocaeli) mebusları...

Ne mutlu ona ki, günün konjonktürüne teslim olup da, hem dünyâda hem de mecliste bulunuş gâyesini ve milleti unutanlardan, böylelikle de unutulanlardan olmayıp, hayırla yâd edilenler arasına girmiş.

Duyun ey asiller ve asil olduğunu zannedenler; ey vekiller ve de vekillik havasına kapılıp aslını, astarını ve de mastarını unutanlar!

Dünyâ geldi-geçti. Hesap günü böylesi duruşlar çok işe yarayacak.

Allâh için sizler de bir şeyler yapın ne olur! Böyle bir derdiniz olsun!

Unutmayınız ki, bunlar, bizden çok sizin işinize yarayacak; ves’selâm…

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

31.03.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 76 77 78 79 80 [81] 82 83 84 85 86 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4591)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...