Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4609082
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.71.254.142
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
TUNA NEHRİ, ORDU ŞEHRİ..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

TUNA NEHRİ, ORDU ŞEHRİ…

Dün öğle üzeri Tuna ESELİOĞLU, edebiyât grubu öğrencileriyle berâber gazetemizi ziyâret etti. Dâvetleri üzere, biz de geçen hafta kendilerini ziyâret etmiştik. Cumhûriyet Lisesi’nde oluşturdukları yazı atölyelerinde edebiyâta, yazmaya ilgi duyan öğrencileriyle bizi tanıştırmıştı. Daha o zaman iâde-i ziyâret yapacaklarını belirtmişler, dün için saat bile vermişlerdi. Dedikleri saatte geldiler. Gazeteyi dolaştılar. İlgili birimler ve basım safhaları hakkında bilgi aldılar. İlgili arkadaşlar soruları cevaplandırdılar. Bu arada sohbet etme imkânı da bulduk.

Cumhûriyet Lisesi Türk Dili ve Edebiyâtı Öğretmeni olan Tuna Bey, kişiliği, birikimi ve gayretleriyle temâyüz etmiş bir değer. Okuyan, çevresine bir şeyler vermeye, öğrencilerine okuma alışkanlığı kazandırmaya, yazı âlemine heveslendirmeye çalışan münevver bir arkadaşımız. Tuna nehri misâli çağlayan bir irfan damarı, edebiyât pınarı.

Dünkü ziyâretlerinden dolayı, şehrimiz ve de vilâyetimiz adına pek sevindim. Zîra, gençlerimizi oldukça istekli gördüm. Hepsi pırıl pırıl, hepsi bahar, hepsi ümit çiçeği. Tüm dileğimiz sayılarının çoğalması.

Çünkü, özellikle yöremizde kültür, edebiyât, târih gibi konularda ilgi zaafı var. Dolayısıyla Ordu’nun, târih, kültür ve edebiyâtını, kısaca yazı hayâtını canlandıracak bir damar ihtiyâcı var. Konuşan çok, yazan az bizim anladığımız mânâda. Yazabilecek olanlar da kendilerini başka alanlarda tüketiyorlar. İşin farkında olanlar da seyretmekle yetiniyor, daha doğrusu, yetinebiliyor! Bizim gibi. Bu anlamda, gençlerin yetişmesi ve de yetiştirilmesi, parasal getirisi olmayan böylesi konulara heveslendirilmesi gerekiyor. Tuna Bey işte bu noktada çok önemli bir iş yapıyor. Kendisini tebrik ediyorum.

Bizler de hep bir şeyler yapmaya çalıştık. Ama peşimizden kimseyi sürükleyemedik. Şimdi yanımızda bir-iki kişi olsaydı bizi anlayan, yaptığımız çalışmaları anlamlı bulan, önemseyen; yapılabilecek o kadar şey var ki! Ama neylersiniz!

Ama, neyleriz; Tuna Bey gibi arkadaşların başarısı ve böyle pırlanta yavrularımızın geleceği için duâ eyleriz. Bir de, gazete ve matbaa olarak onlara her türlü desteği veririz. Bu da bir imkân. Biz şimdi diyoruz ki, keşke bu gazeteyi çok daha önceki yıllarda kurmuş olabilseydik! Şu an elimizde çok daha fazla yazı olurdu, doküman olurdu, belge ve veri olurdu. Onların kazandırdığı ivmeyle nice kitaplar çıkardı ortaya. Farklı kişiler yazı âlemine kazandırılmış olabilirdi.

İşte gençler, size imkân. Biz böyle bir imkâna ve heyecana biraz kendi gazetemizle kavuştuk. Daha önce bizleri çağıran, teşvik eden olmadı. Sizlerin çağından îtibâren yazmış olsaydım bu gün müthiş bir birikim olurdu. Olayları da, yazacağım için daha dikkâtli izlerdim, her şeye daha bir ciddî bakardım. Bilesiniz ki, sizin böyle bir imkânınız var. çünkü Ordu’da ORDU HAYAT diye bir gazete var.

Tuna Hoca’nın dün, bizi de teşvik sadedinde ifâde buyurduğu gibi;

“Şehrin kültür birikimi HAYAT GAZETESİ’nde hayat bulabilir!”

Ama bu hep birlikte olabilecek bir şey. Sizler olmadan olmaz.

Dünkü sohbette, birçok yazar gündeme geldi. Bu, çocukların okuma seviyelerinin de göstergesi niteliğindeydi. Hepsi de uslûp ustası, tarz sâhibi, içerik zengini bu yazarlardan 5 kadın ismi ön plâna çıktı:

Bejan MATUR, Leylâ İPEKÇİ, Fatma Karabıyık BARBAROSOĞLU, Elif ŞAFAK, Semâ KAYGISIZ. Hepsinin de önemli, okunacak yazarlar olduğu vurgulandı. Hüsrev HÂTEMÎ, Necip FÂZIL, Yavuz Bülent BÂKİLER, Cemil MERİÇ, Ali ÇOLAK da hatırladığım 5 diğer yazar.

Gördüğünüz gibi bay-bayan yazar sayıları dengeli. Ziyâretçi öğrencilerin sayıları da öyleydi. Demek ki artık ülkede dengeler yerine oturuyor. İnşâllâh bu her anlamda böyle olur.

            TUNA Bey ve sevgili öğrencilerine sonsuz teşekkürler; bize zaman ayırdıkları,

ve de gönüllerimizde ümit çiçekleri açtırdıkları için.

            Selâmlar, sevgiler, saygılar. Yolunuz ve bahtınız açık olsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

03.05.2010


Mar`12
26
HAYATA TEĞET Mİ GEÇİYORUZ?
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

HAYATA TEĞET Mİ GEÇİYORUZ?

Bir hayat yaşıyoruz ki, yaşıyor muyuz, yaşamıyor muyuz; neyin nesi, belli değil!

Her şeye, yapıyormuş gibi yapıp teğet geçiyoruz. Her şeyimiz “sanki gibi” sanki!

Şimdiki arkadaşların sıfatı “kanka”, dostlar ve dostluklar “sanki!”, ahbaplar “kanki!”

Kavramlar teğetleşince her şey yerinden oynuyor. Ağırlığı, asâleti kayboluyor.

Sizce, büyük heyecanlarla yaptığınız işler akşam hangi hâneye kaydedilebilir?

Ne yaptığınızın farkında mısınız yâni; teğet miydi her şey yoksa hakîkât mi?

Yan yana gidenler yanındakinden çok uzaklardakilerle muhabbet ediyorlar.

YANINDAKİ KİM?

Ellerde telefon; kimse burayı değil, ziyâretleri değil hayâletleri, sanalı yaşıyor.

Şöyle tadıyla-tuzuyla, bölmeden, bölünmeden hiçbir şeye yoğunlaşamıyoruz.

Çünkü kendimiz yoğun değiliz, yâni dolu değiliz, yâni kendimize yetmiyoruz!

Bu dışarıya dalışlar, mesaj alışlar, taşıma suyla değirmen döndürmek misâli.

Ortamlarımızı anlamlı şeylerle dolduramayınca, uçan sinekten medet gibi bir şey!

ZAPLAMA-ZIPLAMA

Hattâ, yaptığımız şey de net değil; böyleyiz derken bir de bakıyoruz ki şöyleyiz!

Çünkü artık tamâmen zaplama ve de zıplama nesli olduk çıktık. Dur-durak yok!

Hangi programı, diziyi, ya da filmi izlediğimiz belli değil. Zap oraya, zıp buraya!

Böyle bir toplum nasıl yerinde durur, sabreder, hak tanır, hatır tanır, saygı duyar!

Her kanala şöyle bir uğrayıp geçiyoruz. Kanalına göre bir şeyler kırpıştırıyoruz!

Geniş mîdelerimizden daha boş olan rûhumuzu gûyâ birazcık yatıştırıyoruz…

Sâhi rûh diye bir şey de var değil mi? Yâni, şu görünenlerden başka gerçekler de?!

Biz neyin peşindeyiz, hangisinin; rûhun mu, nefsin mi, arzuların mı, hakîkâtin mi?

Bir karambolde gidiyoruz gibi, ama nereye? Hiç de umurumuzda mı sanki?

Öyle bir sıkıntı, dert, tasa, kaygı, keder; her neyse, ondan azıcık bir zerre var mı?

Bir koşuşturma, tozutma, patırtı-kütürtü, bir velvele; şu manzaraya bakın bir hele!

KURAL DEĞİL “VUR AL” VAR.

Bir hayat ki, kural, kâide, ölçü, kriter diye bir şey yok. Kural değil “vur al” var.

Gücü olan, fırsat bulan, kendince büyük olan, hızlı olan tırıslayıp gidiyor…

Trafikte, yollarda kimse kimseye hak tanımıyor; gaza basan, ışıkları delip geçiyor.

Evde, sokakta, dâirede, iş yerinde; her kes insandan bir başka şey olmaya çalışıyor.

Herkes, kendisine verilen rolü ıskalıyor. Herkes başkası ve başka kimlik peşinde.

Bugün baktığınız kişi dün gördüğünüz değil. O her gün başka başka. Arayışta!

Kendini bulamamış ki başta! Bulsaydı yeri olurdu. Belli bir şekli-şemâli olurdu!

Kendi olmak, doğal kalmak, insan gibi insan olmak kimsenin aklına gelmiyor.

Toplumda ama gizleniyor. Bakıyorsunuz tanımıyorsunuz. Selâm da veremiyorsunuz.

Aynalar önünde eskitiyoruz kendimizi…

Demek istediğim, râzı bir toplum değiliz. Aynalar önünde eskitiyoruz kendimizi…

Aynaya, düzenli olmak, pejmürdelikle diğer insanları rahatsız etmemek için bakılır.

Yoksa Rabbimizin lûtfettiği, herkesin kendine özel verdiği çehreyi bozmak için değil!

Bize verilen güzelliğin farkında olmadan meçhûl arayışlarla ömür tüketiyoruz.

Verilen diğer değerleri de onun peşinde harcıyoruz. Sonuçta nereye varıyoruz?

İşte bugün yine bir sürü cenâze anonsu yapıldı. Kanlar aranıyor. Canlar muzdarip.

Allâh’ın kendisine mühlet ve imkân verdikleri de fırsatları çarçur etme peşinde…

Sabahtan herkes bir yerlere dağıldı. Memleket güzel, imkânlar çok Allâh’a şükür.

Ama, yine de teğet geçiyoruz her şeye gibi. Bu her iki anlamda da böyle. Şöyle ki;

BAHAR NEREDE?

Geçen gün gittiğim bir işyerinin bahçesinde çeşit çeşit meyve ağaçları vardı.

Elma olduğu âşikâr birine yaklaştım. Çiçekli dalını şöyle kendime çektim.

Bir güzel kokladım. Ne de güzel kokuyor! Tıpkı çocukluğumdaki gibi!...

Hemen oralara götürdü beni zaman tünelinden geçirerek bu güzel kokular.

Demek ki biz, Cennet yeşili şu yörede, bunca ağaçlar ve çiçekler içindeyiz;

ama gördüklerimiz bir kartpostaldan öteye bir anlam taşımıyor bizim için!

Baharı görüyoruz ama yaşamıyoruz. Kavanozu dışından yalıyoruz.

Her şey vitrinlik bizim için; yapraklar, çiçekler, karlar, yağmurlar; her şey!

Bahar gelmiş, bak ağaçlar yaprak açmış; her taraflar çiçek, toprak coşmuş diyoruz.

Ama çoğu defâ uzaktan bakıyoruz. Onun hakîkâtini lâyıkıyla duyumsayamıyoruz.

Aynı şekilde, hayâtın câzibesi de öyle. Ona dıştan bakmakla yetiniyoruz.

Tüm bu varlıkların, güzelliklerin ne anlam içerdiğine nüfûz edemiyoruz.

Onu, bir oyun, eğlence olarak görüp, rüşdümüzü tamamlayamadan geçip gidiyoruz.

Dünyâ diyoruz, ama onun sâdece bir örnek olduğunu, eşik olduğunu göremiyoruz.

Aslında gördüklerimize lâyıkıyla bakabilsek işi anlayacağız, gerçeği bulacağız. Ama,

Gel gör ki, bizim, ne görmek, nereye gitmek istediğimiz belli değil! Ne demiş atalarımız;

GÖZ OLDUR Kİ HAKKI GÖRE, YOL OLDUR Kİ HAKK’A VARA!...”

Yüce Rabbimiz bizleri, kabukta kalıp oyalanmadan, öze nüfûz ederek,

Hakk’ı, hakîkâti görüp, hakîkâtli yaşayanlardan eylesin ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

02.05.2010


Mar`12
26
ZAMÂNIN KARGİR DUVARLARI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

Dün bir grup gazeteci-yazar arkadaşla berâber Cumâ namazını Bayadı Köyü GERİŞ CÂMİİ’nde kıldık. Namazın ardından, câmiin hazîresinde bulunan, Sıtkı ÇEBİ’nin kabrini ziyâret ettik. Fâtihalar okuduk, duâlar ettik. Bahar bütün güzelliğiyle oradaydı. câmi ve çevresi bir Nergis cenneti gibiydi. Renk renk çiçek çeşitleri sayılamayacak kadar çoktu. Biz inanıyoruzki, Sıtkı ÇEBİ, şehrin gürültü ve dağdağasından uzak düşmek için, bu mûtenâ, güzel yeri özel olarak seçti. Mekânı da ağaçlı, çiçekli, çayırlı, çimenli olsun.

Gazeteci arkadaşlarımız Nuh KIRCA, Yâsin ÇANAKÇI, Dursun KIRIM ve yazar arkadaşlarımız Mustfa KÖKSAL ve Gökhan AKÇİÇEK’le berâber dönüşte de merhûm Câvid KALPAKLIOĞLU’nun kabrini de ihmâl etmedik. Merhum KALPAKLIOĞLU’nun kız kardeşi ALTUN ÜNAL Teyze’yi evlerinin önünde köydeki evlerinin önünde Nîsan havalarının tadını çıkarıyor olarak görünce daha biz seslenemeden o bizi çağırdı. Yâsin ÇANAKÇI arkadaşımızla merhûmun kütüphânesine baktık. Bir sürü kitap ve doküman var. İnceleyip araştırmaya, kurcalayıp karıştırmaya değer. Ama özel zaman ve ihtimam isteyen iş. Ne zaman nasîp olur bakalım.

Bize refâkât eden Osman MAĞDEN Ağabey’in de merhumla ilgili bayağı bilgileri var. bize kısa zaman içerisinde biraz anlattı. İnşâllâh bir gün paylaşırız.

Orta Câmi’deki Mevlid de çok güzel oldu. özellikle Zafer-iMillî Câmi İmamı arkadaşımız Muhammed ERSU Bey Hocamızın duâsı, programın rûhu oldu. Katılım da çok iyiydi. Fevziye Hanım Teyze merâsim ve katılımdan çok memnun kaldı. Herkese teşekkür etti.

            Son olarak, Sıtkı ÇEBİ için yazdığım ve ORDU ENSAR dergimizin ilk 1996’da yayınlanan ilk sayısında yer alan ve onunla tanışmamızın ilk dönemlerinde sohbetlerden taşan duyguları yansıtan bir AKROSTİŞ şiirle baş başa bırakıyoruz ves’selâm:

ZAMÂNIN KARGİR DUVARLARI

-Sayın Sıtkı ÇEBİ’ye-

Sevdâmızı en çok martılar anlar, belki bir de güvercinler ahşap çatılarda

Itırlı mandalina bahçeleri Azîziye’de, ZaferiMillî yokuşlarında

Tabyabaşı’nda omuzlara dökülmüş sırma saçlar gibi

Kaç asırdır dinliyor sonsuzluğun bestesini sarmaşıklar

Işığı yakamozların nice duyguları depreştirdi kimbilir…

Çiğ tâneleri dökerdi seherler avuçlarımıza akasyalardan

Ezanlar gürültüsüz; içten, sâde, samîmiydi

Bir sonsuz sırrı, her defâsında ilk kez fısıldar gibi

İftarlarda top vardı; orda görürdük en güzel, sesin ışıktan sonra geldiğini

Yalı’nın minâresiyle çınarlar sarmaş-dolaştı

En çok senin gidişin yıktı beni, ey târihimin şefkât yüzlü çeşmesi

Hani, doğru-dürüst bir resim bile bırakmadın, öylesine gittin

Anlatmadın, anlamadım; neydi böyle küskünlüğün?

Yıllar geçiyor, arkadaşların sana koşuyor bir bir

Issız çölde bir kaktüs gibi hissediyorum kendimi

Rastgele gidiyorum, neye uzansam kapıveriyor bir gizli el…

Limanlar nereye götürdü kirazlarını; ey Kirazlimanı, söyle gel!

Ilgıt ılgıt esen yellerde ıhlamur çağıltısı

Upuzun sahurlar vardı sâhil boyu, loş adımlarla dolu

Zamânın kargir duvarları çöktü üstüne her şeyin

Umduğunu bulamadı toprak, mâviliklere kapandı perdeleri

Nevirsiz betonlar çullandı kâbus gibi ufuklara

Önümüzde ne var, bilmiyoruz; geçenlerin de mümkün değil kazâsı

Menfaat duyguları tüm güzellikleri kemirdi, acımasızca

Ülkemi, yurdumu, memleketimi; şık görünümlü çeteler sardı, ürperiyorum

Rûhumu sıkıyor, zerâfetsiz, nezâketsiz, merhametsiz binâlar, arabalar, caddeler

Leylâsını kaybetmiş Mecnûn gibiyim!..

Ey Boztepe, sen daha iyi görüyorsun; tâkibindesin olan-bitenin

Ramazan toplarıyla atardı kâlbin, duyardık; yok şimdi

Duymadık mı yoksa, salâların verildi de?!

İşin içinde işler mi var; çaldılar mı seni bizden yoksa?!

Likör döküp kafana, başka âlemlere mi çeldiler aklını?

Ey Boztepe: “Beni sana geçmişler, inanki ben demedim!”

Garip bırakma bizi, dön bize; buyur yine iftarımıza, sahurumuza

İrfanımıza dön Boztepe, aklını başına al; kâlbinin sesini dinle

Yelken açtığın gün sonsuza, gideceksin yüklerinle

Lâkin sen, her şeye rağmen, yine güzel, yine güzelsin

Enginlerimizden semâlara uzanan elsin…   Ekim 1993,Ordu 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

30.04.2010


Mar`12
26
HABERLER ARASINDA
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

HABERLER ARASINDA

Günlük gazetelerimize baktığımızda, ortaya çıkan tablolar, eğrisiyle-doğrusuyla toplumun aynası niteliğinde. Meselâ dünkü gazetemize bakınca, 4 haber, üzerinde durulmaya değer olarak gözüküyor. Aslında her bir haber, üzerinde ayrı ayrı durmayı gerektirecek nitelikte. Ancak biz bugün kısa değerlendirmelerle yetineceğiz.

İlk haber, Sn. Vâlimiz Orhan DÜZGÜN ve eşinin jestiyle ilgili. Haberin başlığı şöyle:

Vâli DÜZGÜN, Bindaş Âilesine tâziye ziyâretinde bulundu.

Gerçekten, hüzünler paylaşıldıkça azalıyor. Özellikle böyle anlarda, büyüklerin, yönetici konumunda olanların ilgisi çok önemli. Nitekim, âilenin bu anlamdaki memnûniyetleri her hâllerinden belli. Sayın Vâlimiz, devletimizin hep olması gereken müşfik tavrını ortaya koymuştur. Öteden beri sergilediği ilgili ve aynı zamanda seviyeli, doğal tavrını burada da göstermiştir. Böyle yöneticilerin toplumlar için bir mutluluk sebebi olduğu muhakkak. Ne mutlu bizlere.

Fotoğrafdan anladığım kadarıyla kazâ kurbanı yavrumuzun babası da tanıdık birisi. İsmini de yeni gördüm. “Kadere keder olmaz” diyorlar. Sabır ve metânetlerini tebrik ediyor devâmını diliyoruz. Ayrıca, tekrar tâziyelerimi bildiriyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.

***

2. habere gelince, artık böylesi haberlere alıştık. Günlük menü hâline geldi.

“Şok!” olmaktan çıkan haber, yine aynı; YİNE SERVİS KAZÂSI!

Ne söyleyeceğimi bilemiyorum doğrusu! Bu kadarına pes artık!

Şu trafik anarşisi bir şekilde son bulmalı. Nasıl olacaksa olmalı!

Teknik iyi yolda da gençlik değil! Hoyrat, uçarı, ölçüsüz, sorumsuz!

Bu sabah biraz erken çıktım yola. Servisler fişek gibi mâşâllâh.

Yolarda tüm öncelikler onların! Öyle ya, ilim taşıyıcısı adamlar!

İlim mi taşıyorlar filim mi, orası çok sonraları çıkıyor ortaya!

Minibüsler, taksiler, otobüsler, her türlü taşıtlar; büyük nîmet.

Ama, gel gör ki, nîmetten haberi olmayanlar kıymet bilmiyorlar.

Ne varsa, zevkleri, bir anlık zaaf ve tutkuları uğruna hiçe sayıyorlar.

Sokaktaki insanları, arabadakileri ve hattâ evlerinde yolunu gözleyenleri.

“Babam gelecek, kocam gelecek, oğlum gelecek!” diyerek özleyenleri.

Bunlar kendilerinin de farkında değiller. Ama onlar da bizim çocuklarımız.

Bizim ruh yapılarımızın, verdiğimiz eğitimlerin, sergilediğimiz tavırların,

yaptığımız sohbetlerin, verdiğimiz ahlâk ve anlayış örneklerinin aynası…

Maç ahlâkının, dizi örneklerinin, film iklimlerinin yetiştirdiği ürünler!

Toplum olarak, topyekûn derlenip-toparlanmadıkça bu böyle sürecek!

Rabbim beterlerinden korusun; 7’den 70’e hepimize akıl, iz’an versin!

***

3. haber, çok farklı açılardan bakılabilecek engin boyutlar taşıyor:

7 Vakıf İnsandan Biri Ordu’dan

Ne Osmanlı, ne Selçuklu ne de Beylikler döneminden çok fazla eser intikâl etmeyen, câmidir, kervansaraydır, hamamdır, bedestendir, hiçbir örnek barındırmayan ve vakıf eserleri noktasında zayıf bir noktada olan Ordumuzun, vakıf hânesinde ilk 7’ye girmiş ve bu vâdîde başa güreşiyor olması çok çok güzel ve sevindirici. Bizi sevindiren bu sürpriz durum değerlendirme kalemleri noktasında zengin bir görüntü veriyor. Bu konuya zaman zaman değineceğiz inşâllâh…

***

Akşam geç vakit ordugazete.com’da gördüğüm şu haberi de sizlerle paylaşmadan yapamazdım:

Tarım Bakanlığı Müşâvirliği’ne Yılmaz Gündoğdu Atandı

            Duygu ve düşüncelerimi, gece yarısına rağmen telefon mesajıyle hemen ilettim.

İşte, şimdilik başka söze hâcet bırakmayacak sevinç ve tebrik cümleleri:

“Muhterem Ağabey. Pek güzel düşünülmüş, çok yerinde ve isabetli bir karar. Hayırlı olsun. Akl’edenleri ve sizi tebrik ediyor, hepimizin gözü aydın diyorum. Selâmlar… N.K.”

            Yılmaz Bey’in kıyıda-köşede kalması, Ordu için bir ayıp ve de kayıptı.

Bu durum sona erdi. Şimdi hizmet zamânı. Başarılar diliyoruz…

Bugün ANMA ve MEVLİD günü

Bu gün Bayadı GERİŞ CÂMİİ’nde kılacağımız Cumâ namazının peşinden,

bir grup gazeteci, yazar ve sevenleriyle birlikte Üstad Sıtkı ÇEBİ ve Câvit KALPAKLIOĞLU merhûmların kabirlerini ziyâret edeceğiz.

İkindiden sonra da ORTA CÂMİ’de MEVLİT var.

İlgililer haberli, cumâlar da mübârek olsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

28.04.2010


Mar`12
26
VEFÂLI OLMAK NE GÜZEL...
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

VEFÂLI OLMAK NE GÜZEL...

28 Eylül 1993 akşamı Muzaffer ve Gökhan beylerle Sıtkı ÇEBİ Ağabeylerde berâberdik. Hep birlikte, üstâdın ORDULULAR DERGİSİ’ndeki ropörtajını okuyup değerlendirdik. Buna benzer kültürel faaliyetlerin artırılmasını ve neler yapılabileceğini konuştuk. Konunun odak noktasını TV Programları yapmak oluşturdu. Bizim, kendisiyle televizyonlarda sohbet programları gerçekleştirme düşüncelerimiz vardı. Anlattıkları şeylerin çoğu, hem yaşımız hem de ilgi alanlarımız dolayısıyle bize çok farklı geliyordu. Bunların Ordulular’la da paylaşılmasının, bu bilgilerin yarınlara intikâlinin gereğini düşünüyorduk.

Bu konuda, biz ne kadar ısrarlıysak, Üstad da o denli direniyor, kırk dereden su bağlıyordu. Basın-yayından ve bürokrasi çevrelerinden, bu zamanın insanlarının genelinden ikrâh etmiş gibiydi. Bilenler bilir; Sıtkı ÇEBİ Üstad’ın bilhassâ kameraya karşı âdetâ alerjisi vardı. Lâfını bile ettirmiyordu. O, her şeyden, ilgisizliklerden, düşüncesizliklerden hep yakınma hâli, televizyon denilince nefrete dönüşüyordu. Onun için, çoğu kimse böyle bir konuyu açamıyordu bile.

Şimdi, o program tasarısı konuşmaları ve o akşamki dertleşmelerden yansıyan duygu ve düşüncelerin ışığında yine o akşam, gecenin tünelinden geçilip eve gelindiğinde soğumadan, sıcağı-sıcağına kaleme alınan ilhamları, bulunduğu yerden buraya çıkarıp açalım:

-Sıtkı Ağabey için-

Bir yalnız yolcu gibiyim geçmişten geleceğe. Yürüyorum, yürüyorum; nereye?

Dalgalar var sırdaşım yalnız; midyeler, yosunlar, Boztepe’nin eteklerinde…

Herkes şen-şakrak, elele; insanlar çatlayacaklar sanki, ne diyeyse; güle güle!

Gençlerin keyfi, neş’esi yerinde. Olmayan düşünceleri, duyguları derinde!..

Ben, 30’lu yılların körüklüsünde çekilmiş, sararmış köhne bir resim gibiyim!

Toprak değiyor ayağıma yürürken, yemyeşil otlar, kupkuru dallar arasında.

Ayağımın altı taş, sağım-solum; ardım-önüm mermer; peki sizlerden, ne haber?

Farkında mısın; çepeçevre, taşlarla, kayalarla kuşatıldığımızın hey birâder?

Ama, ben varım bir tek mahbus ruhlu sanki; bir de herkesler; üstüne üslük,

Tadını çıkarıyorken hayâtın, tekerlekler üstünde, parklarda volta atarak…

Sen, ey dostum, yâni ben; bu nostaljiyi git, rıhtımın en ucundan denize bırak!

Bıraktım bir an, modaya uyarak, gafletimden; dalıp gittiğimden düşüncelere!

Ama, bir balık oldular önce, sonra bir martı! Gelip kondular yine omuzlarıma!

Nasıl da tanıdı beni, omuzlarımı, kırçıllaşmış saçlarımı; bunca insan arasından?

Eskiler, belki  bunun için, daha güzel görünüyor bana; yenilerin manzarasından!

Toprak özlü ayaklarım, yine toprağa yürüyor bugün, parkeler, taşlar üzerinden.

Ayaklarımın altı taş, yanı-yöresi taş. Taşlar altında rûhum aslıyla sarmaş-dolaş!

Gözlerim yüksek binâlar arasından geçerek, tâ yamaçlardaki yeşillere uzanıyor.

Âh benim eski sevdâlı, eskimeyen sevdâlı kâlbim; hep böyle yanım yanım yanıyor!..

Bilmem ki bizlere bîgâne bugünküler, kendini ne; ve nereye varacak sanıyor?

Burada yârinden ve yarından yaralı; bitmiş, tükenmiş bir yürek kanıyor… 28.09.1993

 

  VEFALI OLMAK NE GÜZEL...

Kayıtlı İp: 88.254.26.124


Nuri hocam, bu iki güzide insanı anmakla ne kadar vefalı bir dost olduğunu bir kere daha gösteriyorsun.

Ah Sıtkı ve Cavit ağabeyler... Onlar Orduya kendi müstesna kişiliklerinden ne çok şeyler kattılar.

Onların eksikliği, yüreklerimizde hala derin sızılar uyandırmakta. Cavit ağabeyin derin, insanın içini okuyan bakışları; Sıtkı ağabeyin hiç eksilmeyen enerjisi ve heyecanı, yürekten konuşması... nasıl unutulur...

Allah her ikisinden de razı olsun, kabirleri pür-nur, mekanları cennet olsun. Sağolasın Nuri hocam...

 

 

 Rıdvan GÖK  www.yenikalemler.com

Tarih : 16.04.2010 22:08:56  

 

15.04.2010 târihli “ŞUBAT DEYİNCE CÂVİT, NÎSAN DEYİNCE; SITKI ÇEBİ…” başlıklı yazımızın altına düşülen bu notlar bir yazar olarak bizi teşvik eder nitelikte. Rıdvan GÖK Bey Hocama ilgilerinden dolayı teşekkür ediyor, kendisinin de o güzel kaleminden benzer yazılarını beklediğimizi bildiriyor sevgi ve saygılar sunuyoruz.

Bu arada yarın Sıtkı ÇEBİ için, ANMA ve MEVLİT günü. Önce, Bayadı Geriş Câmii’nde kılacağımız Cumâ namazının ardından, merhûmu bir grup arkadaşla kabri başında duâ ederek anacağız. Oradan, merhûm Câvit KALPAKLIOĞLU’nun dönüş yolu üzerinde yer alan kabrine uğrayacağız. Ayrıca, ikindiyi müteâkip de Orta Câmi’de Mevlid programı var. Herkese açık. Kısaca, hepimiz de Fevziye Hanım Teyze’nin dâvetlisiyiz.

Yârın, burada ve de oralarda da buluşmak dileğiyle ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

28.04.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 72 73 74 75 76 [77] 78 79 80 81 82 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4591)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...