|
|
BİR ORDU, İKİ MÜFTÜ!
YOKSA, “AZ BİLE!” Mİ?
Daha önceki müftümüz Tâceddin SEVİNÇ Bey 2004 yılı sonlarında Ordu müftüsü olarak atanıp ilimize geldiğinde yaptığı ilk konuşmasında, bunca yıl vatanın çeşitli yörelerinde görev yaptıktan sonra şimdi doğduğu topraklara hizmet verecek olmanın mutluluğunu sevinç gözyaşları arasında dile getirmiş, bu mazhariyetin hamdinden âciz olduğunu, bunun için de var gayretiyle çabalayacağını, kendini yetiştiren insanlara karşı vefâ borcunu ödemek için elinden geleni tüm gücüyle yapmaya çalışacağını vurgulamıştı.
İlk göreve 1967 yılında yine burada, Ulubey ilçemizde vâiz olarak başlayan hocamız için burasının artık son durak, dolayısıyla buradan emekli olacağı düşünülüyordu. Derken, bu yılın başlarında onun da hiç beklemediğini tahmin ettiğim bir şekilde tâyini çıktı ve Yozgat’a gitti. Sonuçta herkes gibi o da hakkını aradı. İdâre mahkemesine başvurdu. Kazandı. Hattâ o sıralar yerel basında Tâceddin Bey’in göreve başlayacağı haberleri bile çıkmıştı boy boy fotoğraflarıyle. Sonra konunun îtirâza medâr olduğunu duyduk. Lâkin en sonunda, sürecin lehine netîcelendiği ve geçen hafta Yozgat’tan ayrılıp Ordu’ya geldiğini öğrendik. Sizin anlayacağınız, şu anda Ordu’da iki tâne Ordu müftüsü var, resmen!
Peki şimdi biz, “İki tâne müftümüz var!” diye sevinip “gözümüz aydın!” mı diyelim, yoksa, “bu nasıl iştir beyler, uyanın, günaydın!” mı diyelim?
Yoksa, “Ordu’ya iki müftü de yetmez, dahası da gelsin!” mi diyelim? Ne diyelim?
Mâlumunuz, ben de ilâhiyâtçıyım. Eğer, Yüksek İslâm Enstitüsü’nden sonra Millî Eğitim’i değil de Diyânet’i tercih etseydim ben de belki İl Müftüsü olarak görev yapacaktım. Nitekim, şu anki Ordu Müftümüz Veysel ÇAKI Bey’in aynı okuldan dönem arkadaşım olduğunu daha önce yazmıştım. Tâceddin Bey de bizim gibi İstanbul YİE’den, fakat 7-8 yıl önce mezun. Üçümüz de aynı okul mezunuyuz yâni.
Her neyse. Herhangi başka bir gâyeyle değil, zoruma gittiğini için yazdığımı belirtmek için bu açıklamayı yapma ihtiyâcı duydum. Diyânet İşleri Başkanlığı’nın bu yılın başında yaptığı, âni olduğu anlaşılan atama, diğer bâzı vilâyetlerde de sıkıntıya sebep oldu. Komşumuz Giresun da bunlardan biri. Ne de olsa OR-Gİ’yiz. Birbirimize benzeriz! Sanırım orada uzun süre iki müftü polemiği oldu. En sonunda eskisi kaldı. Bizde eskisi gitti, yenisi geldi. Eskisi mahkeme süreçleri sonunda tekrar geldi. Şimdi tam buradayız. Ve benim sorularım var:
1- Bu nasıl iştir? Neyin sonucudur? Toplum nezdinde ağırlığı olan, ulemâ konumundaki bu şahsiyetleri bir top gibi bir öteye, bir beriye atmanın mânâsı nedir? Gereği ve gerekçesi nedir?
2- İşin içinde gönül olmayıp, rızâ bulunmayıp da top direkten döndürülünce, tüm takım madara durumuna düşmüyor mu? Diyânet’in ağırlığı ve farklılığı ne oluyor? Vatandaşın aklına sorular gelmez mi sizce?
3- Kaldı ki, en az 30 yıl din hizmeti yapmış bu insanları –ki Ordu müftülerimiz 40 civârında dolaşıyorlar- Diyânet bir şekilde râzı edemez mi? Durumu anlatamaz mı?
4- Meselâ birisi kendisini Tâceddin Bey’in yerine koysun. 40 yıl hizmetin sonunda memleketinize gelmişsiniz. Oradan emekli olacağınızı düşünüyorsunuz. Fakat, size sorulmadan, haber de verilmeden ansızın tâyininiz yapılıyor bir başka vilâyete! Apar-topar gönderiliyorsunuz! Ortada hiçbir sebep yok. Konu yok. Ufak bir çıtlatma yok. Îzah yok, îkaz yok! Ne yaparsınız? Size yapılanı nasıl îzah edersiniz? El-âlem sormaz mı; komşularınız, akrabalarınız, dostlarınız, niçin, neden diye?
5- 40 yıllık görevli. Belki de başkan dâhil, hemen hemen herkesten yaşça büyük bir elemana bu yapılır mı? Diyânet bir câmiye müezzin verirken bile zorlandığı hâlde bu iş habersiz-tebersiz bu kadar kolay nasıl olabiliyor? Hep söz konusu edilen, vefâ, kadirşinaslık, sevgi, saygı, meşveret vs. nerede?
6- Diyânet’in, yaş haddinden emekliliğine az bir zaman kalan bir mensûbunun neyine, niçin ve neden sabredemediği konusu açıklanmaya çok muhtaç.
7- Diyânet İşleri Başkanlığımızın, bilhassa kamuya gizli kalamayacak tâyin meseleleri neden mahkeme boyutunu gerektirecek bir şekilde gerçekleşir ki? Böyle bir durumda sonuç ne olursa olsun kaybedenin müessese olacağı açık. Tâ ki ortada bir sebep olur ya da gerekçe açıklanır.
8- Bu durumda her iki tarafa da yazık değil mi? Kimi gelecek, kimi gidecek? Ya da Giresun benzeri sıkıntılar?! Hem de bu yaştan sonra! Bu çile, bu yol, bu göçgüncülük, bu kasvet revâ mı? Gitmese sıkıntı, gitse sıkıntı! Sebep ne, daha iyi hizmet mi?
9- Niye gelmiş, niye gitmiş? Nasıl gelmiş, nasıl gitmiş? Şöyleymiş, yok böyleymiş. Miş miş de miş miş!... Al sana bir sürü konu. Elde konu, dilde sakız! Ortalığa malzeme. Çay ocaklarına çorba! Ne gereği var? Bu dalgalanmaların ister istemez hem cemaat, hem de personel arasında olumsuz yankıları olur.
10- Şu bilinsin ki, herkesin artıları var, eksileri var. Ne ondan yanayız ne de bundan! Yalnızca dinden, diyânetten, hizmetten ve de adâletten yanayız. Câmia olarak, önce bizler, ilmin ve ilim adamlarının, dolayısıyla Diyânetin vakarını korumakla mükellefiz. Bizler de herkes gibi davranınca topluma nasıl örneklik edeceğiz?
11- Kusura bakılmasın. Bulunulan makamlar önce Hakk’ın sonra da halkın bize bir lûtfudur. Halkın getirdiği, Hakkın verdiği makamlarda kalem oynatırken hak gözetilmiyor, halkın hatırı kaale alınmıyor da Allâh’ın kulları, halkın çocukları haksız yere rencîde ediliyorsa, gereksiz tazminatlar, yolluklar, harcamalara, zaman ve hizmet kayıplarına, durduk yerden dedikodulara sebep olunuyorsa bunun vebâlini ilgililere anlatmak elbette haddimiz olamaz. Yalnızca hatırlatırız o kadar! Çünkü mâlumunuz, Kitâbımız Kur’an-ı Kerîm, hatırlatmanın fayda verdiğinden söz eder defâatle.
12- Bu mesele hepimizin. Tüm etkili etkisiz, yetkili yetkisiz herkesi ilgilendiriyor. Bu gelgitlere her kim sebep olduysa, göz yumduysa, yetkisi ve haberi var da ilgilenmediyse hatâlıdır. Onca yazışmalar, mahkemeler, harcamalar, gelişmeler, gidişmeler, gülüşmeler, didişmeler. Ne oldu şimdi? Başa dönüldü! Ne zaman; Ba’de harâbil’Basrâ:Basra harap olduktan sonra!? Neyi çözdük? Hiçbir şeyi! Sâdece kırdık-döktük, yaktık-yıktık. Ağırlığımız gitti, hafifledik. Havalarda uçuyoruz mu?
13- Doğrusu ayrıntılar çok da ilgilendirmiyor bizi. Biz olanlara bakıyor, bir anlam veremiyoruz. Herhâlde birileri makamlarının ve de rakamlarının rüzgârına kapıldılar, havalara girdiler, hevâlarına uydular belki ve sonuç böyle oldu. Netîcede herkes kendi hesabıyla baş başa. Hayırlısı olsun.
14- İnşâllâh, ders alınır ve benzerlerinin yaşanmamasına bir nevî katkı teşkil eder ümidiyle yazdığım bu yazıyı her iki muhterem müftümüze de hürmetlerimi bildirmek sûretiyle bitiriyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
21.10.2008 |
|
|
ARKADAŞ SÖZLERİ
Câminiz, cemaatiniz, cemiyetiniz; kısaca, Cumâ bayramınız mübârek olsun.
Bu gün vuslat günü. Karşılaşma, selâmlaşma, kaynaşma, ikramlaşma günü.
Arkadaşlarla gidip, kardeşlerle Rabbin huzûrunda omuz omuza durma günü.
Hep birlikte, îmânını ikrar, teslîmiyetini izhâr, ahîliğini, uhuvvetini tekrâr günü.
Kendimizden, yalnızlığımızdan topluma doğru açılma günü.
Yeni yeni insanlarla görüşme, tanışma, yeni yeni dostlar edinme günü.
Cuma, bu anlamda bize hem ölçü, hem de imkân arz eden bir gün.
Bu bağlamda, din kardeşliği zemîninde arkadaşlığın da ayrı bir yeri var.
İnsan hayâtında arkadaşın yeri çok önemli. Tabiî ki seçimi de.
Bu gün, arkadaşlıkla ilgili sözlerle bu konuya dikkât çekmeye çalışacağız.
Atalarımız; “Körle yatan şaşı kalkar” derken bu konuyu çok güzel özetlemişlerdir.
Bu, maddî-mânevî, siyâsî, aklınıza gelecek her anlamda böyledir.
Hiçbir şeyi gelişigüzel edinmeyen insan, rasgele arkadaş edinmemelidir.
Edindiği, ya da Mevlâ’nın önüne çıkardığı arkadaşları iyi ise, onların da kıymetini bilmelidir. Ne büyük bir değer olduklarının farkında olmalıdır. Bundan dolayı, arkadaşlıklarımızı yeniden gözden geçirme noktasında bir fikir jimnastiği yapılması açısından, bu gün yüzlercesi arasından seçtiğimiz arkadaş sözleriyle huzûrunuza geliyoruz. Bilhassa, yeni arkadaş edinme aşamasındaki gençlerimiz için, umarız faydalı olur:
İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli, misk taşıyanla körük çeken gibidir. Misk taşıyan ya sana ikram eder, ya sen satın alırsın, yâhut ondan güzel bir koku duyarsın. Körük çeken ise; ya elbiseni yakar,Ya da ondan pis koku duyarsın.
BUHÂRÎ-MÜSLİM
Allâh (cc) bir kimse için hayır murad ederse; onu sâlih bir arkadaşa sâhip kılar.
HADİS
Arkadaşın kötüsü, emin ol ki, bir gencin başına gelebilecek kötülüklerin en kötüsüdür!
Prof.Dr.Ali Fuat BAŞGİL
Evden önce komşu, yoldan önce arkadaş önemlidir.
HADİS
Kişinin mâhiyeti, düşüp kalktığı ve berâber yaşadığı insanlardan anlaşılır.
Hz.Ali (kv)
Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!
CERVANTES
MECLİS
Girme meclîs-i nâdâne, benzetip de gülzâre
Temiz, mâsum gönlünü döndürür ateş-zâre
Edebi unutursun, iffet nedir bilmezsin;
Bugün bedbaht olursun, yarın girersin nâre!
LÂEDRÎ
Allâh beni, yalancı arkadaşlardan korusun; düşmanlardan kendimi koruyabilirim!
Mareşal WİLLARS
YOLCULAR
Yolcular var, tutulmuş bir yâre gider
Yolcular var; yâr diye ağyâre gider!
Değişik gidenler, değişik varırlar
Kimi gülzâr; kimi de, nâre gider!...
NÂKÎ
Dost, arkadaş ve yakınlarımızla birlikte acısı-tatlısıyla yaşadığımız hayâtımızın sonunda, Furkan Sûresi 27. âyette vurgulandığı şekliyle; “Keşke filan kimseyi dost (arkadaş) edinmeseydim!” deme durumunda kalmayacağınız arkadaşlarınızla birlikte sürdüreceğiniz uzun ömürler dileğiyle sözlerimizi noktalıyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
16.10.2008 |
|
|
AkParti, Belediyeyi almak istiyorsa…
1- Kim ne derse desin, fındık konusu AkParti iktidarının genel başarılarına gölge düşürmüş, insanlarımızı hayâl kırıklığına uğratmıştır. Ancak, bu bile bir şansa dönüştürülebilir. Vatandaş şu anda, her türlü, mâkul olabilecek, mantıklı, istikrarlı bir fındık politikasını kabûle hazır hâldedir. Yerel seçimlerden önce bu mutlakâ yapılmalıdır. Her sene, her sene yeni şeyler beklemekten insanlar bıkmıştır. Hayâl kırıklığı da, her sene yeniden kurulmasına meydan verilen hayâllerin bir sonucu değil midir? Öyleyse yapılacak şey, bu anlamda bir çalışmanın netleştirilip âcilen vatandaşa sunulmasıdır. Yoksa, bu yara iyileşmediği sürece vatandaşın sancısı ve ekşiliği devam edecektir.
2- Bir yanda, fındık politikasının soğuk duşu, diğer yanda Seyit TORUN’un sıcak yüzü. AkParti eğer kazanmak istiyorsa, bir şeyler, hem de çok bir şeyler yapmak zorunda! Yoksa, fındık olayını, “bardağı taşıran damla” olarak görenler az değil gibi gözüküyor!
3- Öncelikle, iyi bir özeleştiri yapmalı. Rüzgâr çok müsâit olduğu, tüm şartlar lehine cereyân ettiği hâlde kazanamadığı geçen dönemi tekrar tekrar masaya yatırmalı. Dersler çıkarmalı. Ordu halkının, iktidarı coşkuyla verdiği partiye Belediye’yi âdetâ ve özellikle ısrarla neden vermediği iyi irdelenmeli.
4- Seyit TORUN fenomeni iyi tahlil edilmeli. 1. maddede sözünü ettiğimiz rüzgâra rağmen, yerlerde sürünen bir partinin adayı olmasına rağmen, tek başına kendisini zafere ulaştıran şey neydi? Bu aşamadan sonra AkParti, adayıyla ve projeleriyle, ondan her bakımdan en az bir adım daha önde olacağını gösterebilmeli.
5- Adayını seçerken dürüstlük ve güven unsurunu ön plânda bulundurmalı. Aday, sempatik olduğu kadar, birikimli, becerikli, şehirciliğin kurallarına göre hareket edecek, halkın verdiği yetkiyi halkın rağmına kullanmayacak niyet, kararlılık ve dirâyette olmalı.
6- Şehrin sâdece ekonomi ve siyâset çevreleriyle değil, ilim, kültür, sanat ve akademik çevreleriyle de diyâlog hâlinde olacak biri olmalı.
7- Başkan adayı, AkParti’nin hiç yapma ihtiyâcı hissetmediği, “Acabâ nasıl gidiyoruz? Bize göre işler yolunda. Dışardan siz nasıl görüyorsunuz?” şeklinde zaman zaman istişârî mâhiyette toplantılar yapacak yapı ve mesâfede olmalı. Hizmet kaygısı taşımalı.
8- Adayın, kültürel alt yapısı çok önemli. Ordu, tüm dünyâya açılabilecek özellik ve güzellikte bir şehir. Doğası her türlü turistik ve kültürel alt yapıya müsâit. Mevcut belediye yönetiminin yaptığı uluslar arası festivâllere şiir ve edebiyât ta eklenebilir. Boztepe, şiir şölenleri için çok müsâit bir yer.
9- Türkiye Yazarlar Birliği Ordu Şûbesi olarak bir çok ünlü edebiyatçımızı şehrimizde yıllarca misâfir etmiştik. Çok da güzel olmuştu. Ordu’muzun tanıtımına çok katkı sağlamıştı. Belediyenin imkânlarıyla bu şölen uluslar arası bir boyuta taşınabilir. Bu meyanda fikir jimnastikleri yapılmaya başlandı bile. TYB olarak hep düşünegeldiğimiz bu faaliyet, maddî anlamda kurumsal bir yapıya ihtiyaç gösteriyordu. Bu da belediyelik çapta bir iş. Nitekim, ülke çapında bu işleri hep belediyeler deruhte ediyor.
10- İşin Türkçesi, belediye imkânlarıyla şehre getirilecek geniş ufuklu çok faaliyetler var. Anadolu kültür ve rüzgârı adına bunu üstlenecek bir belediyeyi oluşturmak Tayyip ERDOĞAN AkPartisi’nin boynunun borcudur. Burada AkParti’nin beceriksizlik gösterme lüksü yoktur.
11- AkParti, işin bu boyutunu da düşünerek Belediye işini ciddîye almalı, onu sâdece bir taş, parke, çimento, beton, çevre, çöp, ihâle konusu olmanın ötesinde bir medeniyet, kültür ve zihniyet meselesi olduğu şuuruyla hareket ederek, bunca insanın yaşadığı, istikbâli parlak bir kentin maddî-mânevî sorumluluğunu geçici hevesler için fedâ etmemelidir.
12- Ordu AkParti, hep kendi içerisinde dönenip durdu. Bir tâyin, ihâle ve sıradan işler müdürlüğü gibi çalıştı. Gençlere ve insanlarımıza, yerel anlamda bir şeyler yapma hevesinde olduğuna dâir havalar estiremedi. Gençlere yönelik bir-kaç pop konseri dışında, bir konferans, bir panel, bir yarışma, bir kurs vs. gibi halka yönelik kültürel hiçbir şey sergilemedi. Bir, alternatif belediye faaliyeti örneği niteliğinde çabalar içerisinde olmadı.
13- Daha dün denilecek zamanlarda yapılan, AkParti tabanını rencîde eden türden atamalara ve öteden beri beklenip de bir türlü yapılmayan atamalar cinsinden uygulamalara devam edilmek sûretiyle, seçmenin çok da önemsenmediği izleniminden vaz geçilmeli. Hattâ, hatalar âcilen telâfi yoluna gidilmeli.
14- Bu bağlamda, aday tespit ederken, geçmişten ders alındığı hissettirilmeli. “Benim paşa gönlüm kimi isterse, millet te onu kuzu kuzu seçer!” tarzında hareketten vaz geçilmeli. Yönlendirme ve şartlandırma olmadan, açık kâlplilikle ve olduğunca şeffaf anket çalışmaları ve tarafsız istişârelerle halk ve hak adına en iyi tesbiti yapmak için samîmî gayret gösterilmelidir.
15- Sözün özü, şunun, bunun istediği değil, şehrin ve Anadolu kültürümüzün hayrına olacak kişiliğine güvenilen bir adayın seçilmesi için olanca gayret gösterilmelidir. Eğer istenirse, bunu başarmak hiç de zor değildir. Yeter ki istensin, isteniyormuş gibi yapılmasın, ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
14.10.2008 |
|
|
GÜNLER HEP BÖYLE GEÇMEZ
Bu gün sizlere, şimdi Kur’an Kursu Hocası olarak görev yaptığını öğrendiğim bir öğrencimizin, Bulancak İHL’den okulumuza naklen geldiği yıllarda yazmam için bana verdiği Hâtıra defterine serdettiğimiz akrostişli yazıyı sunuyoruz. Umarız beğenirsiniz.
Öğrencimize âile ve görev hayâtında mutluluk ve başarılar diliyor, sizleri mezkûr cümlelerle baş başa bırakıyoruz. Yazı şöyle:
Bismillâhir’Rahmânir’Rahîm
Değerli öğrencimiz; 10.03. 1994,Ordu
Bana ayırdığın bu kıymetli sayfalara, birer âyet, hadis ve vecîzeyle başlamak istiyorum. Ki bunlar, derslerde okuduğumuz kimya, ya da matematik ya da fizik formülleri gibi, uygulandığında insanı sonsuz mutluluklara ulaştıracak hayât düstûrlarıdır:
İnsanlara iyiliği emrediyor da kendi nefsinizi unutuyor musunuz?
Oysa siz, kitabı da okuyorsunuz. Hiç düşünmez misiniz?
Bakara 44
“Ey insanlar! Selâmlaşınız. Yemek yediriniz. İnsanlar uyurken geceleyin namaz kılınız.
Selâmetle Cennet’e girersiniz.”
Hadîs-i Şerîf
“Her kim edebden mahrum kaldı; cümle hayırlardan mahrum kaldı!”
İbn-i Atâ
Anlıyoruz ve biliyoruz ki, ilk insandan bu yana gelen ve kıyâmete kadar sürüp gidecek olan olayların özü Hak-Bâtıl Mücâdelesi’nden ibârettir. Hak çizgisi enbiyânın, evliyânın, ulemânın çizgisidir. İmam-Hatipli olmakla Yüce Mevlâ bize hak çizgisini nasîp etti. Ne kadar şükretsek azdır. Bunun kıymeti bilinmelidir. Her nîmetin bir de külfeti vardır elbette. Bu nîmet herkese nasîp olmadığı gibi, kolay da değildir. Gerekleri, yükümlülükleri, büyük sorumlulukları vardır.
Aziz Anadolu’muzun şehit kanlarıyla sulanmış bu mukaddes toprağında insanlarımızın sarhoş nâraları atmaları hem ecdâdımızı üzmekte hem de İslâm Âlemi’nin önünde bir engel oluşturmaktadır. İnsanlarımız sarhoşsa, bu milletimizin, dolayısıyla ümmetin başı hoş değil demektir. Bu bakımdan bizlere çok hassas ve önemli görevler düşmektedir. İçki, kumar vs. gibi ahlâksızlıklarla kesin mücâdele içerisinde olmalı, hem şahsımızda, hem âilemizde, hem de çevremizde kötülükleri azaltmaya, iyilikleri çoğaltmaya gayret etmeliyiz. Bu hem kişisel, hem de toplumsal sorumluluğumuzdur.
İslâm Âlemi’nin durumu mâlum. En çarpıcı örneği Bosna’da görmekteyiz. Sözüm ona uygar Avrupa’nın, girmek için can attığımız AB devletlerinin tam orta yerinde bu denli acımasızlık hangi kriterlerle îzâh edilebilir. Adları, sanları ne olursa olsun batının, doğu halklarının göz yaşına bakması söz konusu değildir. Hele bir de müslümansanız, ne yaparsanız yapın, derdinizi anlatamazsınız. Öyleyse, kadınıyla erkeğiyle hepimize çok büyük görevler düşüyor. Hayat îman ve cihaddan ibârettir. Nefsimizle nefesimizle ve de tüm hevesimizle! Zîrâ zaman, hevâ ve hava zamânı değil; dâvâ zamanıdır.
Bu gerçekleri bizler kadar sizlerin de bildiğine inanıyor, netîce îtibârıyle rızâsını kazanacağınız hayırlı, uzun bir ömrü size bahşetmesi niyâzıyla,“ Allâh’a emânet olunuz” diyor, bir akrostişle sözlerimi tamamlıyor, duâlarda ara-sıra da olsa hatırlanmayı umuyorum.
-AKROSTİŞ-
Günler hep böyle geçmez; gün gelir geçmez olur
Ömür kuşu yorulur, kanatlar açmaz olur
Nefesleri daralır yarış atlarımızın
Üfür üfür esse de ciğerler içmez olur
Lûtfun en güzeline erdirdi Yüce Mevlâ
Allâh dilemezse kul Hak yolu seçmez olur
Kirlenmesine böyle göz yumarsak vatanın
Turnalar, güvercinler ufukta uçmaz olur
Atılmazsa iyilik tohumları toprağa
Yurdu dikenler kaplar, yollar hep açmaz olur
O, nursuzlarla olmak, onursuzluktur bence
Rabbin rızâsın güden şer dostlar biçmez olur
Dâim kötülüklerle, kötülerle yaşayan
Umursamaz zamanla, çirkeften kaçmaz olur
Dâimâ şükür YâRabb, İmam-Hatipli olduk
Allâh’ını bilmeyen, yüzden nûr saçmaz olur!
Öğretmenin:Nûri KAHRAMAN
Ordu İmam-Hatip Lisesi
ORDU HAYAT GAZETESİ
13.10.2008 |
|
|
ANKETLER ve BAŞKANLAR
Önümüzdeki baharda yerel seçimler var. Her seçim, her şeye rağmen bir olimpiyat havası yaşatıyor ülkeye. Bir hareket, bir canlılık getiriyor. Dolayısıyla, partilerin kendi içerisinde ve birbirlerine karşı kıyasıya bir mücâdele yaşanacağı muhakkak. Orada burada, kıyısından köşesinden isimler telâffuz edilmeye başlandı bile.
Bu anlamda medyaya yansıyanlar var. Yerel Medya kuruluşlarımızdan ikisi bu konuda anket bile düzenlemiş kendi çapında. Gerçi, bu yapılanların ne kadar etkili olacağı, şehrimizin ve vatandaşın hayrına olacak adayı bulmada ne gibi bir rolü olacağı konusu şüpheli. Bu yapılanlar, seçim öncesi heyecan dalgasını zenginleştirmekten öte bir anlam taşımıyor ne yazık ki!
Anketler, aday belirleme konusunu ne kadar etkilemese de, seçim sürecine olumlu bir katkı düşüncesiyle gösterilen iyi niyetli çabalardır. En azından konunun gündemde tutulup tartışılmasına, şehrin gelişmesi ve güzelleşmesi meyânında fikir jimnastiği yapılmasına vesîle olur.
Gazeteci Nuh KIRCA’nın yönetimindeki Ordu Gazete sitesinde 01.06.2008 tarihi îtibârıyle, iktidar partisi çerçevesinde başlatılan bir anket var. Anket,
“AkParti’den Belediye Başkan Adayı Kim olmalı?”
sorusu ekseninde şekillenmiş. Verilen cevaplar şöyle:
Fâtih Han ÜNAL (24)
Şanser ŞAHİN (6)
Mustafa YILMAZ (7)
Fikret TÜRKYILMAZ (40)
Engin TEKİNTAŞ (51)
Abdurrahman TOMAKİN (16)
Ayşe Bahar ÇEBİ (75)
Hiçbiri (114)
Ahmet BAYRAK’ın sitesi daha geniş çerçeveli. Karadeniz Bayrak olarak 04.04.2008 târihinde başlatılan anketin sorusu:
Ordu Belediye Başkanı kim olmalı?
Şeklinde. Verilen cevaplardan yansıyan tablo da da şöyle:
Seyit TORUN (329)
Ayşe Bahar ÇEBİ (221)
Engin TEKİNTAŞ (248)
Râmis Acar OKUMUŞ (16)
Fâtih Han ÜNAL (112)
Servet ŞAHİN (15)
Yaşar PAMUK (53)
A.Fuat TÜRKMEN (263)
1. ankete göre HİÇBİRİ açık arayla önde. 1. ankette olmayan isimler 2. ankette en başlarda! Benim merak ettiğim, anketlerdeki bu isimleri kim, nasıl belirledi acabâ. Bizdeki demokrasi hep böyle oluyor. Başta, demokrasinin olmazsa olmazları olan partiler öyle. Peki anketler nasıl? Bu anketlerde bir madde olarak da;
“Sizin önerdiğiniz başka bir isim var mı?”
seçeneği neden yok?
Siz belirlemişsiniz kafanıza göre ve bunlardan birini seçin diyorsunuz! Tıpkı,ilk dönem Türkiye seçimleri gibi. Demek ki, hâlâ değişen bir şey yok!
Peki, koskoca Ordu’da veyâ ülkede başka bu işi yapabilecek adam çıkamaz mı? Böyle bir ihtimâl yok mu? En azından, Olgun OCAK, Yılmaz GÜNDOĞDU, Burhan ÇAKMAK gibi daha önceleri gündemi meşgul eden isimler başta olmak üzere, Süleyman ATABEYOĞLU, Tevfik KARABULUT, Hâlit Sâlih DOĞRUYOL, Sâlih KALYONCU, Hayâti ÖZTÜRK, Süleyman TOMAKİN, Tamer TOMAKİNOĞLU, Hâlit TOMAKİN, Haluk KARAMANOĞLU, Özet KARAMANOĞLU, Atillâ ÖZTÜRK, Mahmut Bekir GÜRCAN, Yalçın YÜKSEL, Kadir IŞIK, Levent KARLIBEL, Abdullah HONDUROĞLU benzeri isimler neden yok ?
Bunlar benim bir çırpıda aklıma gelenler. Sizin de aklınıza değişik isimler gelebilir. Meselâ siz neden olmayasınız? Kendinize güveniyorsanız neden yapamayasınız ki? Belki oraya gelemezsiniz ama gelirseniz belki de kendinizin de tahmin edemeyeceği şekilde bir başarı elde edebilirsiniz. Bu iş yalnızca tahsille de olmuyor. İrâde ve idâre meselesi. Neler yapmanız gerektiğini bilmeniz yeter. Gerisi yönetim becerisinden ibâret.
İlkokul mezunu adam, ülkemizdeki yazılı ve görsel medyanın neredeyse yarısını yönlendiriyor. Başbakanla başa baş dişe diş cedelleşme gücü buluyor kendisinde. Nice okumuş yazmışlar emrinde çalışıyor.
Önemli olan, halkının, şehrinin, kültür ve medeniyetinin emrinde olacak birinin seçilmesi. Birkaç kişinin değil, birçok kişinin, hattâ çok çok çok kişinin görüşlerini önemseyen gerçek anlamda münevver birinin seçilmesi.
Demek istediğim, güven meselesi önemli. Seçen seçtiğine güvenecek. Halkın önüne de böyle birinin çıkarılması için herkes elinden geleni samîmiyetle yapacak. Bize ve şehre yanlış yapmaz denilebilecek, seçtikten sonra gözlerin arkada kalmayacağı bir isim. Bu isim hünerli olacak. Ama, o ismi bulabilmek de halk olarak bizim hünerimiz olacak! Yâni, hünerliye lâyık olacak hüneri göstermektedir iş.
Şâirin dediği gibi; “Ehl-i hünerin, kadrini bilmek de hünerdir.” Ves’selâm!
ORDU HAYAT GAZETESİ
07.10.2008 |
|