FâtihHan ÜNAL’a MEKTUPLAR
Sizinle görüşme fırsatımız olamıyor bir türlü.
Zamanımız mı yok, ihtiyâcımız mı bilemiyorum?
Bu defâ, en iyisi yazayım dedim. Sizin için belki gereği olmayabilir.
Ama benim, duygu ve düşüncelerimi paylaşmaya ihtiyâcım var.
Muhatap olarak sizi seçtiğim için mâzûriyetimi istirhâm ediyorum peşînen.
Bilmem okumaya zamânınız olur mu? Meşgaleleriniz el verir mi?
Öyle ya; çok önemli bir mevkîde, iktidar İl Teşkilâtının başındasınız.
Basını tâkip edebiliyor musunuz? Böyle uzun yazılarla aranız nasıl?
Belki biraz zamanınıza mâlolacak ama, kendim için yazıyorsam nâmerdim!
Yüzyüze gelsek, bu kadar rahat söyleyemem. Biraz da bundan, yazmayı seçtim!
Umarım duygu, düşünce ve gözlemlerimiz hepimiz için hayırlı olur.
TANIŞIYORUZ MU?
Öncelikle, daha evvel tanışmadığımızı belirterek söze başlamak istiyorum.
Nasıl oldu bilmiyorum; 52 yıllık Orduluyum. Yollarımız hiç kesişmedi.
Ne eğitim sürecinde, ne de sosyâl faaliyetler bağlamında.
Ensar Vakfı olarak Eskipazar’da 10 yıla yakın KIR GEZİSİ düzenledik.
TYB Ordu Şûbesi olarak organize ettiğimiz ŞİİR ŞÖLENLERİ var.
Konferanslar, paneller, konserler, mitingler, okul programları…
Hele hele, Fikret TÜRKYILMAZ Belediyesi ve Sivil Toplum örgütleri olarak
Her Ramazan AYIŞIĞI SALONU’nda gerçekleştirilen KİTAP ve KÜLTÜR Fuarları.
Ki, terâvihlerden sonra oralarda güzel sohbet ortamları olurdu. Her kes gelirdi.
Çaylar içilir, muhabbetler kurulurdu. Orası bir ortak kültür plâtformu gibiydi.
Bunları neden söylüyorum? Siz hiçbir yerlerde yoktunuz, ya da tanınmıyordunuz.
Sanırım o sıralar Ordu’da ikâmet etmiyordunuz. Dışarılardaydınız.
Siz AkParti’yle birlikte ortaya çıkan, onun Ordu’ya kazandırdığı bir şahsiyetsiniz.
Millî-mânevî değerlere bağlı nitelikli eleman sıkıntısı çektiğimiz günlerde,
bir Fâtih Han ÜNAL olarak ilin en tepe noktalarında yerinizi aldınız.
Varlığınızdan kıvanç duyuyoruz. Hani, ne diyorlar: “İyi ki varsınız!”
En kritik bir dönemde büyük bir yük omuzladınız ve götürüyorsunuz.
Siyâsetin sağladığı avantajla, şu an ilimizin önde gelen isimleri arasındasınız.
Hem bir ticâret adamı hem de siyâsetçi olarak.
ÖCELİ’DEKİ CENÂZE
Bu bağlamda, dağ-taş, dere-tepe demeyip her tarafı dolaştınız.
Tabanda eğleş(e)meden tavan yaptığınız için hep yukarılarda oldunuz.
Aşağılarda pek dolaş(a)madınız. Kentlere vardınız ama, semtlere uğrayamadınız.
Bu anlamda düğünlerde, cenâzelerde de pek karşılaşamadık ne yazık ki!
“Seyit TORUN Bey, koca belediye başkanı, bak işte zaman ayırıp gelebilmiş.
Bizim İl Başkanımız nerede?” diye gözler hep arayışta oldu.
Fakat yarınki gazetelerde okuduk ki siz ya Aybastı’dasınız, ya Akkuş’da…
Bakan Beylerle, ya da milletvekilleriyle hizmet yollarındasınız.
Son Hacılar uğurlanırken bile Seyit TORUN Bey sabah erkenden garajdaydı.
Orada da yoktunuz; ama, geçenlerde Öceli’deki bir cenâzede, namazdan önce,
“burada illâ ki olmalıydı!” şeklinde değerlendirildiğiniz noktada,
cenâze namazı için saf tutanlar sizi karşısında görünce şaşırdılar.
Belki sizin aklınızın kıysından da, köşesinden de geçmediği hâlde
“Gâlibâ Belediye başkanlığına aday!” diye geçti içlerinden gayr-ı ihtiyârî!
Çünkü o gün, ne yapıp edip gelmiştiniz. Hem de oldukça kalabalıktınız.
Öğle namazından önce Seyit Başkan vardı çevresiyle, öğleden sonra da siz.
Belediye Başkanıyla yollarınız kesişmeye başlamıştı.
Demek ki, aynı hedefe doğru koşuyordunuz! Hem, heyecanlı da görünüyordunuz.
Her neyse. İnşâllâh bu konudaki fikirlerimizi de paylaşırız gerekirse…
GARÂBET!
O gün orada, haber için fotoğraf çekerken, bizi de fark etmiş olmalısınız ki,
bu anlamda tebessüm ve iltifatlarınızdan nasîbimizi aldık. Teşekkür ederiz.
Unutulmamak, ayaküstü de olsa muhâtap alınmak büyük bir mazhariyet.
Baksanıza, 40 yıllık müftümüz, içimizden biri; görevinin son demlerinde,
hem de kendi ilinde, muhâtap alınmama muâmelesiyle karşı-karşıya!
Şimdiye kadar görev yaptığı onlarca yer ve makamlarda, askerî devirlerde
böyle bir muâmeleyle karşılaşmış olacağını düşünemiyorum.
Hep söylenen, “kendi memleketinde değeri olmamak!” bu olsa gerek.
Tanınmamak, reddedilmek, görmezden gelinmek, kolay bir şey değil.
Bilmiyorum, bu garâbete artık son vermek için bir adımınız var mı?
Hiç görmeden görüşmeme kararı, yetkiden çok bir etkinin ifâdesi değil mi?
O zaman burada, sizlere de bir etki, îzah ya da vâkıayı arz görevi düştüğü muhakkak.
A’SIZ “AK” OLUR MU?
Hükümetimiz BARZÂNÎ, TALABÂNÎ ve benzeri nice kişileri muhâtap alırken,
DİNLERARASI DİYALOG, son yılların en çok revaçta olan moda tâbiriyken,
Yıllarca vatan-millet-bayrak-birlik diyerek görev yapan kendi öz vatandaşını,
hattâ halk nezdinde ayrı yeri olan makamdaki bir il müftüsünü
muhâtap almayan bir Ordu bürokrasisi sizin için ne anlama geliyor?
Ya da, rahatsız edici mi? Yoksa, Ordu’ya özel bir farklılık mı?
Bana sorarsanız, sizin olduğunuz yerde böyle bir şey olamamalıydı.
Ortada bir suç zâten yok. Tam aksine, mağdûriyet söz konusu.
Mahkemenin görevine iâde kararı bu anlama gelmiyor mu?
Mahkemenin kararı tanınmayacaksa mahkeme niye var?
AkParti’mizin kalkınması iyi de, “adâlet”i nerede?
AK’ın A’sı adâlet, K’sı kalkınma. A ile K birlikte olmazsa AK olmaz!
Ve bu durum karşısında siz niye varsınız ve ne güne duruyorsunuz?
Bu konunun hâfızalardan silinecek gibi olmadığını, arabuluculuk yapılarak
bir an evvel önüne geçilmezse Ordu piyasa ve siyâsasında
tahmin edilemeyecek travmalara sebep olabileceğini hissedemiyor musunuz?
Bürokratlar, âmirler, memurlar gelir, gider. Vâliler ve Müftüler de.
Fakat sebep oldukları rahatsızlıklar, açtıkları yaralar burada kalır.
Seçimini de etkiler, sosyal ve ekonomik anlamdaki huzur ve geçimini de!
Ne demişler; “SEL GİDER KUM KALIR!” ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
23.11.2008